Kadife gecenin sessizliğini bozan fırtına gittikçe daha da güçleniyordu. Yağmur hiç böylesine şiddetle vurmamıştı cama, rüzgar ise hiç böyle çığlık atmamıştı. Fırtına dışarıdaki hayatı tamamı ile yok etmişti. Her fare deliğinde uyuyor, böcekler şifalı toprağın altına saklanmış, kediler, köpekler bazı evlerin garajlarına, boş veya terk edilmiş alanlara sığınmış, kuşlar ve sincaplar ise ağaç kovuklarının içine yerleşmeye çalışıyorlardı. Astrid ise bütün bunlardan habersiz bir şekilde büyük ve yumuşak yatağında pamuksu yorganların altında sıcacık bir şekilde uyuyordu. Fakat gerçek bir uyku için sadece sıcak ve yumuşak bir yer yetmiyordu - en azından Astrid için. Çünkü o son bir buçuk yıldan beri haftada en az iki kere aynı rüyayı görerek çığlıklar ve ter içerisinde ağlayarak uyanıyordu. Son birkaç aydır ise neredeyse haftanın her günü bunu yaşıyordu ve bu gecenin de diğer gecelerden farkı yok gibiydi...
Astrid çığlık atmamıştı. Sadece sessizce ağlayarak uyanmıştı. Bu rüya diğerlerinden biraz daha farklıydı. Normalde -ki bu artık Astrid için 'normal' olmuştu- uzaktan O'na yapılan işkenceyi seyreder ve onun acı çığlıklarına dayanamazdı. Fakat bu sefer rüyayı onun gözlerinden görmüştü. Bedenine -adamın ve kendisinin bedenine- yapılan bu işkencenin acısını her hücresinde hissedebiliyordu. En sonunda yere yığılıp kalmış bir şekilde ölmeyi -yani uyanmayı- bekliyordu. En sonunda bedenin içinden zihnine doğru akan acı dalgası ile adamın sesini işitti.
"Beni bu acıdan kurtarabilirsin. Bunu yapabilecek tek kişi sensin."Kız acı içinde feryat etmeye başlamıştı. Adamın sözlerinin yankısının kaybolduğu sonsuz sessizliğe doğru sorular soruyordu, çığlıklar atıyordu. Fakat hiçbir cevap alamadan uyanmıştı. Sessizce ağlayarak ve kendisini ele geçiren bu anlamsız kederin demir kafesine hapsolduğuna şaşırmış, kafası karışmış bir şekilde uyanmıştı. Yavaşça sağ duyusunun ve mantığının duyguları tarafından ele geçirilmiş beyinde usulca belirmesine izin vererek kendini toparlamaya, düşünmeye çalıştı. Son bir buçuk sene boyunca her gece aynı rüyayı görmenin bir anlam taşıdığına inanmak istiyor ve bu konu hakkında karar alma zorunluluğu hissediyordu. Fakat insan beynin sınırlamaları bunun olabileceğine kesinlikle izin vermiyordu. Fakat bu sefer diğerlerinden farklı olacaktı...
***
Astrid kendisini hava alanında, elinde bütün dolabını ve neredeyse bütün önemli eşyalarını taşıdığı koca bir valizle baş başa buldu. İnsan beyninin sınırlamaları kalbinin mantığına el vermiyordu fakat bunun yapılması gerektiğini, mantığına ve sağduyusuna bir süreliğine zincir vurulmasının aciliyetini ve zorunluluğunu hissedebiliyordu Astrid. Fazla vakit kaybetmeden ve kararından dönmeden çenesini dikleştirerek sert adımlarla gişeye doğru yürümeye başladı. İlk kalkan uçağa bilet alacaktı. Leningrad...
