Olimpos Rpg
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Olimpos Rpg

Percy Jackson ve Olimposlular ile Olimpos Kahramanları serilerinden esinlenilerek oluşturulmuş, zirvedeki rpg forum sitesi.
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Kurtuluş /// Yarışma Rp'si

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
William Maxwell
Athena'nın Çocuğu
Athena'nın Çocuğu
William Maxwell


Mesaj Sayısı : 294
Kayıt tarihi : 20/01/11

Kurtuluş /// Yarışma Rp'si Empty
MesajKonu: Kurtuluş /// Yarışma Rp'si   Kurtuluş /// Yarışma Rp'si Icon_minitimePaz Şub. 06, 2011 9:05 pm

(Bu RP, oyundaki kurgumdan veya site kurgusundan tamamen bağımsızdır. Film tadında olmasını istedim.)

...Kılıcımı üzerime doğru gelen, daha önce görmediğimden emin olduğum, dev bir söğüt şeklindeki yaratığa doğru savurdum. Kılıcımı uzayan kollarıyla, ya da dalları siz ne diye çağırırsanız artık, kavrayan ağaç tüm gücüyle beni savurdu. Devasa yaratığın gücü on metre ileri fırlamama neden olmuştu, sırtımı Olimpos sokaklarındaki küçük kusursuz evlerden birinin duvarına sertçe çarpmıştım. Dalında kalan kılıcımı kahkahaya benzer bir sesle tuz buz eden canavar üzerime doğru yavaş adımlarla geliyordu. Galiba ben kendi hikayemin sonuna gelmiştim. Yeraltı dünyasına gitmeyeceğimi, daha doğrusu yer altı dünyası diye birşeyin artık olmadığını, bilmek biraz olsun beni teselli ediyordu. Evet "Peki bu duruma nasıl geldin?" diye sorduğunuzu duyar gibiyim.

Herşey sevgili annem Athena ve bazı diğer tanrıların Gaia'nın (kendisi tanrıların annesi olur) hareketlenmesini önemsememesiyle başladı. Tanrılar konseyinin alıdığı karara göre bu durumla ilgili melezlerden yardım istenmeyecekti. Peh! Tanrılar kendi işlerini melezlere yaptırmadan nasıl yaşayacaklardı ki. Melez Kampı'nda tanrıların arasında çıkabilecek olası ölümcül bir savaşın durdurulmuş olmasının gururu ve sevinci yaşanıyor, kutlamalar yapılıyor, bir yandan da eğitimlere devam ediliyordu.

Aynı anda dünyanın çeşitli yerlerinde garip olaylar oluyordu. Hayvanlar kafayı yemiş gibi hareket ediyor, bitkiler nedensiz yere soluyor, mevsimler değişiyor, güneş bile saatleri şaşırıyordu. Bütün bunlar birşeylerin habercisiydi. Ancak Olimpos'un tek yaptığı üç maymunu oynamaktı. Tanrılar bile farkındaydı artık sorulu oldukları şeylerin üzerindeki hakimiyetlerinin eskisi kadar güçlü olmadığını. Poseidon ve Hades hala Zeus'a kızgın oldukları için bu konuda konuşup beraber adım atmaya yanaşmıyorlardı. Athena'nın tek isteği ise huzur ve yerinin garatisiydi. Melezlere bu konuda güvenemeyeceklerini hatta bu konuda az bilmelerinin çok iyi olacağını düşünüyordu. Aksi taktirde kampta anarşi baş gösterebilirdi. Athena asla kendi sorumluluğundaki bir yerde düzensizliğe tahammül edemezdi.

