Babamın bir başka kadından olan kızı Daisy, hayatımın hiçbir bölümünde peşimi bırakmıyordu. İki ebeveyninin de insan olmasına rağmen bir şekilde Melez Kampı'na girmeyi başarmıştı ve neden sonra onun Tanrı Apollon'un kahini olduğunu öğrenmiştim. Sinirden çatlamamak için kendimi zor tutuyordum. Daisy'yi kılıcımdan geçirmek ile uslu durmak arasında sadece ismi Fred Fackrell olan incecik bir çizgi vardı. Yine de içinde bulunduğum her durumu leyhime çevirmek konusunda ustaydım. Daisy bir şekilde kampa gelmişti, evet. Ama buradan tekrar çıkabileceğinin bir garantisi yoktu. Melez Kampı benim alanımdı ve benden habersiz gelen misafirler için işkence kampına rahatlıkla dönüşebiliyordu. Kulübede rastladığım kardeşim Summ'ı ve yolda karşılaştığımız May'ı yanıma alarak kahinin mağarasına gittim. Daisy tam da tahmin ettiğim gibi eşyalarını içeriye yerleştirmekle meşguldü. Gülümseyerek ona baktım ve sahte bir samimiyetle "Arkadaşlarımla sana kampı gezdirmemizi ister misin, kardeşim?" diye sordum. Bu teklif nedense sarışın kızı fazlasıyla sevindirmişti, hiç tereddütsüz "Bu beni çok sevindirir!" cevabını verip mağarasından çıktı. Summ ile May'a anlamlı bakışlar attıktan sonra, "O zaman, gezmeye başlayalım." dedim. Küçük kız kardeşim başına geleceklerden habersiz masumca gülümsüyordu ve bu haliyle gözüme çok daha itici görünmüştü. Gıcık ve sevimsiz bir kızın kafasını klozete sokarak insanlık için hayırlı bir iş yapacağımı düşünüyordum. Bir süre sessizlik içinde yürüdükten sonra sırıtan Summ, tiatral bir havada "Şu karşıdaki yer de neresi? Ben ilk kez görüyorum." dedi. Maya'dan ufak bir kıkırdamanın ardından, "Orayı nasıl görmezsin Summer? Gel, hemen gösterelim sana, çok güzel bir yer." cevabı geldi. Ben de Maya'nın sözlerine katılarak Daisy'yi kızların arkasından o tarafa doğru sürüklemeye başladım. Küçük kahin hala başına geleceklerden habersizdi ama biz gevrek üçlü Lucy, Maya ve Summer olarak fazlasıyla eğleniyorduk!