Mirabella LaPiere Demeter'in Çocuğu/Doğa Bilimleri Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 863 Kayıt tarihi : 01/11/10
| Konu: Lanetli Gün Salı Nis. 26, 2011 2:56 am | |
| Yola koyulma vakti yine gelmişti onun için, çantasına her zaman ki gibi bir yığın işe yaramaz ıvır zıvır oldurmaya başladı. Belki gereksizdi, lakin atmaya kıyamadığı kesindi. Çantasında ki eski aynanın bile onda taşıdığı manevi değeri unutamıyordu. Her ne kadar aynanın yüzeyinde çatlaklar oluşmaya başlamış, bakıldığında insanı komik gösterecek bir görünüm sergilese de vazgeçilmezleri arasında yer alıyordu mini eşyası. Belki de komik gösterdiği için atamıyordu kim bilir? Çantasında ki eşyalara son bir kez daha baktığı zaman her şeyin tastamam olduğu kanısına varmıştı. Kendi onayı ile birlikte pegasus ahırlarına doğru yol almaya başladı. İstikamet New York’tu… Babasın yanı. Bir diğer değişle hayatında ki kadim dostu. Bu gerçeği hayatında asla değişmeyeceği kanısındaydı, değişmesini de istemiyordu zaten. Ahırlara geldiğinde Pooky’i alıp krem rengi tüylerini okşamaya başladı. Epeydir ilgilenmediği açık bir gerçekti. Her gün kampta olmasına göre ahırlara fazla uğrayamıyordu son zamanlar. Pooky’i ihmal ettiği için de pişman olmuştu diğer açıdan, çantasından çıkardığı çikolata kaplı kurabiyeyi pegasusuna uzatıp biraz ilgilendikten sonra yolculuğa çıkmak için hazır olduğu kanısına vardı. Pooky’e binerek yine gökyüzü yolculuğuna başlamış oldu. Diğer bir açıdan uçaklardan daha iyi olduğu kanısındaydı. Belki de pek çok sıkıcı insan arasında olmadığı içindi onun için. Sonuçta kalabalığı sevmeyen biriydi, sıkıcı toplantılar ve kalabalıktan kurtulmak onun için ayrı bir hazdı. Kendisiyle baş başa yaptığı yolculukta yol arkadaşı sadece Pooky ve ona eşlik eden kuşlardı.
Uzun bir yolculuğun ardından New York’a varmıştı. Bir gün kesinlikte harita işi ile uğraşmayı düşünüyordu, kuş bakışı yaptığı yolcuğunda New York’un semalarını görebiliyordu. Karınca terimiyle etrafta koşuşturan insanlar komik bir izlenim yer alıyordu, ama aynasında ki görüntüden daha eğlenceli olamayacağı kanısındaydı. Pooky’i bir uçak kullanırcasına alçaltarak arka bahçelerine başarılı bir iniş yapmıştı. Pegasus pilotluğunu sevdiği söylenirdi, tamam belki bir uçak kullanamıyordu ama yine de hava yolculuğu yapabiliyordu. Zili çaldığında kapıyı karşı komşuları bayan Camryn’ın açtığını görmüştü. Yüzünde ki gülümseme bir anda sönmüştü, babasının az Camryn ile tartıştığını görmemişti. Kendisi de çocukken hep bu tartışmaya katılır babasından geri durmazdı. “Ne işin var burada Davis?” Camryn üzüntülü bir eda ile genç kıza bakıyor, geçmişte ki yaşadıklarını sadece kötü bir anı olarak silinmesini istiyordu. “Henry… Baban” sözcüler ağzından tek tek dökülüyordu. Genç kız ise kendisini kaplamış öfke ve merak içerisindeydi. Bir yandan Camryn’nin geliş sebebini diğer açıdan ise babasına ne olduğunu merak ediyordu. Öfkeli bir ses tonu ile “konuş ne oldu?” Camryn genç kızı içeri alarak koltuğa oturmasını söyledi. Anna ise sabırsız bir eda ile olayların bir an önce anlatmasını arzu ediyordu. Camryn boğuk sesi ile yeniden konuşmaya başladı; “baban bir kaza geçirdi tatlım, ama üzülme durumu iyi. Şu an odasında buraya ona bakmak için gelmiştim.” Genç kız sadece ilk kelimeyi idrak edebilmişti, diğer sözcükler sadece hayal olarak hafızasında yer almıştı. Telaşla merdivenleri çıkmaya başlamıştı, göz yaşlarını diğer yandan eliyle siliyordu. Babasının asla onu ağlarken görmemsini istediğini biliyordu, küçükken söz vermişti her ne olursa olsun ağlamayacağına dair ama verdiği sözlerde durma konusunda iyi olmadığını yeni yeni idrak etmişti. Artık düşündüğü ne verdiği söz ne de Davis’in evlerinde olmasıydı. Düşündüğü sadece yatakta olan kadim dostuydu. Kapısını yavaşça açtı, mavi