Ben mi? Bense Afroditin bana verdiği görevi yapıyordum. Eski kocası olan Hephaistos'dan sihirli kolyesini çalmamı istemişti. Zamanının çoğunu atölyesinde geçiren Hephaistos'dan kolyeyi çalmak çocuk oyuncağıydı. Atölyedeki kolyeyi bulmuş hatta çalmıştım. Sıvışma planımda kusursuzdu. Atölyenin bir kapısı St. Helens dağının altındaki bir mağraya açılıyordu. Kapıdan rahatlıkla geçerken biran için herşeyin çok kolay olduğunu düşündüm. Hah evet belkide yapılabilecek en aptalca şeydi bu. Çünkü bir melezin görevi hiçbir zaman kolay olmazdı. Yazılı olmayan bir kanun gibiydi. Mağranın çıkışını bulduğumda çok sevinmiştim. O sırada birden yer sallanmaya başladı. Çok şiddetli bir deprem oluyordu. Mağra çökmeye başlamıştı. ilk önce küçük taş parçaları daha sonra büyük kayalar çıkışı kapattı. Ama şu anda bu sorunlarımdan en küçüğüydü. Çünkü mağra çökmeye devam ediyordu. Birşeyler yapmazam muazzam bir taş yığınının altında kalarak ölecektim. Bir melez için çok onursuz bir ölüm yoluydu bu. Aptal Poseidon'un işi miydi şimdi bu? Niye benimle uğraşıyordu ki bu ihtiyar keçi? Hemen telekinezi (Tanrı vergisi yeteneğim telekinezidir, gerçekten tanrı vergisi annem Athena'dan geliyor.) yeteneğimi kullanarak kapının önündeki taşları fırlatmaya başladım. Hepsini bir anda fırlatacak kadar güçlenmemiştim henüz. Ayrıca aynı anda hem üzerine taş düşüp düşmediğini kotrol edip hemde odaklanarak kocaman kaya parçalarını hareket ettirmek sizin bu yazıda okuduğunuz kadar kolay değil. Bir kaç saniye sonra kapıda çıkabileceğim kadar bir boşluk vardı. Tüm gücümle koşup kapıdan çıktım. Dağın dibindeydim. Bir daha tanrıların görevlerini kabul edersem iki olsun, ya da 352, diye yemin ettim içimden her görev sonrası ettiğim gibi. Dışarıda yürüyüp pegasusumu çağırabilmem için düz bir alan arıyordum. Dağın yakınlarında bir kasaba veya insan yaşantısına dair tek bir iz bile yoktu. İleriye doğru bakarken. Ormanın ortasında yeşil bir ağaç kütlesinin kareket ettiğini gördüm. Önce gözlerime inanamadım. Ağaç şeklinde canavarlar ormanda yürüyordu. Belki yüzlercesi. Hepsi tek bir yöne doğru yürüyor. Homurtuya benzer sesler çıkarıyordu. Çıkardıkları sesler 100 metre uzatan bile duyulabiliyordu. Normal bir insan, hatta aklı başında bir melez bile bu durumda hızla uzaklaşarak kampa gidip olanları yetkili tanrılara bildirirdi. Ama ben ne normal bir insan ne de aklı başında bir melezdim. O yüzden doğru davranışın tam aksini yaparak onların gittiği yöne doğru koşmaya başladım. Onlara yetişmekte zorlanıyordum. Çünkü dev gibi ve sayısız kökleriyle benden daha hızlı ilerliyorlardı. Ağaç canavarlarla ilgili birşey bilmiyordum ama ağaçların sinirleri olmadığını biliyordum. İlerleyenlerden birtanesine gözlerinin (Evet gözleri ağızları hatta sanırım butunları bile vardı) olmadığı tarafdan tırmanarak tepesine ulaştım. Artık beni taşıyordu. Bir kaç dakika ilerledikten sonra, üzerinde bulunduğum meşe ağacının yanına bir kavak ağacı geldi. Aynı hizada yürüyorlardı. Kavak Yunanca kullanarak konuşmaya başladı. "Tortillion πώς είστε;" Üzerinde durduğum meşenin ona aynı dilde cevap vermesiyle birlikte hafifçe sardıldım. "μεγάλη! Θεά σχέδιο πρόκειται μεγάλη." Dediklerinin tek kelimesini bile anlamıyordum ancak hafızam güçlüydü. Kelimeleri sistematik olarak zihnime kazıyordum. Kavak konuştu. "Ο Δίας, ανόητε! Αλαζονεία θα εκθρόνισε από." Daha sonra iki ağaçta gülmeye başladı. Birkaç saniye sonra yüksek bir sesle meşe bağırdı. "Γαία σας ευλογεί!" Aradan kulağıma tanıdık gelen bir kelime bütün vücudumu bir soğukluğun sarmasına neden oldu. GAIA... Yakınlarda onu duyan ve yürüyen bütün ağaçlar aynı çoşkuyla tekrarladı. Ağaçların yolculuğunun sonuna gelmiştik. Yüzlerce ağaç vardı. Bir şekilde burdan kaçmanın zamanı geldiğini hissediyordum. İlk fırsatta bir şekilde kaçmalıydım. Üzerinden geçtipimiz topraklarda önceden ağaçların köklerinin olduğu anlaşılan bazı çukurlar vardı. Eğer yeterince dikkatli atlarsam çukurun içinde hepsi uzaklaşana kadar saklanabilirdim. Düşme süresini hesaplayıp bir anda kendimi aşağı bıraktım. Çukura onikiden iniş yapmıştım. Yinede çıkan ses ağaçlardan birini rahatsız etmiş dönüp deliğe doğru keskin bir bakış atmasına neden olmuştu. O sırada sincap sesi çıkarmaya çalıştım. Korkunç bir yeteneksizlikle çıkardığım sesler sanırım beyinsiz ağacı inandırmaya yetmişti. Derin bir nefes alıp birkaç dakika uzaklaşmaları için zaman tanıdım. Eskiden orman olan alan artık bomboştu. Kuvvetli bir şekilde ıslık çalıp bekledim. Yarım dakika kadar sonra sadık pegasusum havada süzülerek bana geliyordu. Asil bir şekilde kanatlarını kapatarak inişini tamamladı. Üzerine atladığım gibi kamp yoluna düştüm...

