Uyandığımda sıcak ve rahat bir yatakta yatıyordum. Her zamanki gibi Zeus kulübesindeydim. Ama... Sanki bir eksik vardı. Gök gürültüleri... Gözlerimi açtım ve etrafıma baktım. Burası kesinlikle bir kulübe değildi. Burası bir mağaraydı. Bağlı olup olmadığımı anlamak için ayağa kalkmaya çalıştım. Bağlı değildim. Tam tersi sanki değerli biriymişim gibi rahat bir ortamdı burası. Ne olursa olsun tedbirli olmak için kılıcımı çektim ve ilerlemeye başladım. Şimşeğe dönüşmeye hazırdım. Gözlerimi dört açarak etrafa bakındım. Bir adada olduğum aşikardı. Biraz ileride bir kız gördüm. Bahçesiyle uğraşıyordu. Bahçe o kadar güzeldi ki Demeter kızları görseydi kıskançlıktan çatlayabilirlerdi. Kıza doğru ilerlediğimde kız beni fark etti ve bana doğru döndü. Yüzünde sevecen bir gülümseme vardı ve kız gerçekten çok güzeldi. Birkaç saniye ona hayran hayran baktım ve sonra yaptığımı anlayıp utanarak kafamı salladım. Ona doğru ilerlemeye başlarken kız suratına bir gülümseme yerleştirdi. Ben de ona güldüğümde aniden suratını buruşturdu ve çiçekleriyle uğraşmaya başladı. Neden böyle yaptığını anlayamamıştım. Kızın yanına gittim. Kız bana bakıp şefkatli bir sesle "Bu kadar erken ayağa kalkmamalıydın." "Beni düşündüğün için teşekkür ederim ama sen kimsin? Burası neresi ve..." "Şşt, çok yorgunsun. Biraz daha dinlendikten sonra sana her şeyi açıklarım." Gerçekten de çok yorgun olduğumu farkettim. Ne kadar güçlü bir şimşek çıkardığımdan haberim yoktu ve dizlerim titremeye başladı. Korkudan değildi bu, çok yorulmuştum ve mağaradan buraya kadar yürümek bile beni inanılmaz derecede yormuştu. Kendimi boşluğa teslim ettim. Hatırladığım tek şey kızın beni saran narin kollarıydı.
Uyandığımda kız önümde oturuyordu. "Artık sorularımı cevaplayacak mısın?" Kız derin bir iç çekti. "Sor o zaman kahramanım." "Sen kimsin? Bir melez misin? Benim burada ne işim var ve burası neresi? Ve neden her güldüğünde hemen tekrar somurtuyorsun." "Bak kahramanım; ben Atlas'ın kızıyım, Kalipso... Seni buraya bir tanrı gönderdi sanırım. Ne yaptığını bilmiyorum ama çok yorgundun. Burası Ogyia Adası. Benim hayali adam da diyebiliriz. Buraya kahramanlar gelir... Son soruna gelince; ben burada cezadayım. Babam Atlas'a yardım ettiğim için tanrılar beni burada tek başıma yaşamakla cezalandırdılar." "Ama artık ben varım. Seni buradan götürebilirim. Belki pegasusum Lura'yı çağırırsam..." "Üzgünüm kahraman, buradan gidemem. Aslında tanrılar o kadar kötü değildir. Beni ziyarete gelirler arada. Kader tanrıçaları da buraya arada kahramanlar gönderirler. Burada kalmak istemeyecek kahramanları. Ama istersen burada kalabilirsin. Sonsuza kadar benimle yaşayabilirsin." Kalipso'nun yüzüne baktım. Çok güzeldi Kalipso... Onunla kalmak hayatımda yaptığım en kötü şey olmazdı. Fakat kampı düşündüm. Sevgilim Zell'i. Arkadaşım Zack'i... Burada kalamazdım. "Ben... Ben yapamam." Kalipso beni anladığını belli eden bir şekilde kafasını salladı. "Gitme zamanın geldi kahramanım. Ziyaretçin var." Dışarı baktığımda Hermes duruyordu. Onu daha önce de gördüğüm için tanımıştım. Elinde Kadüse Asa'sı vardı.
"Gitmeden önce bunu al. Senden tek istediğim şey... Beni unutmaman kahramanım..." Bana çiçeklerden yapılmış bir kolye verdi. Dünyanın en güzel bahçelerinden bile daha güzel kokuyordu kolye. Kolyeyi boynuma taktım ve Kalipso'ya son bir bakış attım. Gözlerimden bir damla yaş süzüldü ve arkamı döndüm. Hermes'in yanına gidiyordum. Sonsuza dek Kalipso'yu unutamayacaktım.