Kampa yeni gelmiştim ve etrafı dolaşırken bir at kişnemesi duyarak, yanımdaki binayı fark ettim. Burası bir ahırdı. Melez Kampı'nda ahırın ne aradığını merak ederek, içeriye bir bakmak istedim. Hayvanları severdim, hele atlar benim için her zaman özel olmuşlardı.
Kapıdan içeri girer girmez, bu geniş alanın bildiğimiz normal atlara ev sahipliği yapmadığını anladım. Etrafımdaki atların hepsinin kanatları vardı! Beni gördüklerinde kişnemeye başlıyorlardı. Delirdiğimi düşündüm çünkü onların kişneyerek ne dediklerini anlayabiliyordum!
"İddiaya girerim Zeus'un kızıdır." dedi biri. Bir süre bu ihtimal üzerine tartıştılar, sonra ortaya yeni öneriler atmaya başladılar... Şaşkınlıktan donup kalmış, onları dinliyordum.
"Hades kızı tipi yok... Athena da olamaz. Hımm, güzel kız, Afrodit olabilir."
"Saçmalama dostum, şu üstündeki kıyafetlere bak, hiç bu kadar bakımsız Afrodit kızı olur mu? Bence kesin Demeter veya Hestia."
"Hepiniz kesin sesinizi! Kızın Percy'e olan benzerliğini, gözlerinin rengini hala fark edemediniz mi? O Poseidon'un kızı ve eminim şu anda bizi duyuyor." dedi kadifemsi krem rengi tüyleri ve alnında beyaz bir lekesi olan kanatlı atlardan biri. Sonra bana bakarak sevimli bir ses çıkardı, sanırım selam vermişti. Ben de ona başımla selam verdim.
Gözlerine bakamıyordum çünkü kanatlarını incelemekten kendimi alamamıştım. Bir atın nasıl kanatları olabilirdi?
"Çocuklar şaşkınlığına bir baksanıza, hayatında ilk kez pegasus görüyor sanki!" dedi içlerinden biri.
"Pega... Ne?" diye sordum şaşkınca. Tabii, cahilliğim üzerine ağırdaki tüm atlar kişneyerek gülmeye başladı, biri dışında.
"Besbelli kampa yeni gelmiş. Kızcağızla uğraşmayı bırakın!" dayanamayıp kanatlı atın yanına gittim ve başını okşamaya başladım. Çok zeki bir hayvana benziyordu. Ve... otoriterdi, sözleri üzerine ahırda çıt çıkmıyordu.
"Bize Pegasus derler Poseidon kızı, yani Yunan mitolojisinin meşhur kanatlı atlarıyız. Peki... sen kimsin?"
"Ah evet, şimdi hatırladım. Mitoloji dersinde sizden bahsetmiştik. Adım Rosamarie, yani kısaca Rose. Senin adın var mı?"
"Hayır, Rose. Sahibim olarak adımı senin koyman gerekiyor." dedi pegasus.
"Ne? Yani... senin sahibin mi olacağım?" sesim heyecandan biraz fazla yüksek çıkmıştı. Bir at tıslayarak beni uyardı.
"Tabii eğer istiyorsan. Sistem böyle, bir melez ve bir pegasus iyi anlaşırlar, sonra melez ona bir isim koyar ve onun sahibi olur. Bu arada, bana biraz şeker vermeye ne dersin sahip?"
"Ah, tabii ki." dedim ve orada masanın üzerinde duran küp şekerlerden biraz alarak pegasusuma yedirdim.
"Bu arada, sana ne isim vereceğimi biliyorum sanırım. Adını Daphne koyacağım, senin de hoşuna giderse tabii."
Bunun üzerine Daphne gülerek şu cevabı verdi: "Bu isme bayıldım Rose, gerçekten Deniz Tanrısı'nın kızı olduğun çok belli. Sık sık ziyaretime gel olur mu?"
Şimdi gülme sırası bendeydi. "Merak etme Daphne, seni hiç ilgisiz bırakmayacağım. Hem... belki birgün seninle uçarız da."
"Bunu sabırsızlıkla bekliyor olacağım, görüşürüz. Kendine dikkat et."
"Tamamdır, sen de kendine iyi bak, güle güle."
Sonra ahırdan ayrıldım ve heyecanla kulübemin yolunu tuttum. Günlük tutan sevimli ve cici kızlardan değildim ama bugünü bir yere not almalıydım. Odadaki en uygun yer duvar gibi göründü gözüme... Ve ağabeyimin garip boynuzunu astığı yerin yanına şöyle yazdım:
Melez Kampı'ndaki 2. günüm. Daphne ile tanıştım, artık o benim pegasusum. /Rose.