Kaos ve kargaşa… Odamda bunlar hakimdi. Yatağımdan kalkmak istemiyordum. Pazar günü yataktan saat 8’de kalkmak zor geliyordu . Ama yatarak da zaman geçmiyordu. Yataktan kalktığımda galiba intihar edecektim. Yerler çöp doluydu. Cips poşetleri, kola kutuları.. Yine her zamanki gibi yatağımın altındaki gizli çöplüğe çöp dökecektim. Kola kutularını ve cips paketlerini yatağın altına sıkıştırdıktan sonra kağıtların uçuştuğunu fark ettim. Hemen pencereyi kapattıktan sonra yerdeki kağıtları masaya koydum ve üstümü değiştirmeye başladım.
Üstümü değiştirdikten sonra hemen evdeki müthiş kokuyu takip ederek mutfağa vardım. Canım annem yine müthiş bir kahvaltı hazırlamıştı. Çay demlenmiş , portakal suyu sıkılmıştı . Masada saydığım kadarıyla 3 çeşit peynir vardı. Kısacası kahvaltı muhteşemdi. Kahvaltıya dalmıştım bir kere… Annem daldığımı fark etmiş olmalı ki gülümseyerek Kahvaltıyı beğendin galiba dedi. Artık gerçek hayata dönmüştüm. Hemen anneme gülümseyerek Şaka mı yapıyorsun anneciğim dedim ve hemen boynuna sarıldım. Annemi çok seviyordum. Bana hayatım boyunca hem bir anne , hem de bir baba olmuştu. Babama gelmişken size söyleyeyim, babam ben doğduktan birkaç gün sonra kaybolmuş ve bir daha gözükmemişti. Her zaman onun geri geleceğini umuyorum ve inanıyorum ki bir gün onunla tanışacağım. Kahvaltıyı yaparken aklımdan bunlar geçmişti işte. Aklımdan bunlar geçerken portakal suyum ve tostum bitmişti. Gözüm annemi ararken annemin portakal suyu sıktığını ve bana tost yaptığını gördüm. Ah şu canım annem…
Annem portakal suyumu ve tostumu verdikten sonra konuşmaya başladı. Bugün John ile gezmeye gidiyorsunuz. John bana nereye gideceğinizi söyledi . Ama bunu sana söylemeyeceğim dedi . Demek ki en iyi arkadaşım beni gezdirecekti. Kim bilir ne kadar eğlenecektik ? Ama hemen hazırlanmam lazımdı. Anneme bu müthiş kahvaltı için teşekkür ettikten sonra odama gittim ve üstüme bir gömlek giydim. Altıma da pantolon giydikten sonra annemi yanaklarından öpüp dışarı çıktım ve John ile buluşacağımız yere gittim. John’la hep aynı yerde buluşurduk. Sahildeki kulübede…
Kulübe’ye vardığımda John çoktan gelmişti ve bana gülümseyerek Sonunda gelebildin Fred dedi ve bana sarıldı. Size biraz John’u tanıtayım. Maalesef en iyi arkadaşım doğuştan sakat. Her zaman koltuk değnekleriyle yürür ama müthiş bir yüreğe sahiptir. Beni her zaman anlamıştır. İşte en iyi arkadaşım böyle birisi… John’a gülümseyerek Annem daha yeni söyledi bana kızma dedim ve nereye gideceğimizi sordum. John bana sürpriz olduğunu söyledi ve bir taxi çevirdi ve adama fısıldayarak bir şeyler söyledi. Sadece Long sözcüğünü duymuştum. Aklımdan Long ile başlayan yerleri düşünmeye başladım ve hemen aklıma Long İsland geldi. Long island diye mırıldanmaya başladım. Neden Long İsland’a gidecektik ki… Bunu John’a soramazdım. Ama aklımdan neler yapabileceğimiz geçiyordu. Neredeyse yarım saat düşündükten sonra John durmak istedi. Taxi’ye bir anda parayı verince çok şaşırdım. O kadar parayı verince herhalde her şeyi ben ısmarlayacağım diye düşünmeye başladım. Ama John ormanın içine dalmıştı. Herhalde bir çay bahçesine gidecektik. Ormanda 10 dakika yürüdükten sonra John durdu. Bir sütün vardı. Sütun’un üstünde ne yazdığını okuyamıyordum. Ama John benim için çevirdi. Melez Kampı’na hoş geldin Fred. Burada çok macera yaşayacaksın. Sana kısacası açıklayayım. Sen bir melezsin. Yani baban Olimpos Tanrıların'ndan biri. Sen Herkül,Aşil gibi bir kahramansın dedi ve zıplayarak içeri girdi. Kampa baktığım zaman alevli bir duvar, bir voleybol sahası ve çilek tarlaları görmüştüm. Bende kampa girdim ve etrafıma bakınmaya başladım. Sanırım gerçekten burada çok macera yaşayacaktım.