Sınıfla ilk kez kampa gidecektim. Aslında kamp gibi şeylerden hoşlanmazdım lakin annemden bu tür şeyler için ilk kez izin almayı başarmıştım ve bu şans bir daha ayağıma gelmeyeceği için gitmeye karar vermiştim. Gerçi, bu izni almamda fizik öğretmenimizin çok yararı dokunmuştu. Annemle bizzat gelip konuşmuştu ve nasıl başardıysa izin almayı başarmıştı. İlk kez arkadaşlarımla bir yere gidiyordum ve çok heyecanlıydım…
Evden çıkarken annem her türlü hazırlığımın tamamlanıp tamamlanmadığını kontrol ediyordu. ‘’Uyku tulumu hazır, yiyecek ve içecekler hazır, yedek iç çamaşırları ve giysiler hazır…’’ Annemin sözünü kesme ihtiyacı duydum. ‘’Anne hepi topu 3 günlük bir kampa gidiyoruz, abartmana gerek yok.’’ Annem ise bu dediğime üzülmüş gibi iç çekti. Onu böyle görmeye dayanamazdım. ‘’Anneeem. Üzülme, gidip geldiğimi anlamayacaksın bile…’’ Annem de zoraki gülümseyerek beni uğurladı. Ben de yanımda bavul gibi ağır bir çanta ve sırtımda yüklerle kampa gitmek için okula doğru yürümeye başladım, orada toplanacaktık.
Okula geldiğimde birçok kişinin sadece ufak bir çanta ile geldiğini gördüm. Aralarından geçerken birçok kişi beni gösterip gülüyordu. O an yerin dibine girmek isterdim; annemin gereksiz endişelenmeleri yüzünden herkes benimle dalga geçecekti. Öğretmenimin yanına ilerlediğimde o da güldü. ‘’Dante, annenin gereksiz endişelenmeleri olduğunu söylemiştin ama gerçekten bu kadarını da beklemiyordum.’’ Hocam gülerek eşyalarımı aldı, otobüse yerleştirdi. Ben de bu sırada dışarıda beklemek yerine otobüse girdim ve boş bir yere geçip oturdum. Kafamı cama dayayıp dışarıya bakmaya başladım. Herkes birbirine takılıyor, şakalaşıyordu. Ben ise hiç arkadaşım olmadığı için tek başıma otobüsün içinde oturmuş bekliyordum…
Herkes birer ikişer otobüse binerken ben hala dışarıya bakıyordum. Daha sonra birinin yanıma gelip ‘’Burası boş mu?’’ demesiyle kendime geldim. Dikkatimin dağılmasını istemiyordum. ‘’Tabii ki.’’ Çocuk da gülümseyerek ‘’Teşekkür ederim.’’ dedi ve yanıma oturdu. Yavaşça onu süzdüm. Gözlüklü, ufak tefek ve biraz sevimli bir çocuğa benziyordu. Bir süre yolculuk ettikten sonra çocuk bana döndü ve elini uzattı. ‘’Merhaba, ben Frank.’’ Ben de istemeye istemeye elimi uzatıp elini sıktım. ‘’Merhaba, ben de Dante.’’ Daha sonra bir şekilde aramızda sohbet açıldı. Yolculuk boyunca onunla konuştum çünkü oldukça iyi bir çocuğa benziyordu ve çok samimi, sevecen konuşuyordu. Otobüs durduğunda biz de ayağa kalktık ve otobüsten indik. Eşyalarımı alıp kamp yapacağımız yere doğru yürümeye başladım. Frank de ufak çantasıyla arkamdan koşarak geldi. ‘’Beni beklemeden nereye gidiyorsun?’’ Ah, bu çocuk hiç peşimi bırakmayacak mıydı? ‘’Hiçbir yere gittiğim yok. Sadece kamp alanında güzel bir yer kapmaya çalışacağım.’’ deyip düzgün görünen bir yere doğru yürüdüm fakat Frank yine beni durdurdu. ‘’Oraya gitme. Orası düzgün görünüyor fakat büyük olasılıkla yumuşaktır ki bu da uyumanı zorlaştıracak, rahat etmene engel olacaktır. Gel, ben daha iyi bir yer gördüm. Hem fazla böcek yok, hem de rahat olacağımızdan eminim.’’ Güldüm, bu çocuk sanırım bu konularda bilgiliydi. Omzumu fark etmez gibi açıp onu takip etmeye başladım. Eşyalarımı onunkilerin yanına koyduktan sonra çimlerin üstüne uzanıp biraz dinlendim. Kamp daha yeni başlıyordu…
