+ Dionysos'un Çocuğu
Mesaj Sayısı : 106 Kayıt tarihi : 14/12/10
| Konu: Feodora. Cuma Nis. 22, 2011 8:30 am | |
| Şimdi, öncelikle söylemek istediğim bir şey var. İlk PJO kurgulu yazım olduğu için fazla bir kurgu yok. Yine kampa geliş klişelerinden olduğunu söyleyebilirsiniz. Ancak karakter biraz rahat olduğu için daha farklı bir olay var. Yani olanları önemsemiyor, hayatını kabul ediyor. Buna göre değerlendirirseniz sevinirim. Bunun yanında kitapların hepsini henüz okumadığım için fazla bilgim yok o yüzden kurguda eksiklikler olabilir. Dikkate alırsanız sevinirim. Ve, evet kitapları okuyorum.
Aşk, öyle kaba, öyle hoyrattır ki acıtır diken gibi.
Cassidy elindeki kitabı sıkılmışcasına bıraktı. Shakespeare'in aşk dolu sonelerini okumayı sevmiyordu. Aslında annesinin eline tutuşturduğu kitapları okumaktan zevk almıyordu. Kendi seçtikleri onun için daha eğlenceli ve anlamlı olurdu. Oturduğu sıradan kalktı ve boş sınıftan çıktı. Kapının önünde onu bekleyen Erin ve Eduard'a bakıp yalancı bir gülümseme yerleştirdi yüzüne. Yanlarına gidip "Gidelim." diye söylendi. İnce ve zarif sesinin altında yatan emir tonunu duyan iki genç itiraz etmeden Cassidy'i takip etti. Cassidy, okulunda popüler olduğunu bilirdi ve bununla övünmekten çekinmeyen biriydi. Kızıl dalgalı saçlarını omuzlarına serbest bir şekilde bırakmıştı ve dışarıya çıktığında esen rüzgar o saçları dolgun dudaklarına yapıştırmıştı. Eliyle saçlarını düzelten Cassidy solunda duran Eduard'ın koluna girdi ve yoluna devam etti. Yürürken Eduard'a bakıyordu. Yazık. Oldukça yakışıklı olan genç Cassidy'nin yaptığı şey yüzünden fazlasıyla mutlu görünüyordu. Cassidy'e aşık olan çocuğun peşinden koşan kızların sayısı kim bilir kaçtı? Fakat hayat acı. O Cassidy'e aitti. Ya da değildi. Cassidy'nin Eduard'a karşı hissettikleri bir hiçten ibaretti. Onu sevmiyordu, yalnızca sıkıldığında yanında bulundurduğu iki kişiden biriydi. Diğeri ise güzel Erin. Sarı saçları ve donuk mavi gözleriyle oldukça güzeldi. Fakat kendini, Cassidy'nin yanında söndürmeye adamış biriydi. Ahmak. Cassidy okulun önünde bekleyen arabaya yaklaştığında Eduard hızla kapıyı açtı ve Cassidy'le Erin'in binmesini bekledikten sonra kapıyı kapatıp öne, şoförün yanına geçti. Her daim resmi olan Antonio arabayı hızla çalıştırdı ve çok geçmeden Laurel'lerin ihtişamlı evine vardı. Üç genç arabadan inip Cassidy'nin odasına çıktığında ortalık karışacaktı.
