Ufaklığın parlak fikri büyük ihtimalle hayatımızı kurtarmıştı. Arabaya ilk bindiğimizde ikimizin de telaşa kapıldığını sezmiştim ama sonrasında bunun lüzumsuz olduğuna karar verdim. Sonuçta bu araba aslında dünyayı aydınlatan o güneş olsa da, sıradan bir mekanizma ile çalışıyordu ve ben de ehliyeti olan ve araba sürme konusunda deneyim sahibi bir şofördüm. Elbette rahatlığımda ablam Thalia'nın bu arabayla yaşadığı ve yıllardır kampta anlatıldığına şahit olduğum rezil hikayenin de payı vardı. Ben arabayı çalıştırıp onu uçurmaya başlayınca, Lia rahatlayarak derin bir nefes aldı. Arkaya dönüp Hephaistos'a baktığımda, tamirhanesinin önünde bize tehditkar bir biçimde yumruk salladığını gördüm. Nedense onu atlatmış olmanın verdiği zevk ile kendimi oldukça mutlu hissediyordum. Belki de şimdiye dek fark etmemiş olsam da tüm tanrılar gibi ona da iyiden iyiye kıl oluyordum. Lia da benim gibi düşünüyor olacak, ondan kurtulduğumuza emin olduktan sonra bir kahkaha attı ve ardından da "İnanamıyorum, bir tanrıyı atlattık!" diye bağırdı neşeyle. Arkamızdan gelen ses üzerine bir an için direksiyon hakimiyetimi kaybettim: "Ama başka bir tanrıyı atlatamadınız!" Ne yazık ki sesin sahibi feci şekilde sinirlenmiş olan Tanrı Apollon'du. Bir süre bu durumdan nasıl kaçabileceğimizi düşündükten sonra hiç kaçma olasılığımızın olmadığını anlayarak buharlaştırılmaktan kurtulma çabasıyla "Tanrı Apollon! Kötü bir niyetimiz yoktu. Biz... Biz sadece biraz eğlenmek istemiştik." dedim sesimi masum tutmaya çabalayarak. Aniden dürüstlüğü tutmuş olan Lia ise "Şey, bir de size ders vermek." diye ekledi. Ona hızlıca pis bir bakış attıktan sonra Apollon'un işareti üzerine güneş arabasının sürücü koltuğundan kalktım ve direksiyonu tekrar ona verdim. Apollon bir süre düşünceli bir şekilde bizi süzdükten sonra -ki bu esnada üç kez kaza yapmanın kısıyınsan dönmüştük- "Pekala, Drake, sen benim küçük kardeşimsin ve kesinlikle iyi bir sürücüsün. Cornelia, sen de takdire şayan bir cesarete sahipsin. Hımm, bu seferlik canlarınızı bağışlıyorum. Şimdi, gözlerinizi kapatın." dedi. İkimiz de hiç ikiletmeden dediğini yaptık. Birkaç saniye sonra gözlerimi açtığımda, kendimi kampın meydanında buldum. Hemen yanımda duran Lia'ya sarıldım ve "İnanamıyorum! Hala yaşıyoruz!" dedim. Ufaklık bilmiş bir edayla kahkaha attı ve "Eh, bunu benim cesaretime borçluyuz elbette." diyerek göz kırptı. Kaşlarımı çatarak "Hayır, benim iyi direksiyon hakimiyetime." dedim. İkimiz de kulübelerimize doğru yürümeye başladık ve yol boyunca da bunun tartışmasını yapmaya devam ettik. Aslında, bu tartışmayı daha uzun yıllar boyunca bıkmadan yapmayı sürdüreceğimizi hissediyordum. Lia'yı kulübesine bıraktıktan sonra onun içeri girmesinden hemen önce "Akşam yemeğine başlamadan önce Apollon'a adak sunmayı unutma." dedim. Sonuçta, aslında hala nefes alıyor olmamızı ne ufaklığın cesaretine ne de benim sürüş becerime borçluyduk. Hayattaydık çünkü Tanrı Apollon yufka yürekli bir tanrıydı.
Rp sonu.