Kulübemizde, yataklarımızda tam anlamıyla birer patates çuvalı gibi yatıyorduk. Bütün kardeşlerim molalarda buraya gelip dinlenmeyi seviyorlardı ama artık buda canımızı sıkmaya başlamıştı. İçimdeki çocuğu durduramıyordum. Acilen yaramazlık yapmalıydım. Tam karşımda uyuklayan Coco'ya yerden alıp minik bir plastik top fırlattım. Kafasını kaldırayım derken ranzanın tavanına çarptı ve bana pis bir bakış attı ama ona aldırmadım. Yavaşça herkese göz gezdirdim. Sunyuri yanımda, kampa yine gizlice soktuğumuz ufak oyun konsollarından biriyle oyalanıyordu. Tom ve Luke nereden bulduklarını bilmediğim bir pinpon topunu birbirlerine atıyorlardı. Ayleyda ise kendi kendine defterine minik karikatürler çiziktiriyordu. Hızla yatağımdan kalktım.
"Tanrılar aşkına sıkılmadınız mı? Yeter artık hadi kalkın markete gidiyoruz!"
Bunu derdemez herkesin yüzünde şeytani bir gülümseme oluştu.
"Ben de bunu bekliyordum! İşte bu ya! İşte bu!" dedim. Ben de gülümsememe engel olamıyordum. Herkes yerinden toparlanmaya başladı. Arkama dönüp en yeni kardeşimiz Sunyuri'ye göz kırptım. Oysa buna hazır değilim der gibi bakıyordu bana. Yanına gittim ve kolumu omzuna attım. Oraya girdikten sonra dna'sının harekete geçeceğini biliyordum. Ayleyda'ya dönüp baktım ama bize bakmadı. Sanırım yine gelmeyecekti.
Kulübeden belirli aralıklarla çıktık. Bizden şüphelenmemeliydiler. Hoş, 'şüphelenmemek' ve 'Hermes çocukları' pek de yanyana gelecek gibi türden kelimeler değildir. Herkes farklı yerlerden markete ulaşacaktı. Sonrasındaysa marketi yağmalayacaktık işte. Market dediğimizde kocaman bir alışveriş merkezi büyüklüğündeydi. Bizim için kolay olmayacaktı ama eğlenecektik...