Cassidy'nin odası oldukça ferahtı. Bir duvar yalnızca camdı ve doğal ışık odanın içindeki krem rengiyle birleştiğinde insana rahatlık veriyordu. Cassidy yanında dolaşan iki gence oturmalarını söyledi ve odasındaki ikinci bir kapıdan girdi. Okul kıyafetlerinden kurtulup yaşadığı eve uygun bir mini elbiseyle geri döndü. Evde her zaman böyle dolaşırdı. Ne pasaklı kıyafetlere ne de yırtık terliklere onun hayatında yer yoktu. O zarifti! Onu izleyen arkadaşlarına bakıp gülümsedi. İzlenmek hoşuna gidiyordu. Makyaj masasına oturduğunda odasının kapısı hılza açıldı. “Cassidy! Sen ne yaptın?” İçeri giren Elenor’du. En az Cassidy kadar zarifti; ama şu an onu gören biri, onun deli olduğunu düşünebilirdi. Üzerindeki takım elbisesiyle hareketleri oldukça ironikti. Cassidy şaşkınlığını başarılı bir şekilde saklayarak iş toplantısından dönen annesine baktı ve “Ne yapmışım?” diye sordu. Bunun üzerine daha da sinirlenen kadın son sesiyle “Okuldan Bayan Van Dvore aradı ve senin yaptığın rezilliği anlattı. Beni ne kadar utandrdığını farkında mısın?” diye bağırdı. Cassidy olanları anlayınca dudakları yukarı kıvrıldı ve sinir bozucu gülümsemesiyle Erin’e baktı. Gözleri koltuktaki genç kızı süzerken “O pislik yanlış kişiye çattı Elenor. Öyle değil mi, Erin?” dedi. Erin Cassidy’e katıldığını belli eden bir gülümsemeyle karşılık verdi ona. “Öyle mi küçük hanım. Zavallı kızcağızı zorla okulun deposuna kilitlediniz ve bunu klostrofobisi olduğunu bildiğiniz halde yapmışsınız! Kızı bulduklarında panik atak geçiriyormuş.” Sözler o kızı korumak istercesine Elenor’un ağzından çıktığında Cassidy yüzsüzce annesini onaylamış ve “O küçük sülük bunu haketti. Hayatımda onun kadar küstahını görmedim Elenor! Ahmağın teki!” diye eklemişti. Elenor neden böyle düşündüğünü sorduğunda ise Cassidy soruyu cevapsız bıraktı.
Eduard ve Erin akşam yemeğine kalmayı istememişler ve evlerine gitmişlerdi. Cassidy çatalındaki küçük lokmayı ağzına attığında Elenor ruhsuzca “Baban.” dedi. Ağzındaki lokmayı yavaşça yutup mavi gözlerini annesine dikti Cassidy ve soru sorarcasına “Babam?” diye fısıldadı. Elenor çatalını bırakıp arkasına yaslandı. “Evet, baban. Ona layık bir kız olduğunu söylemeliyim. Asi, kurnaz ve acımasız. Bu huyların hiç hoşuma gitmiyor ve insanları kullanman beni bitiriyor. Eduard seni seviyor ve Erin’de seninle çok yakın olmak istiyor. O genç çocuk ve güzelim kız senin yüzünden mahvolacaklar. Buna bir son veriyorum Cassidy.” Cassidy karşısındaki kadına dikkatlice baktı. Annesi onunla her zaman bir arkadaş gibi konuşurdu; ama şimdi onu kontrol ediyor ve hareketlerini yargılıyordu. Cassidy elinde tuttuğu çatalı bırakmak yerine dahada sıktı ve Elenor’a bakıp “Buna sen son veremezsin! Ben ne zaman istersem o zaman son bulaca-“ Cassidy’nin sözleri Elenor’un sakin sesiyle kesildi. “Gidiyorsun.” Ne? Cassidy bir an duraksadı ve anlamaya çalıştı. Çatalını masaya vurdu ve “Ne yapıyorum? Gidiyorum demek. Nereye göndereceksin beni? Yerini bile bilmediğin babamın yanına mı yoksa cehennemin dibine mi?” diye bağırdı. Küçük bir sürtük nelere