Thalia'nın Ağacının altında uzanmış dinleniyordum. Gözlerimin kapalı olmasına rağmen parlak bir ışık fark ettim. Babamın "Merhaba Seth."demesiyle yerimden fırladım. Şaşkınca gözlerimi ovuşturdum. Babam gerçektende karşımda duruyordu. Aklıma konuşmam gerektiği geldi "Merhaba baba."diyip önünde eğildim. Babam elini omuzuma koyup "Kalk oğlum. Olimpos'ta değiliz."dedi. Biraz mahcup bir şekilde doğruldum. Babam gene beyaz gömlek ve kot pantolonuyla karşımda duruyordu. Kestane saçları karmakarışıktı ve gözleri her zamanki gibi muzipçe parlıyordu. Babam yere oturup "En son ne zaman bir göreve çıktın?"diye sordu. Yanına oturup "Kamptan dışarı hiç çıkmadım ki."dedim. Aslında bunu söylemek biraz rahatsız ediciydi. Kamptan bir kez kaçtığım için değil. Hiç göreve gitmediğim için. Babam bakışlarını bana dikip "Öyle mi? Oysa benim kulağıma bir ara eve gittiğinle ilgili haberler geldi."dedi. Utancımdan etrafa bakınarak "Sanırım kaçtığımı biliyorsun."dedim. Sonrada uslu bir çocukmuşum gibi 32 dişimi gösteren bir gülümsemeyle ona döndüm. Kaşlarını kaldırıp "Eğer gece geç saatte kaçmasaydın sana kızmazdım. Ama hem geç saatte hemde yalnız başına gittiğin için biraz kızdım. Sonuçta canavarlar saldırabilirdi."dedi. Gözlerimi devirip "En azından sıkıcı hayatımda bir macera yaşamış olurdum."dedim. Kahkaha atıp bana birden elinde beliren küçük bir paketi uzattı. Paketi elime aldığımda "Kendimi ajan gibi hissettim. Paketi açtıktan 10 saniye sonra patlamayacak değil mi?"diyip paketi incelemeye başladım. Kare biçiminde bir şeyi sarıyordu. Babam başını sağa sola sallayıp "Çok fazla film izliyorsun evlat. Hadi aç paketi."dedi. Biraz kararsız kaldıktan sonra paketi açtım. İçinden kahverengi bir kutu çıktı. Kutunun kapağını kaldırdığımda bir bileklik vardı. Deri kayışı vardı ve demirden iki ucu birbirine bağlama yeri vardı, yan yana dizilmiş bir kaç demir şekilde bilekliği süslüyordu. Babam bilekliği eline alıp "Süslerini demir sanabilirsin. Ama ilahi bronzdandırlar. O yüzden parlıyorlar. Neyse bu sadece senin tek bir kelime söylemenle, gördüğün süslerin birleşmesiyle kalkana dönüşecek bir bileklik. Ona iyi bak."dedi ve bilekliği, bileğime taktı. Babam bilekliği taktığı an içimden bir enerji akımı geçti sanki. Babam gülümseyerek ayağa kalktı "Sizi, seni, her zaman izliyorum unutma."dedi. Hızlıca ayağa kalkıp "Bekle, dur! Peki o kelime ne? Ve eğer kalkana bir şey olursa ne yapacağım?"dedim. Babam biraz bekledikten sonra "Kalkana birşey olmaz. Yalnızca bilekliğine sahip çık. Kelimeye gelince... Şovalyeler demen yetecektir. Bu arada endişelenme bileklik başkasında işe yaramaz. Ses tarama özelliği var çünkü. Genede kaybedeyim deme!"diyip bana göz kırptı ve ben daha anlamadan o altın ışıkla birlikte yok oldu. Nedense yanık kokuyordu. Etrafa bakındıktan sonra kıyafetlerimin bir kaç yerinin yanmış olmasından kaynaklandığını anladım. Bilekliğe biraz göz attıktan sonra "Şovalyeler."dedim. İlahi bronzdan yapılmış süsler birleşmeye başladı. Önce yuvarlak şeklini aldılar, daha sonra büyerek; yanları altın, içi siyah ve ortasında kahverengi bir şeklin içinde, kaplan gibi birşeyin olduğu kalkan şeklini aldı. Kaplan şeklinin altında da iki küçük bir tane de büyük şovalye işareti vardı. Nerdeyse 90 cm uzunluğunda, 50 cm genişliğindeydi ve üçgen şeklinde aşağı doğru iniyordu. Kayışları şimdi kolumun bir kısımını sarıyordu. Sırıtarak kalkanıma baka kaldım. Parlamasıda ayrı birşeydi. Bu güzellik karşısında yutkunup tekrar "Şovalyeler."dedim ve kalkan küçülerek yuvarlak halini aldı. Sonrada 4 küçük ilahi bronzdan süs halini aldı. Ve deri kayışıda bileğime kadar kısaldı. Bunu diğerlerine göstermek için daha fazla bekleyemedim ve Hermes Kulübesine doğru koşmaya başladım.