Meraklı adımları onu, kafası bulanık olduğunda sık sık gezindiği ormana doğru sürüklerken aklındaki tek şey, Yunan melezlerin sıkça bahsettiğini duyduğu pegasuslardı. Nedense herkes bu yaratıklardan büyük bir keyifle, sanki çok kıymetli şeylermiş gibi söz ediyordu ve bu istemeden de olsa ilgisini çekmişti genç kızın. Daha önce adını hiç duymadığı bu varlıkların nasıl bir şeye benzediğini gerçekten de çok merak ediyordu. Sık ağaçların arasından çıkıp da kendini bir açıklıkta bulduğunda, karşısında bütün sadeliğiyle ve çekiciliğiyle duran küçük bina, bir anda dikkatini çekivermişti. Özellikle de kapısındaki bir çift kanat görünümündeki motif, hiç düşünmeden ve başka hiçbir şeye ilgisini vermeden o binaya doğru yürümeye başlamasına neden oldu. Sanki görünmeyen ve nedeni belli olmayan bir güç, onu oraya çekiyordu. Kapıdaki motiflere bir an için dokundu, sonra da cüssesine rağmen hiç de ağır olmayan kapıları ittirerek açtı. İçerisi düzenli ve dışardan görünüşüne kıyasla daha da geniş olan bir ahırdı. Aslında bu kadar büyük bir yerin temizlenmesinin daha zor olması gerektiğini düşünüyordu, ama etraf çok düzenli görünüyordu ve insanı rahatsız etmeyen, hatta hoş denebilecek bir koku vardı. Düzenli nefes alıp vererek ilerledi ve yanından geçtiği bölmelerin içine tek tek bakmaya başladı.
Kocaman atlar, gerçekten de tahmin ettiğinden ve çevresinden duyduklarından çok daha güzel ve görkemli görünüyordu. Heyecandan adeta nefesi kesilmiş gibiydi genç kızın. Atların bazıları uysal ve utangaçtı, bazıları ise bölmesinin yanına geldiğinde hırçınlaşmaya başlıyordu. 'Tıpkı insanlar gibi. Hepsinin kendine özgü bir kişiliği olmalı.' diye düşündü genç kız, bir nedenden dolayı bu hoşuna gitmişti. Hepsinin farklı bir renk olması da güzelliklerini ön plana çıkaran başka bir unsurdu. Bölmelerden birinin önüne geldiğinde, sanki biri onu olduğu yere mıhlamış gibi anında donup kaldı. Neden böyle bir şey hissettiğinden emin değildi, ama içerdeki pegasus onu inanılmaz derecede çekmişti. Kum renginde tüyleri vardı, aralarında duman lekesi gibi görünen füme rengi lekeler vardı. Gözleri ise alev alev yanıyormuş gibi kızıl renkliydi. Trans halindeymiş gibi elini kapının kilidine uzattığında, pegasus hırlar gibi bir ses çıkardı. Uzak durmuyordu, ama genç kızı daha da yaklaştırmak istemiyormuş gibi bir hali vardı. Bunu gören Isis, sabırla onun kapıya yaklaşmasını bekledi. Bir süre sonra kanatlı at kapıya yaklaşmış ve kızın burnunu okşamasına izin vermişti. 'Sen çok güzelsin.' diye fısıldadı genç kız neredeyse huşu içinde. Ata verebileceği bir şey olup olmadığını düşündü yanında. Sadece iki tane çikolatası vardı. Pek emin olamasa da çikolataları cebinden çıkardı, kağıtlarını açtı ve pegasusa uzattı. At bunları bir hamlede elinden kapıvermişti. Kıkırdayan Isis, bir anda pegasusu ilk gördüğünde neden o kadar etkilendiğini anlayıverdi. 'Seth... Senin adın Seth olsun. Çölün, fırtınaların ve kaosun tanrısı.' Şu anda oldukça farklı bir ortamda olmasına rağmen, köklerine bu kadar bağlı olması komik bir durumdu belki de, ama bu ad hem hoşuna gitmişti, hem de pegasusa uyuyordu. Bir süre daha keyifle pegasusu okşadıktan sonra okçuluk taliminin olduğunu hatırladı. 'Tekrar geleceğim. Şimdilik hoşçakal.' Son bir kez pegasusuna baktıktan sonra istemeye istemeye ahırdan dışarı çıktı.