gözleriyle etrafa bakınmaya başladı. Camın önünde arka bahçeye Pooky’e bakan adam kapının kapanmasıyla birden arasını döndü, yüzünde yine tatlı bir tebessüm vardı. Öte yandan ise söylemek istediği ama anlatamadığı pek çok olay… “Geldiğini gördüm.” Genç kız babasının boynuna sarılarak artık ömrünün yarısına merdiven dayamak üzere olan adamın yanağına bir buse kondurup “ne oldu?” diyebildi. İçini kemiren merak duygusuna dur diyemiyor, küçük bir çocuk edasıyla gök mavisi gözlerini babasına dikmiş ondan gelecek cevabı bekliyordu. “Bak güzelim, hayat devam ediyor her olursa olsun. Hiçbir şey için canını sıkmaya değmez, hem sen ağladın mı?” Henry kızının gözünden akan yaşı silerek sana ne demiştim edasıyla baktıktan sonra cümlesinin devamını sıkıntıyla getirmeye başlamıştı. “Sana hani bir yolculuğa çıkacağımı söylemiştim hatırlarsan, işte o yolculukta olan kaza sebebiyle çoğu kişi hayatını kaybetti ve Nora’da.” Genç kız New York’a gelip gelmeme konusunda artık kararsızdı. Hayatında güvendiği ve değer verdiği bir başkasının kaybı kalbinin derinliklerinde bırakmış bir boşluktu. Zihninden Nora ile geçirdiği zamanlar gelmişti. Kampa gittiğini ve melez olduğunu babası harici sadece Nora ile paylaşmıştı ve sırrı onunla birlikte ebediyete karışmıştı. Son görüşmelerini bu şekilde sonlanmasını istemiyordu, kamptan sonra gerçekleştirecekleri düşler gözünün önünden silinmişti birden. Sadece hoş bir anı olarak zihninde yer edinmişti. Hayali bir arkadaş gibi… Sesi sanki bayan Davis’i anımsatıyordu, babasını yanında gözünden bir damla daha yaş akmasını istemiyordu. Boğuk sesiyle içten bir şekilde “üzgünüm” diyerek odadan çıkarak var gücüyle koştu. Arka bahçeye giderek Pooky’nin yanına gitti.
Onu sakinleştirecek tek şey vardı, Nora ile gittikleri park. Ne zaman canı sıkkın olsa oraya gider dertleşirlerdi, Pooky’e binerek Central park’a doğru yola koyuldu. Ateş böceklerinin küçük ışıkları ve çekirgelerin cılız sesleriyle oldukça sakindi. Uzun zamandır Central’a gelmediğini anımsamıştı, ama artık içinde bulunduğu parkı eğlence diyarına çevirecek dostu yoktu. Göl kenarına gidip her zaman ki banklarına oturdu. Önünde ki birkaç taşı suya atıp sekmesini izliyor, içinde ki anın sadece kötü bir kabus olmasını istiyordu. Lakin bir o kadar da uzak olduğunu biliyordu. Telefonun yeniden çalmasıyla yeninde irkilmişti, babasının onu merak ettiğini biliyordu fakat şu an düşündüğü tek şey yalnız kalmaktı. Telefonunu kapatarak derin bir iç çekti, belki yapmaması gerekiyordu onu düşünen kişileri yüz üstü bırakmamalıydı heyhat elinde değildi. Çalıların arasından gelen sesle birden gözlerini çevirmişti. Bir sarhoş olduğuna emindi, belki de çalıların ardında ki yabancının yaptığını yapmalıydı. İçinde ki anda bir an olsun sıyrılmak için düşüncelerini yok etmeliydi. Lakin çalıların ardındakinin sarhoş bir serseri olmadığını görünce kalbini ritmi hızlanmıştı. Şu an için belki de tek ihtiyacı olmadığı karşısında ki canavardı. Düşüncelerine o kadar dalmıştı ki, bilekliğinde ki ışıldayan lal taşlarını bile fark etmemişti. Kılıcına sarılarak sessizliğini bozmuş olan yaratığa bir kez daha baktı. Üzerine doğru geliyordu, pek önemsememişti. Kavradığı kılıcını seri bir şekilde savurarak yaratığın son anını oluşturmuştu. “Rahatsız edilmek istemediğimi söylemiştim!” Telefonun sinirle göle doğru fırlatıp başka rahatsız edici canavarın gelesine engel oldu. Günün daha ne kadar kötüye gideceğini artık tahmin yürütmek istemiyordu. Babasının gerçidiği kaza, Naora’nın kaybı, birkaç dakika önce huzurunu bozan bir yaratık ve kanayan kolu! Tanrı aşkına kolunun kanadığını daha yeni idrak etmişti. Yarasından akan kanın sızlattığı acı ile bir an gözleirni kapatmıştı, direk Pooky’e binerek kalbinde derin yaralar bırakan şehri terk etti.
| |
|