Elimin içindeki dövmeye her dokunduğumda bana bir kılıç verir. Bu durumdan her zaman şüphelenmiştim, ancak hiçbir zaman sonuca varamamıştım. Annem ise ’’O bir dövme değil doğum leken, kılıç ise büyüyünce öğreneceğin bir şey.'' derdi.
Yine her zamanki gibi okula gidiyordum. Servise bindim ve yeni üç kişi gördüm. Okulumuza yeni başladığını, hiç arkadaşlarının olmadığını söylediler. Oysa benim zaten bir arkadaşım vardı. Sergio. Her zamanki yerimizde oturmuş, koltuk değneklerini de yanındaki boşluğa atmıştı. Bana okula yeni geldiklerini söyleyen üç kişiyle tanıştım. İsimlerine ‘Anna, Rebekah ve Micah’ dediler. Ve her zamanki yerime geçtim. Sergio’nun yanına. Sergio kendi kendine mırıldanıyordu. ‘Canavarlar ve dikkatli ol’ dediğini anlayabildim. ‘Herhalde oynadığı bilgisayar oyununun etkisinde kaldı.’ dedim kendi kendime. Ancak hiç öyle olmadığını sonradan anladım. Çünkü bana bugüne kadar hiç duymadığım ‘melez’ sözcüğünü kullandı. Bana ‘Sen bir melezsin. Bir Yunan tanrısı ya da tanrıçasının oğlusun.’ dedi. Aklımdan hemen ‘Acaba kimin oğluyum?’ diye düşündüm. Aklıma hemen ‘Poseidon’ geldi. En sevdiğim tanrıydı ve onun oğlu olmayı çok isterdim. Daha sonra ‘Anna, Rebekah ve Micah’ bana bakıp sinsi sinsi gülümsedi. Sergio hemen bana bir hatırlatma yaptı. Kulaklığım, bileziğim ve dövmemi kullanmam gerekebileceğini, canavar kokusu aldığını söyledi. ‘Canavar mı? Ne işim olur ki?’ diye düşündüm. Dövmemim verdiği kılıç bugüne dek hiçbir şeye yaramamıştı. Sergio bana ‘Şimdi çok işine yarayacak. Emin ol’ dedi. Üç arkadaş okul otobüsünün arkasına doğru geldiler ve arkamızdaki koltuğa geçtiler. Önden bir kılıç çekme sesi geldi. Çok korktum. Aslında hiç korkak biri değilimdir. Hatta tam aksine savaşmaya düşkün, hedefimin peşinde olan ve asla bırakmayan biriydim. Ama korku bu. Ne zaman başına geleceğini bilemezsin. Tıpkı aşk gibi. Kulaklığımın düğmesine bastım ve kafamda gümüş miğferim oluştu. Bu miğfer o kadar parlaktı ki karşımdakinin gözlerini kör edecek kadar ışık dalgaları yolluyordu. Bilekliğimi salladım ve üzerinde Medusa’nın kafası olan ve karşımdakine dehşet veren bir kalkan oluştu. Dövmeme dokundum. Bir an çok fazla parladı. İlk kez bu kadar parlamıştı. Elimde bu sefer gümüş değil de hiç görmediğim bir maddeden yapılma kılıç belirdi. Sergio hemen ‘O elindeki ilahi bronzdan bir kılıç. Dikkatli kullan’ dedi. Kılıcımı rastgele savurdum. Rebecah kalkanıyla karşıladı. Bir darbe savurdu bana doğru. Yana kaçmasaydım ikiye ayrılabilirdim. Koltuğa atladım. Otobüsün boşaldığını o zaman anladım. Tam o sırada Rebecah saldırıya geçti. Kalkanımı ona doğrulttum ve dehşete kapıldı. Ben de o dehşetten yararlandım ve kılıcımı var gücümle savurdum. Rebekah’a isabet etti ve önümde bir toz patlaması oldu. ’ Bu da neyin nesiydi?’ O anda Rebecah’ın orda olmadığını fark ettim. Şimdi iki kişiydiler. Anna çok güzel kılıç sallıyordu. Darbeleri çok sertti ve kalkanını da çok iyi kullanıyordu. Neredeyse bütün darbelerimi savurdu. O da o anda çok büyük bir hata yapıp kaldırdığım kalkanımın tam ortasına baktı. Medusa’nın kafasına. Kaçmaya başladı ve otobüsün ucuna gitti. Ben de zıplayarak kılıcımı sapladım. Tam kalbinin ortasına geldi. O da tıpkı Rebecah gibi buharlaştı. Bu sırada Micah ve Sergio da savaşıyorlardı. Sergio pantolonunu çıkarmıştı. O anda şaşırdım kaldım. Sergio’nun gövdesinin altı(bacakları) tıpkı bir keçi gibiydi. Micah bana doğru saldırdı; ancak miğferim bana yardım etti. Tam o anda Karşıdan bir ışık vurdu ve miğferim Micah’ın gözüne doğru yansıttı. Micah adeta kör olmuştu. Koştu ve otobüsten kaçıp ormana daldı. Çok yorulmuştum. Sergio bana bir meyve verdi. ‘Bunu ye. İyi gelir.’ dedi. ‘Bu ne?’ diye sordum. ‘Ambrosia.’ dedi. Yedim ve otobüsten çıktık. ‘Doğru kampa!’ dedi. Bense şaşırdım. ‘Kamp mı? Ne kampı?’ dedim. ‘Melezlerin bulundu bir kamp işte. Gidince görürsün.’ dedi. Koşmaya başladık. Ormanın yanından geçerken arkadan bir ayak sesi duydum. Arkamı döner dönmez Micah’ı gördüm. Yana yuvarlandım. Birlikte bir düelloya tutuştuk. Tam bir kılıç ustasıydı diyebilirim. Çok küçük sıyrıklar açtı üzerimde. Ancak bu sıyrıklar çok acı çektirmedi. Daha sonra ben saldırıya geçtim. Kalkanı çok kötüydü ve kırıldı. Sadece 2-3 darbe vurmuştum. Savunmasız kalmıştı. Ama hala kılıcıyla savuşturuyordu darbelerimi. Daha sonra güneşe döndüm. Miğferim yansıttı ışığı ve Micah sendeledi. Bir darbe savuşturdum. Onda sadece küçük bir sıyrık açtım. Ama o çok yakmıştı çünkü acıdan duramıyordu. Bir darbe daha savurdum ve bu sefer buharlaştı. Bu bir günde buharlaştırdığım üçüncü canavardı. Koşmaya başladık. Melez tepesine geldik. Yokuşu çıkmamız gerekiyordu. Zorlandık ama çıktık. Daha sonra bir kapı gördüm. Tam anlamıyla kapı değildi. İlginç bir şeydi. Sergio bana bunun Thalia’nın ağacı olduğunu Thalia’nın bir Zeus kızı olduğunu ve hikâyenin tamamını anlattı. Acaba bütün tanrılar böylemiydi. Çocuklarını severler miydi? Thalia’nın ağacını geçtik. Herkes yanımıza geldi. Yanıma bir şey geldi. Üstü insan, altı attı. Bana kendisinin bir sentor olduğunu söyledi. Beni büyük eve götürdüler. Orada revire götürüldüm. Sentor adının Kheiron olduğunu söyledi. Daha sonra bayılmışım. Başka bir şey hatırlamıyorum.