Yaklaşık üç saat sonra kampta Athena'nın yani annemin odasındaydım. Hararetli bir şekilde gördüklerimi anlatıyordum. Heyecandan kalbim durmak üzereydi ancak Athena ilgisiz gibi görünüyordu. Umursamaz bir tavırla sanki merak ettiği için değilde sadece görevini yerine getirmek istiyomuş gibi sordu. "Ne konuştuklarını hatırlıyor musun?" Şaka mıydı bu? Tabiki de ne konuştuklarını kelimesi kelimesine hatırlıyordum. Hemen hemen ağaçların aksanında Yunanca kelimeleri söyledim sırasıyla. Ben konuşurken annemin gözlerinde biran için dehşet dolu bir ifade oluşup hemen kayboldu. Sözlerimi bitirdiğimde ustalıkla yalan söyleyerek beni başından savdı. " Ah yaşlı orman ruhları! Kendi aralarında toplantı yapıyorlar. Yine de haber verdiğin için sağol şimdi gidebilirsin" Söyledikleri beni pek tatmin etmemişti ama yinede ona inanmıştım akşam yemeğine yetişmek için hızlıca gazinoya gittim. Bütün olanlardan sonra iştahım açılmıştı. Afiyetle yemeğimi yerken kardeşlerimle ve arkadaşlarımla sohbet ediyordum. Lucy (kendisi en büyük kız kardeşim olur ayrıca kulübe liderimizdir.) yemeğe geç gelmişti. Yanımaz oturdu. Yüzünde düşünceli bir ifade vardı. Kardeşlerimle birbirimize bakıştıktan sonra konuşması gerekenin ben olduğumu anladım. Ağzımdaki lokmayı yutup boğazımı temizledikten sonra, dikkatlice sordum. "Lucy bir sorun mu var?" Dalgın bir şekilde önüne bakan Lucy irkilip kendisine geldi. Gülümseyerek konuşmaya başladı. "Bir sorun yok. Sadece biraz şaşırdım annem konseyden iki gün önce döndü ancak bu gece tekrar Olimpos'a gitmiş. Genelde böyle yapmazdı. Merak ettim bir terslik mi var diye. " Masadaki öteki kız kardeşim Sum kikirdeyip cevap verdi. "Yaşlı tanrılardan biri sonuca itiraz etmiştir yeniden toparlanıyorlardır." Bende zorla gülümseyerek onaylar biçimde kafamı salladım. Öyle olmadığından emindim bu ağaçlarla ilgili kesin bir terslik vardı. Gaia isminide duymuştum. Lucy Sum'a cevap verdi. "Sanırım haklısın." ve yemeğine döndü. Bense dikkat çekmemek için on onbeş dakika kadar orada oturup sessizce konu hakkında düşündükten sonra, kütüphaneye gidip Yunanca sözlükten duyduklarımın anlamına bakmaya karar verdim.

