Kulübemde oturuyordum. Ortalıkta kimse yoktu. Belli etmesem de bu beni bayağı üzüyordu, hayır şimdi yalnız başıma oturmam değil, kulübemizde çok az kişi olmamız. Sadece 4 kişiydik. Keşke biraz daha kardeşim olsaydı... Her neyse şimdi konumuz bu değil, diye düşünüp mutfağa yol aldım. Diğerleri neredeydi acaba? Nemia uzun bir süredir yoktu, Rac ve Hel başka bir yerde olmalıydılar. Mutfakta yiyecek hiçbir şey yoktu, acilen kamp marketine uğramam lazımdı. Aslında mutfakta yemek olmasına gerek yoktu ama kampın t-yemek saatleri dışında da acıkıyorduk sonuçta. Yorgun argın bir bardak suyu kafama diktikten sonra annemi düşündüm. Ona artık o kadar da kızgın değildim. Hep böyleydi zaten, kızgınlığım bir anda parlar ve çok geçmeden sönerdi. Anneme kızgınlığımın istisnai bir durumu olmamıştı. Hatta onu sevmeye başladım bile denilebilir. Derken bir ses oturduğum pufuduk koltuktan zıplamama sebep oldu:
''Barışmamıza sevindim o halde...''
Bu sesi tanıyordum, bu Hekate'ydi! Büyü tanrıçasının sesi hafızama altın harflerle kazınmıştı. Berrak sese bakmak için arkamı döndüm ve onu gördüm. Her zamanki gibi çok güzeldi, sarı, gür saçlar, masmavi gözler... Kekelemeye başladım:
''A-an-anne... Senin ne işin var ki burada?''
''Seni ziyarete geldim tatlım.''
Beni ziyarete gelmişti demek. Acaba niye? Çünkü anladığım kadarıyla tanrılar -ebeveynin bile olsa- mutlaka bir sebeple hareket ederdi. Annemin de bir sebebi olmalıydı. Düşüncelerimi okuduğunu unutmuştum tabii:
''Evet, bir sebebi var Evgenia.'' durup gülümsedi ''Sana bir şey verceğim.''
Demek bana bir şey verecekti. Acaba... bir hediye miydi? Mutlu olmuştum aslında, annemin benimle ilgilenmesi güzeldi. Tekrar konuşmaya başladı:
''Barışmamızın ve senin benim hakkımdaki düşüncelerinin değişmesinin hediyesi olarak düşünebilirsin.''
Bunları dedikten sonra avcunu açtı, ince, uzun parmaklarının arasında bir kolye vardı; ucunda bir ay bulunan bir kolye. Altın sarısıydı, kim bilir belki gerçek altındı ve... çok güzeldi. Bu kolyeyi bana mı veriyordu yani?
''Evet, Evgenia. Bu senin.'' dedi ve kolyeyi bana uzattı, kolyeyi elime aldım.
''Şey, teşekkür ederim...''
''Bu sıradan bir kolye değil, Evgenia. İsmi Empusa Ruhu. Bu kolyeyi boynundan hiç çıkarma. İstediğin zaman ona dokun ve neler olacağını gör.''
''Bu büyülü bir şey mi yani?''
''Elbette.'' dedi gülerek ''Ben büyü tanrıçasıyım yahu! Bu kolye, dediğim gibi, dokunduğun zaman seni görünmez yapar.''
Kolyeye bakakaldım. Bu kolye ben görünmez mi yapacaktı yani? Pek anlamasam da anneme tekrar teşekkür etmeyi akıl edebildim:
''Şey, tekrar sağ ol anne. Bu çok güzel bir hediye.''
Annem gülümsedi ve bir şey daha demeden pembe bir toza dönüşüp kayboldu. Kolyeyi parmaklarımın arasından çekip boynuma taktım. Onu hiç çıkarmayacaktım.