Sessizliğin son bir kez ne kadar rahat bir şey olduğunu düşündüm. Çünkü birazdan şapşal üvey kardeşim ve kuzeni gelecekti.
Çatı katındaki hiçbir 15 yaşındaki çocuğun sahip olmak istemeyeceği odama baktım. Eski bir çalışma masam, gıcırdamaması için yaylarını benim yağlamak zorunda kaldığım yatağım ve 3 kapaklı şık kıyafetlerimin olduğu dolabıma bakıp iç çektim. Pencereye gidip dışarı baktım. Annem yada babam ikisinden biri yanımda olsaydı iyi olurdu. Ama onun yerine beni evlatlık olarak veriyorlar. Onları hiç tanıyamadım. Alfred ve Natalie de onları hiç görmemiş. Bu arada kendileri üvey anne ve babam olur. Dolabımı açıp içinden siyah pamuk hırkamı çıkardım. Dolabımın içindeki aynada kendime baktım. Kumral enseme kadar gelen dağınık saçlarım ve mavi gözlerim vardı. Fena görünmüyordum.
“Hey! Öksüzler Kralı. İnsan ağabeyine hiç selam vermez mi?” Clark kapı eşiğine yaslanmış aptal aptal sırıtıyordu. Bana lakaplar takmasından hep nefret etmişimdir. Gardolabımın kapağını kapatıp ona döndüm. Siyah saçları özenle havaya dikilmiş, beyaz gömleğinin 2 düğmesi açık ve altında mavi blucin vardı. Reverans yapıp “Selamlar olsun sana. Sefiller Kralı.”dedim. Elini yumruk yaptı. Hırlayarak “Seni budala. Kuzenim evde olduğu için şanslısın.”dedi. Kaşlarımı çatıp “Nasıl yani? Leonard gelmedi mi? Çünkü sen bir tek-”ben daha lafımı tamamlayamadan “Ben varken sana saldırmaz değil mi?” Jane kolunu Clark’ın omzuna atıp bana gülümsüyordu. Jane’i hep çok sevmişimdir. Kuzenleri arasında en büyükleri o dur. Kimse Jane’e laf geçiremez.
Kızıl saçlarını geriye savurup masmavi gözlerini kıstı dalga geçer gibi Clark’a döndü sırıtarak “Clark. Canım kuzenim. Halam seni aşağı çağırıyor. Valizlerimi odama götürecekmişsin.”dedi. Clark ağzında tamam gibi bir şeyler geveleyip aşağı indi. Gülerek Jane’e sarıldım. Ayrıldığımızda parmağındaki alyansı gösterip “Sevgi gösterilerine artık dikkat et ufaklık.”dedi. İnanmıyorum! Demek nişanlanmıştı.
“Tahmin edeyim. 3 yıldır birlikte olduğun sevgilin. Imm neydi adı?” Jane sözümü tamamlayıp “Cody. Adı Cody. Evet onunla nişanlandım.”dedi. Yatağıma gidip oturdu. Gıcırdama sesini duyunca oturduğu yerde zıplamaya başladı.
“Güzel yatak değil mi?” Yanına oturup birlikte zıplamaya başladık. Jane gülerek “Evet çok güzel. Bizim arayı fazla açmamamız lazım. En son geldiğimde en azından yatağın gıcırdamıyordu. Gerçi o zaman da odan pembeydi.”dedi.
“İnan bana pembe bir oda yerine gıcırdayan yatağı tercih ederim. Ayrıca 2 yıl önce geldiğin için arayı fazla açmamalıyız demen sanırım 1 yıl oluyor.” Jane zıplamayı bırakıp arkasına yaslandı. Bilmiş bir tavırla “Bir kere ben o zaman üniversite sınavlarına hazırlanıyordum. O yüzden beni suçlayamazsın. Hem sen beni boş ver de kendinden bahset. Okul nasıl? Hayat nasıl? O olaydan sonra neler oldu?”dedi. O olay.
“Her şey berbat. Aptal Clark okuldaki herkeze anlattı. Tabi dalga konusu oldum. Ama Ruby benim yanımda oldu. Natalie beni bu odaya biricik kızı Cissy’nin eşyalarına zarar vermeyeyim diye yolladı. Alt tarafı başımın üstünde kartal şeklinde ışık saçan bir sembol dönüyordu. Sanki her yeri yerle bir edecektim. Düşündükçe sinirleniyorum.” Jane sözümü tamamladıktan sonra sessizliğini korudu. Sanırım anlattıklarımı düşünüyordu. O olaydan beri herkez bana tuhaf davranıyordu. Bazıları acıyor, bazıları dalga konusu yapıyor, bazıları da benim şizofren olduğumu düşünüyordu. DEHB’si olanlar yada başının üstünde ışıklı kartal şekli dönen herkez şizofrendir diye bir kanun mu var? Tamam ışıklı olayı bilmiyorum. Ama DEHB’si olanlar şizofren değildir. Neyse Jane bana o olaydan öncede iyi davranıyordu sonrada iyi davranıyor. Aradan geçen birkaç sıkıcı dakikanın ardından “Demek Ruby adında bir arkadaşın var.” Diye ima da bulundu. Kafamı hızlıca sallayıp “Tamam sessizlik daha iyiydi. Ayrıca düşündüğün gibi değil. Ruby benim sadece arkadaşım. İnan bana! Ayrıca sana o kadar şey anlattım. Buna mı takıldın?”dedim. Gürültülü bir kahkaha patlatıp “Evet. Hem söyle bakalım Ruby’nin birkaç tahtası mı eksik? Yoksa senin neden yanında olsun?”dedi.
“Çünkü aynı şey onun başına da gelmiş. Ayrıca onun birkaç tahtası eksik değil. Hem öyle olsa bile seninde birkaç tahtan eksik olmuş oluyor.” Jane kolunu omzuma atıp “Benim tahtalarım eksik değil demedim ki. Onun başına ne gelmiş peki?”dedi. Ayağı kalkıp “Ruby Fransa’da yaşıyormuş. Benim başıma gelenler onun başına da gelmiş. Annesi de oradakilere daha fazla dayanamayıp buraya gelmiş. Ama kimliklerini sır gibi saklıyorlar. Okuldaki sersemler onların Twilight serisindeki vampirlerle kıyaslıyorlar. Özel güçleri yüzünden sürekli kaçmak zorundalar gibisinden. Neyse hadi dışarı çıkalım çok bunaldım.”dedim. Jane önce bir kahkaha tufanı kopardı. Gülmeyi kesince başını tamam anlamında salladı.
************************
Yol boyunca bana Ruby hakkında sorular sordu. Tamam Ruby merak edilecek bir kızdı. Ama bu kadar da olmaz yani. Ayrıca onu son 2 haftadır hiç görmüyorum. Jane’nin sorularını yanıtlarken biran için Clark’ın da olmasını diledim. Jane ona da gelmesini teklif etmişti. Ama o yalnızca yüzünü buruşturup bilgisayar oyunundaki adamları öldürmeye devam etmişti. Benim için Clark’ın yanıtı şöyleydi: ‘Siz ikinizle mi? Neden tuvaletten su içmemi teklif etmiyorsunuz? Hayır sağolun ama kalsın.’ Jane boş boş dolanmak yerine hem yalnız kalabileceğimiz hem de Tennyson ailesinden uzak olabileceğimiz bir yere gitmeyi teklif etti. Bizde piknik yapmaya karar verdik.
“Bence şu ağacın altı iyi.” Eliyle nerdeyse asırlık bir çınar ağacını işaret etti. Etraf güzeldi her yer yeşilliklerle kaplıydı. Jane koşarak ağacın altına gidip örtüyü serdi. Bana kalırsa Jane 25 yaşında olmasına rağmen hala çocuktu. Etrafa bakındım. Hiç kimse yoktu. İçimden bir his burda olmamamız gerektiğini söylüyordu. Etrafa bakınarak piknik örtüsünün üstüne oturdum. Etraf çok sakindi. Buda benim daha da tedirgin olmama neden oluyordu. Jane sepetin içindekileri çıkarırken bende ona başıma gelenleri anlatmaya karar verdim.
“Aslında hepsi bu değil. Şey. Birde canavarlar var. Yada onun gibi şeyler.” Jane elindeki portakal suyu şişesini bırakıp bana döndü. Kaşlarını kaldırıp “Canavarlar mı? Şaka mı yapıyorsun?”dedi. İçimden ‘keşke’ demek geçiyordu.
“Hayır. Neden sürekli etrafa bakınıyorum sanıyorsun?” Jane de şüphelenmiş olmalı ki etrafa bakınıp tekrar bana döndü. Omuz silkip “En azından dövüşmeyi biliyorsundur.”dedi. Gülmeye başladım. Herhangi bir konuda eğitim aldığım söylenemezdi. Tam o sırada çalılıklardan bir ses geldi. Hızlıca ayağı kalkıp sesin geldiği yönü anlamaya çalıştım. Jane ayağı kalkıp beni arkasına aldı. Pekala 25 yaşında olabilir. Ama canavarlarla ilgili daha önce bir deneyimi olduğunu sanmıyorum. Çalılıklardan tekrar ses geldi. Hızlıca o tarafa döndüm. Nefesimi tutmuş beklerken Jane kahkaha atmaya başladı. Çalılıklardan küçük bir sincap çıkmıştı.
“Ne büyük tehlike ama! Hahahahaha. Seth sence bir sincap ne kadar teh-” Jane daha sözünü bitiremeden sincap dostumuzun koşarak çıktığı çalılıktan tek gözlü bir yaratık çıktı. Yutkunup “Sincap dostumuzdan emin değilim ama. Bu tek gözlü arkadaşımız baya tehlikeli görünüyor.”dedim. Tek gözlü arkadaşımız canavarlara özgü bir bağırışla bana katıldı.
***********************
Jane koluma yapışıp “Tabanları yağlamanın zamanı geldi bence.”dedi. Canavar gülmeye benzer bir ses çıkarıp “Akşam yemeğim sen olacaksın melez!” diyerek beni gösterdi. Kolumu Jane’den zar zor kurtarıp “Jane sen git buradan ben bunu hallederim.”dedim.
“Delirdin mi sen? Bu şey en az 3 metre boyunda.” Tek gözlü yaratığı dikkatle süzdüm. Jane haklıydı neredeyse 2 metre vardı bu şey. Bunu bir yerde hatırlıyorum ama nereden?
“Melez haklı ölümlü. Ya git yada ikinizi birden mideme indireyim!” Canavar midesini göstererek bizi tehdit etti. Tabi ya! Kiklop o bir kiklop. Sanırım bu biraz ölümlü yerine melez tercih eden bir kikloptu. Beni duyabilmesi için bağırarak “Hey sen! Kimsin sen?”dedim. Kiklop kükreyip “Ben Kiklop Bill. Seni ağzına tek atışta yiyecek Kiklop Bill.”dedi. Yutkunup “Tamam güzel cevap. Jane hemen buradan git. Söz veriyorum geri döneceğim.”dedim. Önce bana sonrada tek gözlü, üzerinde paçavralar ve belinden aşağı sarkan silahı niyetine kullandığı kocaman bir kemik parçası bulunan arkadaşımıza baktı.
“Eğer dönmezsen seni öldürürüm.” Onu itekleyip gitmesini seyrettim. Eh bende bu Bill denen aptala yemek olacak değildim. Bill kükreyip “Taze melez!”diye bağırdı. Belinden sarkan kocaman kemiği çıkarıp beni üstüme doğru salladı. Öleceğimi zannederken reflekslerim devreye girdi ve sola doğru attı. Kemik üstümden geçti. Biraz daha geç kalsaymışım vücudumun yarısı olmayacaktı. Ayağı kalkıp koşmaya başladım. Sık ağaçlar olan yerlerden geçerek koşuyordum. Koşarken aklıma Bill’in bana melez dediği geldi. Tamam yarı İngiliz yarı Amerikalı olabilirim ama bundan bahsettiğini hiç sanmıyorum. Koşarken dallardan birine çarptım ve yüzüm çizildi. Bu harika! Bill arkamdan kükreyerek geliyordu. O adım attıkça deprem oluyor gibiydi. Ağaçları yıkarak arkamdan geliyordu. Sonra yer sarsılması durdu. Bende durup etrafa bakındım. Daha önce ormanın bu kadar derinlerine inmemiştim. Etrafa bakınarak yürümeye devam ettim. Tam o sırada bir ağacın yerden çıkmış köküne takılıp düştüm.
“Ahh. Dizim.” Diz kapağımı ovuşturarak ayağı kalktım. Elimle, boynumu sıvazlarken birden kendimi düştüğüm yerden 10 metre ilerde ağaçlardan birinin tepesinde asılı buldum. Biran çizgi film kahramanlarının sersemleyince başlarının üstünde dönen kuşlardan gördüğüme yemin edebilirim. Gerçi benim başımda kikloplar dönüyordu. Kendime gelmem birkaç saniye sürdü. Bill beni 2 kiloluk et yığınıymışım gibi tek eliyle havaya kaldırmış ağzına götürüyordu. Debelenip “Bırak beni seni tek gözlü domuz pastırması!” diye bağırdım. Artık geri dönüşü olmayan bir ölümün içindeydim. Gözlerimi sımsıkı yumup acı çekmeden ölmeyi diledim. O sırada Bill’in beni hala havada tuttuğunu fark ettim. Gözlerimim yavaşça açıp ona baktım. Ağzı hala açıktı ve acı çekiyormuş gibi bağırıyordu. Sırtında bir şeyler vardı sanki. Bill beni ağaca asıp kükredi. Beni bu kez sağlam astığı söylenemez çünkü hırkam yırtılmaya başlıyordu. Ağaca asılı bir şekilde olanları izlerken arkamdan birinin geldiğini hissettim.
“Beni özledin mi?” Ama bu Ruby’nin sesiydi. Arkama dönemiyordum ama onun sesini tanırım. Yumuşak ipeksi bir sesi vardır. Kollarımı kaldırıp asılı olduğum dala tutundum.
“Tamam seni tuttum. Hırkan takılmış, hırkanı çıkar.” Ruby daldan eğilmiş bana bakıyordu.
“Hırkamın takıldığını bende biliyorum. Asıl sorun yırtılması.”dedim. Dediğini yapıp tek elimle hırkamın önünü açtım. Kolumun birini çıkarırken diğeriyle de ağacın dalına tutunuyordum. Ruby de düşmeyeyim diye beni tutuyordu. Hırkamı çıkarıp ağacın dalına çıktım. Ayağı kalkıp “Ayrıca evet. Seni özledim.”dedim. Gülümseyip bana sarıldı. Ayrıldığımızda içimi çektim. Neredeyse öleceğimi düşünürken o gelmişti. Ama iki haftadır görüşmediğimiz halde çok değişmişti. Saçları kumraldı, üstünde turuncu bir tişört vardı ve tişörtünde Melez Kampı yazıyordu, gözleri siyaha yakın koyu kahverengiydi ve keskin bakışları vardı. Ama gözlerinden ‘seni hemen şurada öldürebilirim’ gibi ürkütücü bir ifade okunuyordu. Ve eskisinden daha, korkunç, güzel, ürkütücü ve zeki görünüyordu.
“Burada ne arıyorsun?” Ruby omuz silkip “Geçiyordum uğrayım dedim. Tanrı aşkına! Ben burda yaşıyorum. Bu arada gitmemiz gerekiyor. Diğer melezler o kiklopu daha fazla oyalayamaz.”dedi. Diğer melezler mi? Arkama baktığımda arkadaşım Bill yaklaşık 50 metre uzakta rastgele etrafa kocaman kemiğini savuruyordu. Ruby’e dönüp tamam anlamında başımı salladım. Beline asılı bir boruyu çıkarıp üfledi. Borudan kulakları acıtmayacak tiz bir ses çıktı. Melezlerin hepsi açıklıkta koşuyordu. Yaklaşık 10 kişiydiler. Ruby beni dürtüp ağaçtan aşağı indi. Bende aşağı indikten sonra diğer melezlerden sırtında ok olan bir çocuk öne çıkıp “Ruby acele etmeliyiz. O şapşal kiklop birazdan kendinegelir.”dedi. Ruby başını sallayıp bana döndü “Bizimle gel ve acele et sana her şeyi gittiğimizde açıklarım.”dedi.
“İyi de nereye gidiyoruz? Hem Jane ne olacak?” Ruby biraz düşündükten sonra “Melez Kampına gidiyoruz. Jane kim bilmiyorum ama ona daha sonra İris mesajı yollarsın.”dedi. İris mesajı mı? Daha fazla soru sormamaya karar verip onları takip ettim.