yol açıyordu. Elenor sessizce oturmuş Cassidy’i izliyordu ve yüzü tepkisizdi. “Neredeyse aynı.” diye söylendi. Cassidy, annesinin ne dediğini anlamaya çalışırken Elenor devam etti. “Antonio seni götürecek. Nereye gideceğini söyleyemem. Ayrıca gideceğin yerde ‘nerede olduğunu bilmediğin baban’ hakkında bilgi alacağına eminim küçük hanım. Açıklayıcı olduysa odana çık ve toparlan. Antonio seni bekliyor.” Cassidy sandalyesinde heykel gibi duruyordu. Zaten beyaz olan teni neredeyse mermer gibi görünüyordu. Gözleri uzun masanın diğer ucunda oturan annesine değilde boşluğa bakıyordu. Ve aklında yankılanan tek şey ayrıca gideceğin yerde ‘nerede olduğunu bilmediğin baban’ hakkında bilgi alacağına eminim küçük hanım cümlesiydi. Donmuş, hareketsiz beklerken omzuna dokunan elle irkildi. Evin hizmetlisi Matmazel Frejya onu masadan kaldırdı ve üst kattaki odasına çıkardı. Cassidy odaya girdiğinde kendine geldi ve onu tutan kadından kurtulup hızla soyunma odasındaki bavulu çıkarıp yatağına koyma zahmetine girmeden tüm kıyafetlerini -iki tane- bavula sıkıştırdı. Aksesuarları içinde ayrı bir çanta hazırlatıp her şeyi matmazele verdi ve üstüne ceketini alıp aşağıya indi. Kapının önünde onu bekleyen annesine sinirli bir bakış attı; ama kadın yumuşamış görünüyordu ve o bakışı aldırmadı. Cassidy hızla kadının yanından geçerken “Üzgünüm.” dediğini duydu ve hiçbir şey demeden arabaya gitti. Arabaya bindiğinde Antonio Cassidy’e bir kağıt uzattı ve kağıdı Elenor’un verdiğini söyledi. Cassidy kağıdı açtığında araba hareket etmişti. Kağıdın mektup olduğunu anlaması zor olmadı.
Cassidy, Biliyorum bana kızgınsın; ama başka çarem yoktu. Artık yetişkin bir melezsin. Ah, evet melez. Sana nereye gideceğini söyleyemem dedim, yazamam değil. Melez Kampı denen bir yere gidiyorsun. Melez Kampı denilen yer bir ebeveyni tanrı ya da tanrıça olanların gittiği bir yer. Bunu kolay kaldırabileceğini biliyorum o yüzden seni teselli edecek cümleler yazmak istemiyorum. Anlayabildiğin gibi baban bir tanrı. Ölülerin Tanrısı Hades, Yeraltı Dünyası’nın hükümdarı. Mitolojiyi sevdiğini biliyorum. Bu yüzden anlaman daha kolay olacak. Bu konudaki efsaneleri bildiğini, araştırdığını da biliyorum. Sana kampında başarılar. Orada kendin gibi melezler var ve onlar buradaki arkadaşların gibi değiller. Hiçbiri Eduard’a benzemez. Dikkatli ol ve… Erin’e selamlarımı ilet olur mu? Cassidy elindeki mektubu uzunca inceledi. Annesinin inci gibi ve oldukça düzgün el yazısına bakıp yazanları tekrar tekrar okudu. ‘Erin’e selamlarımı ilet.’ ne anlama geliyordu ki? Onun gibi aptal bir kızın böyle biri olabileceği aklına gelmezdi Cassidy’nin. Bunları düşünürken Antonio sert bir fren yaptı ve Cassidy kemeri sayesinde ön koltuğa çarpmaktan kurtuldu. Neler olduğunu anlaması kısa sürmüştü. En azından olayı anlamıştı, arabanın önünde duran iki ucubeyi çözememişti. Antonio arabadan inerken “Lanet olasıca furyalar.” diye bağırdı ve kapıyı sertçe kapattı. Cassidy olacakları izlemek için ön tarafa zorlukla geçti ve camdan baktığında gördüğü iki uçan ucubeyi süzdü. Antonio’nun