Pearl Chérie Dior Amphitrite'nin Çocuğu/Kulübe Lideri
Mesaj Sayısı : 315 Kayıt tarihi : 27/04/11
Konu: Yabana Giden Üç Sene Perş. Ağus. 04, 2011 10:25 am
Zaman: Pearl 22 yaşında, bundan 4 sene önce. Mekan: Lotus Kumarhanesi
Yine şu kahrolası görevler... Yani onlarsız da oldukça mutluydum açıkçası; bu göreve yalnız başına çıkmayı seçmiştim. Kayıp bir şey bulacaktım. Ne olduğunu da bilmiyorum. O bana kendisini gösterecekmiş. Yani, ne kadar saçma bir iş. Ne olduğunu bilmediğim, bir göreve çıkmak son derece saçmaydı. Sadece elimde bir adres vardı. Aslında tam olarak bir adres de sayılmazdı. Bir kumarhane yazıyordu. Al işte, her şey daha da kolaylaşıyordu. Las Vegas'taki bir kumarhanede kayıp bir şey aramak... Üstelik Las Vegas'taa, Las Vegas kadar karışık bir yer daha bilmiyorum. Varsa bana haber edin.
Taksi sokakları birbir geçerken elimde tuttuğum tek ipucu olan bu adrese sarılmıştım. Başka hiçbir ipucu da yoktu. Acaba, bu göreve yalnız çıkmasa mıydım? Yani, son derece karışık ve garipti. Birden bir yerin önünde durdu taksi. Gözlerimi kaldırmamla beraber küfretmem bir oldu. Lotus Kumarhanesi ha? Kocamandı!!! Koskocaman... Burada ne olduğunu bilmediğim bir şeyi nasıl bulacaktım. Taksiciye teşekkür edip parasını verdikten sonra yolladım, her ne kadar Amerikan kızı olsam da Amerika'nın taksicilerinden nefret ediyordum. Zorunda kalmasam binmezdim herhalde değil mi?
Taksiden indim ve içeriye girmek için hamlede bulundum. Otelin girişi, yaprakları yanıp sönen kocaman bir neon çiçeğinden yapılmıştı. Karnaval, eğlence, dans? İşte tam benlik şeyler vardı; ama burada kalamazdım şu lanet olasıca şeyi bulup buradan tüymem gerekiyordu. Kapıdan içeri girmemle birlikte gözlerim iri iri açıldı. Vay anasını... O neydi öyle bee? Eğlence severim falan diyordum yaa ben. Bırakın yaaa, buradaki eğlence hiçbir şeye benzemiyordu. Tanrılarım, benim nutkum mu tutulmuştu, yoksa ben ölüp cennete mi gelmiştim? Tamam, bunu kesmeliydim; şu ne olduğunu bilmediğim şeyi bulsam iyi olacaktı. Çevreme bakındım; yani bu şey ne olabilirdi ki? Kayıp nesne, burada... Ah ne biçim görevdi bu?
"Lotus kumarhanesine hoşgeldiniz, buyrun bunlar oda anahtarlarınız. Hesabınız ödenmiştir, eşyalarınız taşınmıştır. Buyurun LotusNakit kartınız o kartın limiti yoktur ve istediğiniz kadar kullanabilirsiniz. " diye bir adam çıktı ve bana bir kart uzattı. Dediklerini idrak etmem zordu. Evet, çok da zeki olmadığımı söylemiştim zaten. Elimdeki kredi kartına baktım, bir şey diyemiyorum; dilim mi mühürlenmişti benim yaa? Birden biraz önce elimde duran çantamın artık elimde durmadığını fark ettim. Hangi arada odama götürülmüştü en ufak fikrim yoktu.
Birden yanımdan bir garson kızın geçtiğini gördüm, fazlasıyla ilginç bir şey kokuyordu. Çaya benziyordu; ama daha farklıydı. Birden bana döndü ve "Lotus çiçeği?" diye sordu. Lotus neyi, diye tekrarladım içimden. Yani, elindeki tepsilerde çiçek şeklinde kurabiyeler vardı. Yani, bir tane alsam ne olurdu ki, almamdan kötü bir şey çıkmazdı sanırım. Gülümseyerek onayladım ve çiçeklerden bir tane aldım ve ağzıma attım. Birden beynimin dönmeye başladığını hissettim. Çok güzel bir şekilde başım dönüyordu. Aslında dönmüyordu. Dünya duruyordu...
