Tam korkunç bir 'böö' sesi çıkaracağım sırada Kev arkasını dönünce, "Hay bin kunduz. Bu aşırı gelişmiş melez reflekslerine sinir oluyorum." diyerek sırıttım. Kev de gülümseyerek sözlerime karşılık verdikten sonra, onu içeri davet ettim. Dionysos oğlu Kevin ile, insan olan ebeveynlerimiz tarafından kuzendik ve bunun için onu kendime kamptaki çoğu melezden daha yakın hissediyordum. Tabii bunda her zaman enfes kırmızı şaraplar barındırmasının da payı küçümsenemeyecek kadar fazlaydı. Kev, kampın içki mahzeni gibiydi. Dertlenmiş olan herkes soluğu onun yanında alır, bir yandan içerken bir yandan da dertleriyle çocuğun içini karartırdı. Bu işi ben de sıklıkla yapardım çünkü Kev süper bir dert ortağıydı. Onu Athena kulübesinin salonuna götürüp rahat bir koltuğa yerleştirdikten sonra "Anlat bakalım kuzen, hangi üzüm bağı attı seni buraya?" diye sordum. Kev "Anlatırım Lucy ama önce şu şarapları sana vereyim. Biri şimdi içmemiz, biri de kulübeniz için." dedi. Vay canına, kuzenim bugün gerçekten de oldukça bonkördü. Hemen geleceğimi işaret ettikten sonra mutfağımıza gidip iki şarap kadehi ve biraz atıştırmalık çerez alıp geri döndüm. "Kuzen, sen bize daha sık ziyarete gelsene yahu." dedikten sonra şaraplardan birini açarak kadehlere boşaltmaya başladım. Normalde Melez Kampı'nda alkollü içecek içmek, yasaktı. Tabii bu kamp müdiremiz olan sevgili annemin, Dionysos çocuklarını direkt asması anlamına gelirdi. Kimse Şarap Tanrısı'nın çocuklarının içki içme yasağına uyacağını düşünmezdi. Eh, onların pek sıkı olmayan denetimleri, biz diğer melezlerin de epeyce işine yarıyordu.