Kardeşlerime antreman yapacağım yalanını söyledikten sonra, koşarak kütüphaneye gelmiştim. Yunanca sözlükte kelime kelime çeviri yapıyordum. Kelimelerdeki ekler işimiz zorlaştırıyordu. Bazı kelimelerin iki anlamı vardı bunların iki anlamınıda yazıp cümle akışına uygun olanı seçiyordum. Çeviriyi tamamladıktan sonra kağıdı okudum. Aynı anda dehşetten yüzüm karıncalanmıaya başlamıştı. Kağıttaki cümle akışı;

- Tortillia Nasılsın?
- Harika! Tanrıçanın planı harika işliyor.
- Aptal Zeus! Kibiri yüzünden tahtından olacak.
- Çok yaşa Gaia!


Olduğum yere mıhlanmıştım. Birkaç dakika hareket edemedim. Kendimi toparladıktan sonra kağıdı buruşturup çöpe attım. Al sana bir yanlış hareket daha! Kendime not bir daha: İçinde hayati önemli bilgiler olan bir kağıdı herkesin kolalıkla ulaşabileceği bir yere bırakma. Pegasusuma bindiğim gibi yola çıktım. Empire State binasına yani Olimpos'a gidecek konseyden hesap soracaktım. Böyle bir şeyi nasıl melezlerden saklarlardı? Eğer Gaia geri gönüyorsa nemflerin bile yardımına ihtiyaçları olacak olan tanrılar neden en güçlü silahlarını kullanmıyorlardı?

Kırkbeş dakika sonra Olimpos'daydım. Telekinezi gücümle havalı bir şekilde Konsey odasının kapılarını sertçe açtım. Hararetle tartışmakta olan tanrılar bir anda sesin geldiği yöne kapıya baktılar. Beni gördükten sonra Zeus sinirli bir şekilde çıkıştı. "Bu ne cürret! Seni şaşkın melez." Sözlerini kesip kararlı bir şekilde konuşmaya başladım. Beni yıldırımıyla melez kızartmasına dönüştürmek yerine dinleyeceğini biliyordum. "Melezlerin yardımına ihtiyacınız olacak. Onlara haber vermelisiniz. Gaia sizden çok güçlü, hepinizden o yüzden her türlü yarıma ihtiyacınız olacak." Demeter araya girdi. "Küçük beyninin bizden daha iyi olduğunu sanıyorsun değilmi saygısız cüce! Artık melezlerin yapabileceği hiçbirşey yok. Dev bir ordu şuanda Olimpos'a varmak üzere yaklaşık yirmi dakikalık bir mesafeleri var. O güçte bir ordunun Olimpos'u yerle bir etmesi sadece dakikalar sürecektir." o sırada annemin bakışlarını gördüm. Yorgun bir biçimde gülümsüyordu. Bana göz kırptıktan sonra konuşmaya başladı. " Bu kadar çabuk pes edemeyiz melezleri çağıralım onlar gelene kadarda savunmamızı güçlendirirsek, belki bir şansımız olabilir." Annem konuşmaya devam ediyordu ki, kapı tarafından gelen bir ses hepimizin dikkatini çekti. "Birisi bizden mi bahsetti." Konuşan Kehiron'du. Konseye doğru güvenli at adımlarıyla ilerliyordu. Arkasından içeriye doluşan melezler etrafa bakınıyordu heyecanlı ve korkmuşlardı. Bazıları Olimpos'a ilk defa gelmişlerdi. Kehiron tanrılar ile konuştuktan sonra. Bütün melezler iş bölümü yapmaya başladı. Benimde dahil olduğum Athena ve Ares kulübesi savaş stratejisi geliştiriyordu. Artemiş ve Apollon kulübeleri Önemli noktalara okçularını yerleştiriyor, Hephaistos kulübesi girişe sağlam bir duvar örüyor, Zeus ve Poseidon kulübeleri gelen orduyu yavaşlatıp zaman kazandırmak için hava koşullarını iyice kötüleştiriyorlardı. Hades kulübesi Empire State Binasının önüne çıkarabildiği kadar ölü asker çıkarıyordu. Küçük tanrılar kendi hileleri ile bize avantaj sağlıyordu. Tanrılar ise güçlerini toplayıp savaşa hazırlanıyorlardı.

