Stell'in yüzündeki büyük yaranın sorumlusu olmak içimi çok acıtıyordu. Ömrü boyunca öyle bir iz taşımasına izin veremezdim, birşeyler yapmam gerekiyordu. Tabii ki kampa geldikten sonra Stell'in peşinden ben de pegasusum Sherry ile birlikte Olimpos'un yolunu tuttum. Empire State Binası'na gün aşırı geliyordum ama bu sefer işimi gizlilikle yapmam gerekecekti.
Güvenlik görevlisi Frank beni görünce tam ağzını açacaktı ki, masadan üzerine uzanıp yakasına yapıştım ve şöyle fısıldadım:
"Dinle beni dostum, buraya geldiğimden Stell'in haberi olmamalı yoksa seni kılıcımdan geçirir, cehennem tazılarına yem yaparım!"
Evet, gayet yeterli bir tehditti, aceleyle bana anahtar verdi ve ağzını büzüp anahtarı fırlatıyormuş gibi çocukça bir işaret yaptı. Asansöre bindim ve 600. kata ulaşana kadar bu kostümümle az kişinin beni görmesi için dua ettim: başımda siyah bir şapka vardı, siyah güneş gözlükleri takıyordum, beni ele vermesinler diye saçlarımı toplamıştım, kıyafetim de baştan aşağı simsiyahtı. Evet, Frank bile beni görür görmez tanıdığına göre, pek işe yaradıklarını söyleyemezdim.
Aceleyle konsey salonuna gittim ve hafifçe kapıyı araladım. Tam düşündüğüm gibi tüm Tanrı ve Tanrıçalar tahtlarına oturmuş, ortalarında hararetle konuşan Stell'i dinlemekteydi. Afrodit'in beni fark etmesi için odanın içerisine pahalı parfüm fıslattım. Alıcıları anında bunu fark etti ve kokunun geldiği yana yöneldi, ona elimle gelmesini işaret ettim. Bana,
"Sen ne cürretle beni ayağına çağırırsın?" der gibi bir bakış attı ama sonra el mahkum kalkıp bana doğru yürümeye başladı, sonuçta işin aslını bilmediği için beni kurtarıcısı olarak görüyordu. Çok şanslıydım, Stell Afrodit'in kalktığını görmemişti.
Yanıma gelince kibarca Tanrıça'nın önünde eğildim ve selam verdim.
"Merhaba Tanrıça Afrodit. Yardımınıza ihtiyacım var efendim." dedim en kibar ses tonumla.
Bana yürümemizi işaret etti ve Olimpos sokaklarında gezinmeye başladık.
"Olimpos'a bu kılıkta geldiğine göre konu acil olmalı Lucy, anlat bakalım." dedi.
"Stell'in yüzündeki yarayı görmüşsünüzdür, ona ben sebep oldum ve çok üzgünüm. Sizden o izi geçirmenizi isteyecektim."
"Peki, neden sana böyle bir iyilik yapacakmışım? Hadi Rose olsan neyse, aşk meseleleriyle beni eğlendirdiği için ona bir kıyak geçebilirdim ama, senin bir özelliğin yok."
Sağolun yahu...
"Ben öyle düşünmüyorum Tanrıça'm. Hatırlarsanız geçen sene-"
"Hayır, hatırlamıyorum." dedi ve arkasını dönüp uzaklaşmaya başladı.
Ben de onun peşinden gidip konuşup duruyordum...
"Bakın bu gerçekten çok önemli, Stell'i o yara izinden kurtarmam gerekiyor ve bana sadece Güzellik Tanrıçası yardımcı olabilir. Lütfen Tanrıça Afrodit, sizden ufacık bir iyilik istiyorum sadece! Karşılığında ne isterseniz yaparım..."
Son sözlerim üzerine Tanrıça durdu ve tekrar bana döndü.
"Ne istersem mi?" diye sordu. Eh, söz ağızdan çıkmıştı bir kere.
"Evet efendim."
"Kamptaki üzüm bağlarını biliyorsundur, tarlalardalar. Bana onlardan alıp getirmeni istiyorum."
"Ama Tanrıça'm bizim oraya girmemiz ya-"
"Zaten sana güzellikle git al diyen olmadı, bana onlardan getirmeni istiyorum çünkü bir aşk iksirinde kullanacağım. Dionysos'tan istedim ama vermedi, onun kutsal sembolü olduğu için de zorla alamıyorum."
Yani eğer doğru anladıysam Tanrıça benden Eğlence ve Şarap Tanrısı'nın üzümlerinden çalmamı istiyordu!
"Tamam, kabul. Ama siz de bana üzümleri getirdiğim zaman Stell'in suratını düzelteceğinize dair Styks Nehri üzerine yemin edeceksiniz." dedim otoriterce.
"Bu ne saygısızlık!" diye bağırdı.
"Üzgünüm Tanrıça'm ama Olimpos'tan çok kişiyle anlaşma yaptım ve bu yeminin gerekliliğini biliyorum."
"Tamam Athena kızı, istediğin gibi olsun. Styks Neyri üzerine yemin ediyorum, üzümleri getirdiğin zaman arkadaşının yüzünü düzelteceğim."
İşte bu kadar!
"Teşekkürler Tanrıça Afrodit!" diyerek önünde eğildim ve yanından ayrıldım.
Kampa Stell'den önce varmam ve tarlalara nasıl girebileceğimle ilgili araştırma yapmam gerekiyordu... Uykusuz geçecek bir gece daha beni bekliyordu.