furya dediği bu şeyler Cassidy’nin okuduğu mitolojik kitaplarda geçiyordu; fakat Cassidy yaşadığı onca şeyden sonra bunları hatırlayacak kadar iyi değildi. Antonio’nun onlara ne söylediğini duymak için sesli nefeslerini susturdu ve kulağını cama yaklaştırdı. “O Hades’in kızı. Gidin burdan!” Antonio oldukça korkmuş gibiydi. Cassidy istemsizce güldü ve dinlemeye devam etti. İnce bir ses “Onun hangi Tanrı’nın çocuğu olduğunu nereden biliyorsun ahmak? Daha sahiplenme bile olmadı.” Cassidy duyduğu bazı sözcüklerin anlamlarını bilmediği için söylenenleri tam anladığından emin değildi. “Her neyse. Biz öldürmeye gelmedik seni pis satir. Etrafta üç tane mantikor var, az önce iki tanesini hallettik. Kızı hızlı ve iyi bir şekilde kampa ulaştırmaya bak. Kafasına bir şimşek yerse… Hades, kızına zarar gelmesini pek hoş karşılamaz. Hem de bir satir yüzünden!”. Cassidy konuşanın aynı furya olduğunu düşünüyordu. Antonio yarı korkak bir şekilde iki adım geriledi. ”O kız için bir kulübe bile yok, Hades onu yanına alabilecek kadar seviyor mu acaba?” Sözler Cassidy’e ulaştığında tüm sakinliği gitti. Gideceği yerde bir hiç miydi? Bunu kaldıramayacak kadar büyük bir egosu vardı onun. Tekrar konuşmalara daldığında yine aynı furyanın kulübenin zorunlu olarak yaptırılacağını söylediğini duydu. Ancak içindeki hırs büyüyor ve güçlenerek yüzüne yansıyordu. Sinirle geri gitti, arka koltuğa oturdu ve elleriyle bacaklarını sardı. Antonio furyaların dediğini onaylayıp arabaya bindi ve kapıları kilitleyip hızla ilerledi. Cassidy sinirden gülmemek için kendini zorlayarak “Sen satir misin? Hani şu keçi bacaklı mitolojik –ah pardon artık mitolojik yok. Keçi bacaklı yaratık.” diye sordu. Antonio ona baktı ve utanmaz bir gülümsemeyle “İstersen gösterebilirim.” dedi. Cassidy “Hayır!” diye bağırdı. “Senin o kıllı toynaklarını görmek isteyeceğimi sanmıyorum Antonio.” Ardından kendini tutamayarak gülmeye başladı. Kahkahasında soğukluk vardı. Sevinç denen duygunun zerresini taşımıyordu. “Hades’in kızı olduğumun bilinmesi imkansız ise annem ve sen nereden biliyordunuz? “ Histerik kahkahaların arasından çıkan sözcükler öndeki şoföre hızlı ulaşmamış gibiydi. Yaklaşık bir dakika bekledikten sonra, Antonio yalnızca “Sen özel ve teksin.” dedi. Kızın kahkahaları aniden durdu. Özel ve tek olmak onun için farklı değildi belki ama gideceği yerde onun gibi olanlardan bile farklı olmak paha biçilemezdi.
Araba durduğunda hala bu farklılığı düşünüyordu. Antonio Cassidy’e inmesini söyledi ve Cassidy’nin bavullarını alıp onu kampın girişine götürdü. İçeri girdiklerinde Cassidy etrafı inceledi ve tanıdık bir yüzle karşılaştı. Erin! Elinde bir kılıçla ona doğru geliyordu. “Cassidy! Merhaba Hades kızı.” dedi ve gülümsedi. Cassidy’de yüzüne -yapmacık- bir gülümseme yerleştirdi ve Antonio’nun kulağına fısıldadığı bilgi sayesinde kıza karşılık verdi. “Merhaba Ares kızı.” | |
|
Athena Admin/Tanrıça/Kamp Müdiresi
Mesaj Sayısı : 5210 Kayıt tarihi : 16/08/10
| Konu: Geri: Feodora. Cuma Nis. 22, 2011 11:38 am | |
| Rp puanı: 100, tebrikler.
/Admin. | |
|