Kendimi harika hissediyordum. Heey ben buraya niçin gelmiştim yaa? Hahaha... Hatırlamıyordum. Kumarhaneye ne için gelinirdi? Eğlenmek için... Yihaaaa... Birden gözüme uzaklardaki dans pisti çarptı. Dans pisti... Üzerinde disko topu dönen o eşsiz dans pisti. Tanrılarım, kesinlikte cennete düştüm ben. Nasıl oraya gittim bilemiyorum... Dans pistinin ortasında kıpkırmızı elbisemle -bir dakika ben kırmızı elbise giymemiştim ki, amannn eğleniyoruz şurada; her şeyi de sorgulamamalıyım- dans etmeye başlamıştım. Gerçekten dans, çılgıncasına hiç durmadan dans ettim, saatlerce... Sonunda pis koktuğumu hissettim ve oda anahtarımın üzerinde yazan odaya çıktım. Tanrılarım, bu oda harikaydı. Yani, her taraf tam istediğim şekildeydi. Hayallerimin odasından daha da mükemmeldi. Ben burada yaşamalıydım, sonsuza kadar...
Odama girdiğimde direk kendimi duşa attım, süper bir histi. O yolculuktan sonra duş almak iyi gelmişti. Yani, o görev hiç de kolay değildi. Görev... Görev mi? Evet, benim bir görevim vardı. Birden aklıma gelen görev üzerine aklım başıma geldi. Giyinip hızlıca aşağıya indim. Etrafıma bakınmaya başladım. Kayıp olan bir nesne arıyordum. Daha sonra bir garson kız daha yanıma yaklaşıp "Lotus çiçeği; ya da çayı?" diye sordu. Çay sevmezdim; ama bir çiçeğe hayır diyebileceğimi sanmıyordum. Hızlıca elimi uzattım ve ağzıma o çiçeklerden attım; yeniden dünya duruyor gibiydi...
***
Burada binmediğim hiçbir oyuncak kalmamıştı. Ahh, yanılıyordum. Orada görüyordum; su kaydırağı yapmamıştım. Yani, büyük bir ayıp ediyordum. Su kaydırağına binmezsem olmazdı, ayıp olurdu yani. Koşar adımlarla su kaydırağının yanına gittim, sıra falan hiçbir şey yoktu. Zaten istediğim zaman önümde hiçbir engel olmuyordu. Su kaydırağını bir bikiniyle yapmalıydım, hemen yanda duran bikinilerden bir tane aldım ve LotusNakit'imi uzattım. Tek bir dıııt ve bikini benimdi. Hızlıca üzerime geçirdikten sonra su kaydırağına atladım. Eveet, işte hayat buydu.
Suyun üzerinde bir deniz kızıymışçasına gidiyordum. Uzun zamandır yüzmemiştim. Uzun zamandır mı? Yok canım, burada ne kadardır duruyordum ki? Birkaç güncük yani... O kadar da fazla değildi; ama suya aç gibiydim. Neyse vücudum şu anda suya kavuşmuştu ve rahatlamış gibiydi. Birden zihnimin derinliklerinde bir ses duydum. "Artık gitmelisin..." Ne demek gitmek? Yaa, gitmek de neydi? Biraz daha kalabilirdim değil mi? Su kaydırağının sıçrattığı sular arasında derinden bir kahkaha attım. Su kaydırağından sıkıldığımı fark edince atlayıverdim. Hala üzerimde bikini vardı. Yanımdan garson kızının geçtiğini ve yine bana o çiçeklerden ikram ettiğini gördüm. Kafamdaki ses yine konuştu. "Yeme onları." Niye yemeyecektim ki yaa? Bu kafamdaki ses son zamanlarda çok saçmalamaya başlamıştı. Lotus çiçeğini aldım ve ağzıma doğru götürdüm; tam ağzıma tıkacaktım ki yine konuştu. "Tam üç senedir buradasın. Bunların hepsi hayal. Her şey hayal." dedi. Bir dakikaaaa, şimdi ortada bir şeyler dönüyordu. Lotus çiçeğini ağzıma koymadan indirdim. Odama çıkmalıydım. Garip olan bir şeyler vardı. Elimdeki lotus çiçeğiyle asansörlere gittim ve kendi odamın bulunduğu kata çıktım.