Yarım saat sonra herkes savaşa hazır ordunun Olimpos'a girmesini bekliyorduk. Ares çocuklarından birisi ölü askerlerin orduyu görebildiğini sadece bir iki dakika sonra içeride olacaklarını söyledi. Güçlükle yutkundum. Belki son dakikalarımı yaşıyordum. Etrafıma bakındım herkes savaşa hazırdı. Cesaretimi topladım. O sırada ağaç canavarlardan oluşan ordu hızla Olimpos'a doluşmaya başladı. İçeri girdiklerinde karşılaştıkları sağlam duvarlar karşısında şaşıran ağaçları duvarın tepesindeki Apollon ve Artemis okçuları oklarıyla haklamaya başladı. Canavarlar dayanıklıydı ancak ölümsüz değillerdi. Yavaş yavaş düşüp kaybolmaya başladılar. Ancak binlercesi buradaydı. Onların hepsini öldürmek saatler alabilirdi ve ne ordumuz ne de duvar bu kadar dayanamazdı. Tanrılar ise taht odasından dışarı çıkamıyordu. Savaş sırasında taht odasını terk edemezlerdi. Gaia tahta ulaşırsa durdurulamaz olacaktı. Athena bana bakarak konuştu. "Onların hepsini kısa sürede haklamanın tek yolu Liderleri olan Dev söğütü öldürmektir. Ama söğüt büyük ihtimalle olayı dışarıdan izliyordur. Onun ölmesi gerek." Benim onu öldürmemi istiyordu. Kafamı salladım. Bu görevi kabul etmiştim. Olimpos'un içinde biryerde saklanan bir canavar lideri vardı benimse onu bulup öldürmem gerekiyordu. hala süren savaşa baktım duvar neredeyse yıkılmak üzereydi. Ama melezler harika bir iş çıkarıyordu. Islığımı çaldıktan birkaç saniye sonra yanımda biten pegasusum Ash'in üzerine atladığım gibi Olimpos'un üzerinde uçmaya başladım.

Şehir ıssızdı yaşayan herkes savunmaya yardım ediyordu. On dakika kadar gelişi güzel uçtuktan sonra Küçük Tanrıların Mahallesinin üzerinde uçarken görebileceğim en büyük ağac canavarı gördüm. Gözlerini kapatmış odaklanıyordu. Savaşı kontrol eden Lider olduğunu anladım. Kılıcımı çekip Pegasusumdan üzerinde doğru atladım. Dallarından birini kesmemle inleyen yaratık silkinerek beni fırlattı. Ayaklarımın üzerine yumuşak bir iniş yaptım. Bana doğru koşup saldırıyordu. Kılıcımı üzerime doğru gelen, daha önce görmediğimden emin olduğum, dev bir söğüt şeklindeki yaratığa doğru savurdum. Kılıcımı uzayan kollarıyla, ya da dalları siz ne diye çağırırsanız artık, kavrayan ağaç tüm gücüyle beni savurdu. Devasa yaratığın gücü on metre ileri fırlamama neden olmuştu, sırtımı Olimpos sokaklarındaki küçük kusursuz evlerden birinin duvarına sertçe çarpmıştım. Dalında kalan kılıcımı kahkahaya benzer bir sesle tuz buz eden canavar üzerime doğru yavaş adımlarla geliyordu. Galiba ben kendi hikayemin sonuna gelmiştim. Yeraltı dünyasına gitmeyeceğimi, daha doğrusu yer altı dünyası diye birşeyin artık olmadığını, bilmek biraz olsun beni teselli ediyordu.