Koltuğuna oturduğu anda rahat bir nefes aldı Astrid. Onun için yorucu olacaktı bu yolculuk, biliyordu. Fakat merakının ve hislerinin tükenip ona verdikleri cesaret, güç ve azmi ondan alacaklarından korkmuyordu. Onların artık içinde bitmez tükenmez bir nehir, ırmak hatta bir şelale olarak çağladığını hissedebiliyordu. Kükreyen suları ise ona gideceği yerin ismini fısıldıyorlardı. Hermitage Müzesi. Astrid birkaç araştırmanın faydalı olduğunu düşünüyordu. Çünkü Rusya kaybolma veya başını belaya sokma ihtimalinin en yüksek olduğu ülkelerden biriydi. Leningrad ise şu an ki adıyla St. Petersburg'du. Hermitage Müzesi Neva Nehrinin kenarında, Rusya'nın en büyük müzesi idi. Orada kendisini nelerin bekleyeceğine karşı hiçbir fikri yoktu.
***
Koşuşan insanların arasında itile kakıla, zorlukla ilerlemeye çalışıyordu. Çantasını sıkıca kavramış, olası tehlikelere karşı önlem almak niyetindeydi. Hem ayakları hem de kalabalık sayesinde Kış Sarayı'na ulaşabilmişti. Meraklı adımlarla ilerlemeye başlamıştı ki kolunun mengene gibi sarılıp çekilişini hissetti. Bir adam onu bir yerlere sürüklüyordu. Astrid itiraz etmek ve yardım çağırmak istiyor, hareket ederek kurtulmak istiyordu fakat sanki beyni ve bedeni uyuşmuştu. Sadece korkudan büyümüş ela gözlerinin yoldaki birkaç ayrıntıya yakılması ve kalbinin dehşetle ritimsizce atması dışında vücudunda hiçbi hareket yoktu. O sırada beynindeki panik selini dindirecek ve ferahlatacak berraklıkta bir ses ona sakin olmasını fısıldadı. Astrid bütün korkularını dışarı atarak bedeninin kontrolünü ele geçirdi. Soğukkanlılıkla ve dikkatle kendisini çekiştiren adama fısıldadı.
"O nerede?"Adam ona bakmıyordu ama sorusunu duymuştu. Gıcırdayan tahta sesi Rus aksanıyla karışmış bir şekilde kulaklarına ulaştı.
"Bunu size söyleyemem. Sadece takip edin ve zorluk çıkarmayın lütfen."Astrid sadece denileni yaparak adamın kendini sürüklemesine izin verdi...
***
Boş sokaklardan, devasa kapılardan, bir yatla koca bir nehirden geçti. Şimdi ise gecenin karanlığında, saldırgan bir ormanın içinde gotik bir tarzda inşa edilmiş bir malikaneye gidiyordu. At arabası yavaşça durdu ve Astrid hiçbir şeyi sorgulamadan arabadan inerek malikaneye yürümeye başladı. Adam onun yanında tereddütlü adımlarla ilerliyordu; Astrid tehlike ve korkunun boğucu fakat bir o kadar tezat olan keskin kokusunu alabilmişti. Malikanenin Demir kapısı sertçe açıldı ve Astrid tereddütsüz, soğuk bir dikkatle içeri girdi. Ayakları nereye gitmeleri gerektiğini biliyordu. Merdivenleri, koridorları ve kapıları geçerek bir odaya ulaştı. Oda şöminedeki ışıkla yumuşamış, kadife halı ve örtülerle ağır fakat sıcak bir hava yaratılmıştı. Odanın karanlık köşesinde sadece ayın keskin ışığıyla odaya tezat bir soğuklukla parıldayan bir adam yavaşça arkasını döndü. Yüzünü göremiyordu ama O olduğunu hissetmiş ve kendisine inanamayarak rahatlamıştı. Huzur damarlarında akkor bir sıcaklıkla akıyordu.
"Yeni hayatına hoş geldin, küçüğüm." Sesin sert bir yüzeye çarpan buz ve cam parçalarını andıran tınısı Astrid'i heyecanlandırmıştı. Sonrasında tek hatırladığı sesin katmanlarında boğulurken onu tek rahatsız eden şeyin açlık olduğunu fark etti. Kana duyulan ihtiyaçtı onu aç kılan...