Kardeşime uyup Los Angeles'e gitmiştik. Tabii ki herhangi bir amacımız yoktu. Tamam kabul ediyorum, biz deliydik ama ne yapayım kardeşimi reddedemezdim ki. Kamptan çıktık ve Los Angeles'e vardık. Yalniz bir şeyi hesaba katmamıştık; biz Los Angeles'i bilmiyorduk ki! Tabii ki de kaybolmuştuk. Çareyi taksi çağırmakta bulduk ve kısa bir süre içinde Nakil Sırasında Ölüm Plakçılık'a vardık. Ciddi ciddi yeraltına inecekti. Yanımda kardeşim olmasa çok korkardım. Sonuçta karanlıktan hoşlanmıyordum. Kardeşimle birlikte plakçılığın içine girdiğimizde kokudan dolayı sarsıldım. Burası iğrenç kokuyordu. Kimseye -özellikle Afrodit kızlarına- burayı gelmelerini hiç tavsiye etmezdim. Burada bir sürü ölü vardı. Her biri farklı şeylerle meşguldü. Önceden duyduklarıma göre bunlar parası olmadığı için yeraltına inemiyorlardı. Görevlinin sesiyle düşüncelerimden çıktım. Orada duran görevli bizden tabii ki para istedi. Kardeşime baktıktan sonra elimi cebime götürdüm. Cebimden yeterli miktarda drahmi çıkardım ve adama uzattım.
"Bu kadar yeter mi?" diye sordum.
Adam paralara şöyle bir baktıktan sonra "Yeter." dedi.
Kardeşime baktım ve gülümsedim. O da bana gülümseyerek karşılık verdi. Sonunda yeraltına inecektik. Tabii orada bizi neler beklediğini hiç bilmiyorduk.