Kulübeye muhtemelen pek sık uğranmıyordu.
Melez Kampı'na geldiğimden sonra ebeveynimin kim olduğunu öğrenmiştim; büyü tanrıçası Hekate. Bu da birkaç gün önce o devi nasıl yendiğimi açıklıyordu. Büyük ihtimalle normal bir olaydı ama yine de şaşkındım. Tabii bir de şu vadı annem bir tanrıçaysa babam bir ölümlüydü. Bu konuyu kafama pek takmadım çünkü gerçekleri aramak beni ancak üzerdi. Murphy bana kulübeme kadar eşlik etti. O gittikten sonra ben hala kapıdadım. Aval aval durmak hiç hem de hiç bana göre değildi ama aynen öyle, boş gözlerle bakıyordum. En sonunda kapıyı açtım. İçeriye hafif bir ışık süzülüyordu. Her yer toz içindeydi ve en önemlisi boştu. Satir arkadaşım bana 1-2 kardeşim daha olduğunu ama pek sık gelmediklerini söyledi. Sorun değildi aslında ama...
Yetimhanede hep arkadaşlarımlaydım, yalnızlığa nasıl dayanacaktım! Evet, bu büyük bir sorundu! Kendime buranın yetimhane olmadığını zor da olsa hatırlattım. İçimi çekip pembe renkli koltuğa oturdum.Yeni evim çok sessizsi. Bunu biraz yadırgadım çünkü sesi seviyordum. Sakin bir edayla kulübemi dolaşmaya başladım. İçerisi gerçekten tozluydu ama yine de güzeldi. Biraz temizlikle daha da güzel olacaktı. Şimdi temizliğe ayırcak vaktim yoktu gerçi. Kapım çalındı ve bir melez gelip bana kampı tanıtmaya başladı. Kamp gerçekten süper bir yerdi. Özellikle pegasus ahırları ve cephanelik çok ilgimi çekmişti. Kendime pegasusumu sonra alabilirdim, Murphy bana öyle demişti, ama acilen silaha ihtiyacım vardı. Hekate kızı olarak yay-ok takımı seçtim. Bu uzak dövüş için mükemmel bir takımdı. Bir de yakın dövüş silahı seçtim kendime; bir hançer. Kılıçlar nedense hiç hoşuma gitmemişti. Bu ölümcül çok uzun silahlar sanki bana dik dik bakıyorlardı. Onlardan uzak durmaya karar verdim. Tüm gün boyunca kampı dolaştım ve yeni evime alışmaya çalıştım. Şüphesiz ki yıllarım burada geçecekti...