Ay ışığının sükûnet içerisinde Santa Maria sokaklarını kara bir örtü misali kapatırken, dünyanın başka bir tarafında, kavurucu sıcak evlerin pencerelerinden içeri doğru yavaşça süzülüyor.
Güneş isteksizce, şevkle her gün hayat verdiği aydan uzaklaşıyor. Diğer aktif insanlardan farklı olarak hayatlarını monoton geçiren insanlar bekliyorlar ayın onlara eşlik etmesini. Kimisi korkuyor ayın umutsuz ışıklarından. Kimisi de istiyor gündüzü, kara bir örtü misali kapatmasını Kimisi umutluca bir güne başlıyor yaşam için, kuvvet için, amaç için, kimisi korkularından kaçmak izin zamanın akmamasını istiyor. Şükürler içerisinde tanrıya yakaran kullar, ibadetlerine devam ediyor. İsteklerini, duygularını en rahat biçimde paylaşıyorlar tanrılarıyla. Göremediklerine, bilemediklerine, taşlara, göğe, toprağa, suya, kana, aşka veya şevke.
Mistik canlıların, ormanların, kuşların, çiçeklerin, yaprakların hayatı bitiyor ay ışığıyla beraber. Ahenk içerisinde kalmaya çalışıyor gündüzcüler ve gececiler. Alışılageldik olayların ahengini bozmamak için direniyorlar yaşama karşı. Kimisi için güneşin kendilerine küsmesinden veya öfkelenmesinden korkuyor. Bir nefse hakim olmak için yalvarıyorlar göremedikleri tanrılarına. Kimisi için bir 'yeşillik' bırakıyorlar her gün doğaya. Renk katıyorlar onlar, hayata ve insanlığa.
Yaşlı irem bahçelerinden umutsuzca kopmuş çiçeklerin rahatlatıcı kokusu yayılıyor etrafta. Ladin ağaçlarının aralarındaki kıpırtısı ise tüyler ürpertiyor. Dikkatimizi çekmeyen mantarlar, bir ağaçların kolları altında karanlıklara gömülmek istiyor. Heyecanla beklerken güneşi bazıları ve isteksizce beklerken umutsuz gün ışığını bir çoğu. Güneş gibi bir kuvvetin dâhi nefsinin olmamasına ahengle ay hakimiyetini devam ettiriyor.
Boğazının kuruluğunu acı bir şekilde ödüyordu. Uykusunu alamamış hâlinden dolayı üşeniyordu kalkmaya. Sessiz odanın içerisinde bekliyordu gün ışığını. Kuvvetlice yapabildiği tek şey derin soluklarıyla loş odanın içerisinde.Uzanmış olduğu, beyaz çarşafının üzerinde yeşilimsi bir tonda gayet şık bir yorganın bulunduğu yatak zindan katındaydı. İçerideki rutubet, burnuna gelen buram buram iksir kokusu onu rahatsız etmiyor değildi. Arada bir güneşin, sarı ışığı girmeye çalışsa da, minik pencerelerden, zemindeki su birikintilerinin üzerini azıcık parlatmaktan başka hiçbir işe yaramıyordu bu çaba. Portrelerle, gotik tarzda dikilmiş, klişe ortaçağ okulu sütunlarıyla, nereden geldiği belli olmayan gümüşi bir ışık parlamasıyla, arada bir okul hademesinin, ceza zindanlarından gelen o korkunç fakat bir o kadar da garip kahkahası duyulmaktaydı.Önce, usulca, hiçbir şekilde döşenmemiş olan zemine basmak için terliklerini getirdi yanına bin bir zorlukla. Demirliklerin ötesinde, kafasını bayağı bir yukarı kaldırarak görebildi yeni doğmakta olan güneşi. Ama umursamıyordu o bunu. Yaratmanın gizli sarhoşluğunda her şeyin yaprak açtığı, kaynadığı ve tohum verdiği ılık, tatlı, kokularla dolu bir ilkyaz havasını andıran sanat havasını solurken; ruhunu, duyulara karşı bir nefret ve kin, bir temizliğin ve sizliğin namusluluğuna olan susuzluk kaplıyordu. Ve bundan yalnızca bir sonuç çıktı: Birbirine karşıt eğilimler arasında sallanarak, buzdan bir maneviyatla kemirici bir şehvet arasında sendeleyerek, vicdan azabı içinde, öldürücü, olağandışı, serseri, şaşırtıcı, hovarda bir yaşam sürüyordu. Ve o, Josh, bundan tiksiniyordu.
Mümkün olduğunca aldırış etmeden doğruldu yatağının üzerinde. Geniş balkanun aralanmış kapısından sızan ılık rüzgar hoşuna gidiyordu. Buz gibi eliyle bir bardak aldıktan sonra diğer elinin desteğiyle doldurdu suyunu. Geriye yavaşça dönmesinin ardından balkona doğru hafif adımlarla yürümeye başladı. Gittikçe etkisini arttırırken rüzgar, suyunu yudumlamaya koyuldu. İçine büyük bir rahatlık katan suyun, nefsini kırbaçlamasıyla balkonun olduğu noktaya geldi. Rüzgar vücudunun üzerinde bütün etkisini gösterirken ay ışığını seyretmek paha biçilemezdi.