...İşte herşey böyle gelişmişti. Son bir umutla arkamda duran eve konsantre olarak telekinezi gücümle çatısından söktüğüm uzun bir metal parçasını bana doğru koşan yaratığın gözüne doğru fırlattım. Gözüne saplanan metal parçası inleyerek duraklamasına sebep oldu. Acı içinde bir çığlık attı. Gözünden sarı bir sıvı akıyordu. Bu fırsattan yararlanıp olduğum yerde ayağa kalktım. Tekrar odaklanarak evin camından gördüğüm kılıcı kendime çağırdım. Kılıç uçarak bana geldi. Yeniden oyundaydım. Üstelik yaratığa karşı avantajım vardı. Güçlü bir savaş narası atarak canavara saldırdım. Kılıç darbesiyle kolunu/dalını kestiğim yaratık neye uğradığını şaşırmıştı. Diğer bir darbe ile köklerinden birini kesmem yüzünden dengesini kaybedip yere düştü. Kılıcım gövdesini kesemezdi Daha güçlü birşey lazımdı. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Tüm gücümle odaklandıktan sonra. Çatısındı söktüğüm evin tamamını kontrol etmeye çalıştım. Büyük bir baş ağrısına neden oluyordu ama ev artık bir parçamdı. Tekrardan zorlayarak kaldrımaya çalıştım. Yüzüm kıpkırmızı olmuş, alnımın ortasında bir damar belirgin bir şekilde çıkmıştı. Ortadan ikiye ayrılacağımı sanıyordum. Daha sonra ev yavaşça temelinden sökülmeye başladı. Şimdi ise havalanıyordu. yeteri kadar yükseldiğinde ağacın üzerine doğru yönlendirdim. Koca evin üzerine düştüğü ağaç birkaç saniye içinde buhar olup yok oldu. Bütün bunlar çok fazla geldiği için burnum kanamaya başlamıştı. Şiddetle başım dönüyordu. Neler olduğunu anlayamadan, olduğum yere yığıldım.

Gözlerimi açtığımda kampın revirindeydim. Hafif bir başağrısı dışında iyi hissediyordum. Yanıbaşımda oturan annem Athena'nın takendisiydi. Uyandığımı görünce sevecen bir gülümsemeyle konuşmaya başladı. "Sonunda kendine geldin. Konuşmak için zorlama kendini. Harika bir iş çıkardın. Olimpos sayende kurtuldu. Gaia hala saldırı planlıyor ama bu onun büyük planıydı. Senin sayende bununla başa çıkabildik. artık konsey melezlerle çalışma kararı aldı. Gaia'yı altedeceğiz. Ha bu arada Olimpos'u kurtardığın için Zeus küstahlığını affetti." Gülümseyerek odayı terk etti...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Kurtuluş /// Yarışma Rp'si
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
»  Statü Almaya Hak Kazanmış Olanlar(sınav rpsi yapılmayacaktır)
» ~ Ogygia'dan kurtuluş ~
» Taş Olmaktan Kurtuluş
» Yarışma // Ben ve Pegasusum!
» Yarışma // En İyi Macera Rp'si

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Olimpos Rpg :: Olimpos :: Empire State Binası/Olimpos-
Buraya geçin: