Herşey bir anda gelişmişti. Normal bir lisede normal bir öğrenciyken,annem trafik kazasında ölmüştü. Hayatta tek başıma kalmıştım. Devlet beni evlatlık olarak versede her seferinde gittiğim evlerden kaçmıştım. En sonunda gidecek hiçbir yerim kalmamıştı. Devlet bile benden umudunu kesmişti. Bir gün Los Angeles sokaklarında boş boş dolaşırken bir çoçuk karşıma çıktı. Hiçbir şey söylemeden onu takip etmemi işaret etti. Aslında böyle birisi çıkıp bana onu takip etmemi işaret ederse onu takip etmemem gerekir ama nedense bu sefer takip ettim. Los angeles sokaklarında uzun bir yürüyüşten sonra terkedilmiş bir fabrikaya vardık. Sessiz çoçuk fabrikanın içine girip bir kapıya doğru yöneldi. Kağıyı açıp içeri girdi bende onu takip ettim. İçeride büyük bir masa,masanın üzerinde haritalar ve masanın karşısında haritalara bakan bir çoçuk. Çoçuk başını haritalardan kaldırıp bana baktı. Sonra sessiz çoçuğa dönüp ''Bir çaylak daha mı?''diye sordu.Sessiz çoçuk kafasını sallamakla yetindi. Lider görünümlü olan çoçuk bana bakıp gülümseyerek ''Merhaba ben Tim. Şimdi sana burada neler olduğunu kısaca özetlemek gerekirse. Sen bir melezsin. Yarı tanrı yarı insan. Annen yada baban bir tanrı yada tanrıça. Bizde melezlerin oluşturduğu bir grubuz. Neyse bu kadar yeter asıl soru bize katılacak mısın katılmayacak mısın?'' diye konuştu taramalı tüfek gibi. Aslında bu tür şeylere karar vermek için iyice düşünmek lazım ama ben direk karar verip ''Kabul ediyorum.'' dedim. Tim'in yüzü dahada aydınlanarak ''Güzel. Şimdi Chris... Senin adın neydi?'' diye sordu birden. ''Scotty Price'' diye cevap verdim. ''Ah tamam. Chris lütfen yeni yoldaşımızı cephaneliğe götürüp bir silah almasını sağla.'' dedi ve yine haritalara gömüldü. Chris yine konuşmadan kapıdan dışarı çıktı,ve ben yine onu takip ettim. Fabrikanın içinde yürürken bir kapının daha yanına geldik. Chris kapıyı açarak içeri girdi. İçerisi tam bir savaş odasıydı. Kılıçlar,hançerler,topuzlar yani aklınıza gelen tüm silahlar vardı burada. Kılıcların bölümüne gittim ve birisini elime aldım. Dengesi fena değildi,biraz uzun olmasıda işime gelirdi doğrusu. Zaten bulunduğum şu durumda fazlada seçiçi olmam pek söz konusu değildi. Kılıcı Chris'e doğrultarak ''Bunu alacağım'' dedim. Chris kafasını sallayıp,belime asmam için bir kılıç kını verdi. Kılıç kınını belime asarken ''Dostum sen hiç konuşmaz mısın?'' diye sordum Chris'e. Chris ise bana gözlerini devirerek cevap verdi. Bu adamın sorunu neydi? Neyse bununlauğraşacak zamanım yoktu. Asıl önemli olan benim bir yarı tanrı olduğumu öğrenmeme rağmen bu durumu garipsemememdi. Fabrikanın içinde yol alırken yine harita odasına döndük. Tim yine haritaların başındaydı ama bu sefer yüzünde garip bir ifade vardı. Chris ''Ne oldu Tim?'' diye sordu beni şaşırtarak. Demek konuşabiliyordu. Tim yüzünde karanlık bir ifadeyle ''İkinci karargah... ikinci karargah saldırıya uğramış'' dedi. Chris'in yüzününü ilk başta bir şok ifadesi kapladı daha sonra şok'un yerini sinirli bir ifade aldı. ''Ne?! Ne bekliyoruz o zaman. Yardıma gidelim!'' diye bağırdı Chris birden. Tim'in yüzü dahada çökerek ''İkinci karargah en güçlü karargahtı Chris. Bunu sende biliyorsun. Eğer onlar bile zor durumda kaldıysa... '' dedi Tim sözünü bitiremiyerek. Chris dahada sinirlenerek ''Ama onlar bizim yoldaşlarımız! Onları ölüme terkedemeyiz!'' diye bağırdı. Bu Chris beni şaşırmaya devam ediyordu,konuşmayı bir kenara bırakın adam birde bağırıyordu. Tim ''Chris buradaki adamlarıda bile bile ölüme götüremeyiz...'' dedi sessiz bir şekilde. Chris ''Umrumda değil ben gidiyorum!'' dedi ve kapıya yöneldi. O giderken neden bilmiyorum ama ''Bende geliyorum'' dedim. Chris ile Tim aynı anda şaşırdı. ''Saçmalama orada beş saniye bile dayanamazsın. Daha kılıç kullanmayı bile bilmiyorsun. Hem sen neden gelesin ki?'' dedi Chris. ''Seninde dediğin gibi onlar bizim yoldaşlarımız. Ayrıca daha önce kendo dersi aldım eminim bir yardımı olur'' dedim göz kırparak.Chris sinirle kapıdan çıktı ve bende onu takip ettim.
xxxx
Los angeles'ın yine o karanlık yollarında yürürken buralarda geçirdiğim günleri hatırladım ve ''Ahh deja vu'' diye mırıldandım. Chris dediklerime dikkat etmeden yürümeye devam etti. Belliki bir plan yapıyordu. ''Ah! Hadi ama dostum. Bu kadar gergin olma'' dedim. Chris sinirle bana döndü ve ''Bu bir oyun değil! Orada kim bilir kaç kişi öldü! Sen hiç bir arkadaşını ölürken gördün mü?!''diye bağırdı. ''Hayır görmedim amasen savaşa böyle bir moralle gidersen yakında göreceğimden eminim'' dedim Chris'e. Chris'in dahada sinirlendiği belliydi ama bir şey demeden yoluna devam etti. Uzun sayılabilecek bir süre yürüdükten sonra terkedilmiş bir fabrikaya vardık. Chris'in bakışlarından ikinci karargahın burası olduğu belliydi. Acaba bu çete neden hep terkedilmiş fabrikaları seçiyordu? Neyse konumuz bu değil. Chris fabrikaya uzunca bir süre baktıktan sonra kılıcını çekip fabrikaya girdi ve bende her zamanki gibi onu takip ettim. İçeri girdiğimizde gördüğüm şeyleri bir canavar filmi yapımcısı görseydi elli filmlik senaryo çıkardı ortaya. İçerisi canavar kaynıyordu. Boğa başlı olanından tutun,yılan benzeri garip yaratıklara kadar bir sürü canavar vardı. Canavarlardan gözümü ayırıp Chris'e baktığımda yüz ifadesini gördüm. İfadesinde korku,sinir,endişe bir aradaydı. Chris öldürülen melezleri görünce sanırım şok tarzı bir şey geçirmiştiama bundan kısa sürede kurtuldu. Kılıcını alıp bir melezin üstüne çökmüş olan bir yılanın sırtına sapladı. Yılan büyük bir feryat kopardıktan sonra buharlaşmaya başladı. Tam Chrisin yanına gidip onu tebrik edecekken birden etrafını yılan benzeri canavarlar sardı. Belliki ölen yılanın sürüsü gibi bir şeydi bu grup. Yılanlar Chris'e saldırdığında koşup bir yılanın sırtına kılıcımı soktum. Yılan ne olduğunu anlamadan buharlaşmaya başladı. Hemen Chris'in yanına geçip hazırda bekledim. Yılanların saldırmasını beklerken ''Hey. İyimisin dotum?'' dedim Chris'e. Ama Chrisden cevam gelmedi. Kafamı korkuyla onun bulunduğu tarafa çevirdim. Chris yerde yatıyordu ve boğazından aşırı şekilde kan akıyordu. Yüzünden acı çektiği çok belli oluyordu. Yanına gittim ve dizlerimin üstüne çöktüm. Bu durumda savunmasızdım ama yılanlardan hiç biri saldırmadı. Sanırım bundan keyif alıyorlardı. Bu düşünce beni dahada çok sinirlendirirken Chris yakamı tutup beni kendine çekti. Bana bir şey anlatmak istiyordu sanırım. Chris'in gözlerine bakarken yaşadığı acıyı gördüm. Kılıcımı çektim ve ''Haklıymışsın. Bir arkadaşının ölümünü görmek hiçde kolay değil'' dedim kılıcımı kalbine sokarken. Chris in gözleri yavaşça kapandı ve yüzünü huzurlu bir ifade kapladı. Ayağa kalkıp yılanlara baktım ve''Biliyor musunuz? Beni sinirlendirmek pek akıllıca değildir'' dedim. Yılanlardan biri tısladı. Tıslayan yılanın yanına hızlı bir ayak oyunuyla geldim. Yılan bunu beklemiyorduki kaçmaya çalıştı. Ama ben ondan hızlı davranarak kılıcımı göğsüne soktum. Yılan buharlaşırken diğer yılanlara döndüm. Döndüğüm anda biri saldırdı. Kolumu ısırmıştı. Kılıcımı sağlam olan elime alıp ayakta durmaya çalıştım. Burada ölmiyecektim. Ama işler her zaman istediğiniz gibi gitmiyordu. Diğer yılanda bacağıma saldırdı ve beni yere düşürdü. Artık yapabileceğim hiç bir şey kalmamıştı, ölümü beklemekten başka. Sonra yılanlardan biri çığlık attı. Onu diğer yılanın çığlığı takip etti. Tam neler olduğunu anlmak için gözümü açmaya çalışırken bir ses ''Çokkötü yaralanmış biraznektar getirin!'' diye seslendi. Çoçuğa gözlerimi açıp baktım. Çoçuk etrafa bakınmaya çalıştığımı görüp ''Kendini zorlama. Biraz sonra melez kampına gideceğiz orada seni tedavi edecekler.'' dedi ve bana cesaret vermek için gülümsedi. Melez kampımı? Neyse bu önemli değil. Son gücümü kullanarak Chris'in cansız bedenini gösterdim ve '' Cenaze...'' diye fısıldadım.