Geceleri zaten uyumayan biriydim, ama kurallara aldırmadan dolaşmayı, canavarlarla dövüşmeyi seviyordum. Tüm gece boyunca Thalia'nın ağacında bekleyip nöbet tutmak? İşte bu pek hoşlandığım bir şey değildi. Kampın güvenlik sınırlarını korumak, melezleri kampa getiren satirlere yardım etmekti görevim. Ama bu da çok sık olan bir şey değildi, genellikle bir canavara bile rastlamıyordunuz bu nöbetlerde. Yine kendimi sıkıcı bir geceye hazırlayıp kulübemden çıktım. Thalia'nın Ağacı'na giderken ihtiyacım olan her şeyi yanıma alıp almadığımı kontrol ettim. Assassin's Heart her zamanki gibi yanımdaydı, acil durumlar için bir parça ambrosia ile bir miktar nektar da sırt çantamda duruyordu.
Nöbet tutacağım için gündüz saatlerinde birkaç saat uyumuştum, sıkıcı da olsa önemli bir görevdi çünkü bu. Kamptaki tüm melezlerin güvenliğinin sorumluluğu üzerimde olacaktı. Saatimden kristal ışık yayıldığında gece yarısı olduğunu anladım, tam zamanında gelmiştim. Thalia'nın ağacı kampın sihirli sınırlarının başlangıcıydı, Melez Tepesi'nin üstünde devasa boyutlarda bir ağaçtı bu. Bu ağacın hikayesini hemen hemen her melez bilirdi.
Bir zamanlar Kıvırcık Çalıdibi adlı bir satir bulduğu üç melezi Melez Kampı'na getirmekle sorumluydu. Bu 3 melez Zeus kızı Thalia Grace, Athena kızı Annabeth Chase ve Hermes'in oğlu Luke Castellan'dı. Görevin önemli kısmı Thalia'nın kampa getirilmesiydi, çünkü kendisi 3 büyük tanrının birinin çocuğuydu. O zamanlar 3 büyük tanrı olan Zeus, Poseidon ve Hades daha fazla melez çocuk yapmama konusunda anlaşmışlardı, bunun sebebi de onların çocuklarının çok güçlü olması ve ne zaman ne yapacaklarının kestirilememesiydi. Bir de büyük kehanet vardı tabi, bu üç büyüğün çocuklarından birinin 16 yaşına basınca Olimpos'u kurtaracağını veya Olimpos'un sonunu getirecek olmasını içeren kehanet. Ama Zeus bu anlaşmayı bozmuştu, bu yüzden Thalia'nın kampa sağ salim getirilmesi çok önemliydi. Ancak Kıvırcık bunu başaramamıştı, kampın sınırlarına yaklaşırken bir canavar ordusu onları pusuya düşürmüştü. Zeus kızı Thalia dostlarının kampa ulaşabilmesi için canavarlara kendini siper etmiş, orada son nefesini vermişti. Annabeth ile Luke kampa sağ salim ulaşabilmişti, ama Kıvırcık Thalia'yı kurtaramadığı için büyük bir tepki toplamıştı. Thalia ölmek üzereyken babası ona acıyıp onu bir ağaca dönüştürmüştü. Arkadaşlarını korumak için kendi hayatını feda eden bu cesur kızın ruhu yıllarca yaşadı bu ağacın içinde, yaşadığı sürece de kampın güven içinde olmasını sağladı. Daha sonra Poseidon'un da anlaşmayı bozmuş olduğunun öğrenilmesi, oğlu Percy Jackson'ın kampa gelmesiyle oldu. Bundan sonra ise işler tam bir yılan hikayesine dönüşüyordu, Luke dostlarına ihanet edip Kronos'un tarafına geçmişti. Sonra da kampın sınırlarının zayıflaması için kendisini kurtaran eski dostu Thalia'nın ağacını zehirlemişti. Kamp tehlikede olduğu için Percy ve Annabeth sihirli Altın Post'u bulup kampa getirmişlerdi, bu büyülü nesne Thalia'nın ağacını yeniden canlandırmıştı. Ama hiç beklenmeyen bir şey de olmuştu, Altın Post Zeus kızı Thalia'yı hayata döndürmüştü. Bundan sonra da kampı Altın Post'un büyüsü korumuştu.
Percy büyük kehanetteki kahramandı, Olimpos'un hala ayakta olmasını ona borçluyduk. Thalia ise 16 yaşına basmadan Artemis'in avcılarına katılmıştı, bu da onun artık yaşlanmayacağı anlamına geliyordu. Bu kararı vermesiyle kehanette bahsedilen melezin o olmadığı kesinleşmişti. Luke Castellan ise Kronos'a bedenini satmıştı, savaşın sonunda ise hatasını anlayıp Kronos ile birlikte kendisini de öldürmüştü. Annabeth Chase de bu savaşın kazanılmasında büyük pay sahibiydi, daha sonra da tanrılar tarafından Olimpos'un mimarı olmakla ödüllendirilmişti. Onun daha sonra Percy ile çıktığını söylememe gerek yok heralde. Kıvırcık Çalıdibi ise kendisine olan güvensizliğe rağmen beklentilerin çok üstüne çıkmıştı. Satirler tarafından kutsal kabul edilen kayıp Tanrı Pan'ı bulmuş ve onu huzura kavuşturmuş, daha sonra da Toynaklı İhtiyar Heyeti'nin bir üyesi olmuştu. Percy ve Annabeth'in en iyi dostuydu aynı zamanda Kıvırcık.
Bu hikayeyi ne zaman düşünsem gözlerim doluyordu. Aynı anda birçok duygu hissediyordum içimde. Dostlarını korumak için hayatını feda eden Thalia'yı düşünüyordum. Sonra da ona ihanet eden Luke'un Thalia'nın ruhunu yaşatan ağacı zehirlemesini... İçimi kaplayan hüzün yerini öfkeye bırakıyordu Luke'u düşününce. Thalia şu an dünya üzerindeki her yerde canavarları avlayan Artemis Avcılarının lideriydi. Ona gerçekten büyük bir saygı duyuyordum.
Saatlerce bunları düşünmüştüm nöbet tuttuğum yerde, saatime baktığımda ise birazdan güneşin doğacağını farkettim. Nöbet saatim sona ermişti, kulübeme dönüp güzel bir uyku çekebilirdim artık, huzurlu bir şekilde...