Yeniden duşun altına girdim, biraz düşünmek iyi gelecekti. Kafamda görüntüler ve şekiller yerine oturmaya başlıyordu. Ne yani, ben üç senedir burada mıydım; ama bana bir hafta gibi geliyordu. Duşumu bitirdikten sonra hızlıca banyodan çıktım ve çantamı toplamaya başladım. Burada ne kadar çok alışveriş yapmıştım, yığınla kıyafetim vardı. Tamam, bir haftada bu kadar alışveriş yapmış olamazdım. Yanıma alabileceğim kadarıyla kıyafetleri yanıma aldım ve çantamı sırtıma taktım, gitme zamanı gelmişti. Asansörden aşağı indiğimde biraz daha kalıp birkaç şeye daha binme konusunda ne kadar ısrarcı olduğumu hissettim; ama hayır yeteri kadar eğlenmiştim; ama ya danss? Lanet olsun, içimden o kadar çok dans etmek ve eğlenmek geçiyordu ki. Yine Lotus Çiçeği teklif eden garson kızlar geliyordu; hayır bu kadar yeterliydi. Aralarından hzılıca geçtim; arkamdan insanların geldiğini hissediyordum. Hızlıca koşmaya başladım. Beni buradan o kadar şey yedikten sonra salmayacaklarını tahmin ediyordum zaten. Hızlıca koştum koştum ve koştum. Bir anda dışarıya çıkmayı başarmıştım. Ahh, Tanrılarım... Çevreme bakındım. Hava yine karanlıktı. Etrafıma bakındım, her şey daha farklı geliyordu gözüme. Tamam, buraları çok iyi bilmezdim; ama ne bileyim bir farklıydı.
Çevreme garip garip bakınırken bir anda kendimi kendimi beyaz bir yerde bulmuştum, annem karşımdaydı ve gözleri sıkılganlıkla parlıyordu. "Anne, o sen miydin? Benimle konuşan..." diye mırıldandım. Sadece kafasını sallamakla yetindi. "Üç sene boyunca orada mıydım ben yani?" dedim, yine kafasını sallamakla yetindi. "Peki neden annemi üç sene sonra beni uyarmak aklına geliyor? Orada onlarca sene kalsam aklına gelir miydim haa?" diye bağırdım, evet kendimi kontrol edemiyordum; ama kızmıştım.Çok kızmıştım yani. Üç sene, koskocaman üç seneden bahsediyorduk. Tanrıların aşkına, kim bilir ben yokken kampta neler olmuştur. Yani, şu anda çığlıklar atmak, gerekirse anneme öfkemi kusmak istiyordum.
"Haklı olabilirsin; ama seni oraya yollayan bendim. O saçma görevi sana verdirten kişi bendim. Uzak durman gerekiyordu. Po-" aniden atladım ve sözünü kestim. O kadar sinirliydim ki, demek beni uzak tutmak istiyormuş. "Hiçbir şey duymak istemiyorum anne. San anne demek istediğimden emin değilim. Bir de kaşıma geçmiş, bilerek hayatımın üç senesini çaldığından bahsediyorsun." bağırıyordum sesim muhtemelen havayı yarıyordu. Sonunda sanırım bu hakaretlere dayanamayan annem gözleri yanarak bana baktı. "Pearl Chérie Dior, kendine gel ve annenle özellikle de bir Tanrıçayla nasıl konuştuğuna dikkat et. Seni sadece Poseidon'dan korumak için oraya tıktım. Sadece senin iyiliğin için, şimdi karşıma geçmiş bağırıyorsun. Sence seni orada bırakmak kolay mı oldu sanıyorsun ha?" diye bağırdı. Bana her daim melodi gibi gelen sesi, şu anda da melodisini kaybetmemişti; ama korkulası bir melodiydi. Gözlerimi indirdim ve sustum. Evet, fazla ileriye gitmiştim.
Gözlerimi yavaşça kaldırdım ve anneme baktım, gözlerinde bana karşı duyduğu sevgiyi gördüm. O an için ağlayacağımı hissediyordum. ben Pearl Chérie... Evet, ağlamak istiyordum. Kime neeee? "Ben-ben, özür dilerim anne." diye mırıldandım. Evet, o beni hemen affetmeyecekti; ama özür dilemem gerekiyordu. Gözümden yaşlar akıyordu ve evet ağlıyordum. Gözlerimi açtığımda ise Las Vegas'taki caddelerden birinde olduğumu fark ettim. Gitmişti, umuyordum ki beni affetmiştir...