Kampın ilk günü epey güzel geçiyordu, ta ki müdür beni ve Frank’i odun toplamaya yollayana kadar… Ben de istemeyerek oturduğum yerden kalktım ve Frank ile ormana doğru ilerledim. Ormanda dolaştık ve yakmak için ince, kalın dal parçaları topladık. Birkaç saat sonra yorgun argın kamp yerine geri döndük. Müdürümüz de o sırada konuşma yapıyordu. ‘’Evet millet. Yarın gönüllü olabilecek kadar cesur olanlar Fizik öğretmeniniz Bay Daniel ile birlikte şu ilerideki tepeye tırmanacaklar. Birçoğunuz oranın adını duymuşsunuzdur. Kayıp Tepe derler oraya halk arasında. Gidenlerin gelemediği söylenir ama bence bunların hepsi yalan. Her neyse, hadi şimdi yemeğimizi yiyelim ve yatalım. Yarın erkenden kalkacağız.’’ Kayıp Tepe mi? Ben bu ismi komşumuz anneme geldiğinde duymuştum. Müdürün de dediği gibi oraya gidenlerin gelmediği söylenirdi fakat ben de müdür gibi buna inanmıyordum ve bunu kanıtlamak için yarın mutlaka oraya gidecektim. Tam bunu Frank’a söyleyecektim ki o benden önce konuştu. ‘’Hepsi hurafe bunların! Yok, oraya gidenler gelemezmiş de, gidenler kaybolurmuş da, falan da filan… Ben bunun aksini kanıtlamak için yarın oraya gideceğim. Dante, sen de geliyor musun?’’ dedi hafif sinirli bir biçimde. ‘’Tabii ki geliyorum. Böyle bir eğlenceyi kaçıracağımı mı sanıyorsun?’’ Bir an için yüzünde sinsi bir gülümseme gördüm lakin o gülümseme belirdiği gibi kayboldu. ‘’Tamam, o zaman. Hadi, hemen yemeğimizi yiyip yatalım. Yarın uzun bir gün olacak…’’ O kamp alanına doğru yürürken kendi kendime mırıldandım, ‘’Evet… Yarın uzun bir gün olacak…’’
Sabah gerinerek doğruldum. Gerçekten de Frank haklı çıkmıştı; çok rahat uyumuş hissediyordum kendimi. Frank’a baktım, o çoktan kalkmıştı. Ben de kalktım ve etrafta biraz gezindim. Ta ki tam arkamda Frank’in sesini duyana kadar. ‘’Dante, çok geç uyanıyorsun. Ben sabah koşumu yaptım bile.’’ Ağzım açık bir şekilde ona bakıyordum. Çocuk çalışkan birine benziyordu ama diğer çalışkanların aksine kafası sadece derslere basmıyordu. Tebrik eder gibi başımı salladım ve onunla biraz daha koşup dağ hakkında konuştuk. ‘’Oraya tırmanmak zor mudur?’’ diye sordum. Umarım dağcılık aletleri gerekmezdi çünkü onların hiçbirini kullanmayı bilmiyordum. ‘’Hayır, hiç de zor değil. Oraya tırmanmak için sadece kayalara tutunarak çıkman gerekir ki kayalar da epey sağlamdır. Yani sen oraya çok kolay bir biçimde oraya tırmanabilirsin.’’ Düşünceli bir şekilde başımı öne çevirdim. O kadar kolay olacağını düşünmüyordum. Ancak Frank söylediklerinin hepsinde haklı çıkmıştı ve bunda da haklı çıkması için Tanrı’ya dua ediyordum. Kampa geri geldiğimizde herkes yavaş yavaş uyanmaya başlamış ve kahvaltı için hazırlanıyorlardı. Biz de kahvaltılarımızı aldık ve yattığımız yere gidip hemen hızlıca kahvaltımızı yaptık. Ondan sonra da kalkıp müdürün yanına gittik. ‘’Hocam, biz tepeye tırmanmak için gönüllüyüz.’’ Müdür bizi biraz süzdü. ‘’Genç ve cesur birilerine benziyorsunuz çocuklar. Sizi gözüm tuttu. Tamam, siz de gidiyorsunuz.’’ Havada bir beşlik çakıp fizik öğretmeninin yanına gittik. Orada bizim gibi birkaç kişi daha vardı. Beni görünce gülümsedi. ‘’Dante, senin de geldiğin iyi oldu. Annene seni yanımdan ayırmayacağıma söz vermiştim. Böylece sözümü tutmam da kolaylaşmış oldu.’’ Ben de güldüm. Annemin nasıl izin verdiği anlaşılmıştı artık. Frank ile sırt çantamızı hazırladık. Ben 3 şişe su ve bir günlük yiyecek aldım. Öğretmenimiz tepenin çok yüksek olmadığını, zirvesine bugün ulaşabileceğimizi söyledi. Yarın da kampa geri dönecekmişiz…
Tepeye doğru yürürken öğretmenimiz derin bir nefes aldı. ‘’Hissediyor musunuz çocuklar? Bu dağ havasının kokusudur. Ciğerlerinize çekin bol bol, kasabaya geri döndüğümüzde çok ararsınız bu havayı.’’ Hepimiz güldük. Ben özleyeceğimi düşünmüyordum çünkü buraları benim çok fazla hoşuma gitmemişti. Bir terslik olduğunu hissediyordum ama ne olduğunu anlayamıyordum. Bu düşüncelerden kurtulmak için kafamı sağa, sola yavaşça salladım, sanki bir işe yarayacakmış gibi. Frank yanıma geldi. ‘’Bir sorun mu var Dante?’’ ‘’Hayır, Frank. Bir sorun yok. Sadece bir an tereddüt ettim.’’ Gülümsedi. ‘’Merak etme. Bir şey olursa ben seni korurum.’’ Gülümsemeye çalıştım. ‘’Evet. Eminim beni korursun…’’ Tepenin önüne geldiğimizde bir tür patika gördük. Biraz dik gidiyordu. En önde Bay Daniel, onun arkasında Frank ve ben, bizim arkamızda da diğerleri olmak üzere patikadan tepeye tırmanıyorduk. Birkaç saat süren bir tırmanmanın sonunda patika sona erdi. Bay Daniel bize döndü ve beline bir ip bağladı. ‘’Çocuklar, şimdi şu ilerde gördüğünüz kayalığa tırmanacağım ve bu iki ipi oradaki kayalardan birine bağlayacağım. Böylece ikişer ikişer tırmanabileceksiniz. Zaten, 6 kişisiniz.’’ Frank güldü, ‘’Benim oraya tırmanmak için bu iplere ihtiyacım yok ama neyse, gruba uyalım.’’ Bir süre öğretmenimizin kayalığa tırmanmasını izledik. Kayaları bu mesafeden incelememe rağmen gerçekten de sağlam olduklarını fark ettim. Bay Daniel tırmanırken bir tanesi bile kırılmamıştı. O tırmandıktan sonra bir süre ortadan kayboldu. Daha sonra kayalıktan 2 tane ip sarktı. Yukarıdan Bay Daniel’in sesi duyuldu, ‘’Tamam çocuklar. Artık gelebilirsiniz, ipleri sağlam bir kayaya bağladım ama yine de her olasılığa karşı ben onları tutuyor olacağım.’’ Frank ve ben hemen öne atıldık. İpi sağlam bir şekilde çekip tırmanmaya başladım. Tırmanırken aşağıya bakmamaya çalışıyordum. En üste yaklaşırken ip anlayamadığım bir sebepten dolayı koptu ama ben son anda taşlardan birine tutunmayı başardım. Aşağıdan bir kız çığlıyı yükseldi. ‘’Hocaaaaaam, Dante düşmek üzere!’’ Frank sıkıntılı bir biçimde bana baktı. Daha sonra kayalardan birine tutundu ve ipi bana doğru salladı. ‘’Dante, ipi tut!’’ Zar zor ipi tutmayı başardım ve yukarı tırmandım. Frank hemen arkamdan yukarı çıkmayı başardığı gibi yanıma geldi. ‘’Sana seni korurum dememiş miydim?’’ Şoktaydım. Az sonra kayalıklardan düşüp ölebilirdim ve Frank dediğini yapmış, beni kurtarmıştı. ‘’Teşekkür ederim Frank.’’ Bay Daniel de hemen yanıma gelip elime bir su tutuşturdu. ‘’İç şunu Dante.’’ Kapağı açtım ve suyu içtim. Biraz rahatlamış gibiydim. Diğer arkadaşların da tırmanmasını beklerken ben biraz oturup dinlendim. Bir an önce şu tepeden inmek istiyordum…
Yolun kalanı düzgündü. Tırmanmamız çok zor olmadı. En tepeye vardığımızda diğerleri biraz aşağıda kalmıştı. Frank birden kahkahalar atmaya başladı. Ben ne olduğunu anlamamıştım fakat Bay Daniel çok sinirli gözüküyordu. ‘’Şimdi de seni mi gönderdiler? İpin anormal bir biçimde kopmasından anlamalıydım. Zaten ip kopmamıştı, kesilmişti!’’ Ne diyordu? İpi, Frank mi kesmişti? ‘’Bay Daniel, Frank öyle bir şey yapmaz. Orada beni kurtarmıştı…’’ Sözümü kesti. ‘’Dante, o senin orada kurtulacağını bildiği için öyle yaptı. Önce seni orada öldürmeye çalıştı fakat öldüremeyince de kurtardı ki ben ondan şüphelenmeyeyim diye...’’ Ağzım açık bir şekilde Frank’a bakıyordum. Ne olduğunu anlatmasını ve bunların yalan olduğunu söylemesini bekliyordum fakat Frank kahkaha attıktan sonra konuştu. ‘’O haklı Dante. Seni kayalıkta öldürmeye çalıştım. Hazır koruyucun da yanında değildi, oradan düşsen seni kimse kurtaramazdı fakat sen hızlı davranıp oradaki kayalardan birine tutunmayı başardın. Ben de koruyucun kıllanmasın diye seni kurtardım, yoksa oracıkta seni öldürürdüm. Orada başaramadım, seni şimdi öldüreceğim!’’ Ben ne olduğunu halen anlamamıştım. Beni niye öldürmek istiyordu ki? İstemsiz bir biçimde geriye bir adım attım. O da bu adımı atmamla birlikte üzerime doğru saldırdı. Fakat Bay Daniel önüme geçti ve elinde nereden bulduğunu bilmediğim şekilde bir kılıç belirdi. Frank de daha önce hiç görmediğim bir biçime büründü. Bay Daniel güldü, ‘’Gel bakalım. Ben de ne zamandır dişli bir rakip arıyordum!’’ deyip onun üstüne saldırdı. Ben daha fazla bakamadım ve hemen oradaki bir yere çöktüm. Bir süre süren bağrışmalardan sonra Bay Daniel üstü, başı yırtık bir biçimde yanıma geldi. ‘’Tamam Dante. O fırtına ruhunun işini bitirdim. Diğerleri de gelince hemen geriye dönelim. Bana ne olduğunu sorarlarsa kayalıktan yuvarlandım tamam mı?’’ deyip hemen yakındaki bir yerden aşağıya indi. Diğerleri gelince Bay Daniel de yorgun argın bir biçimde yukarı çıktı. ‘’Çocuklar. İnanır mısınız, az önce şuradan yuvarlandım. Üstüm başım yırtıldı. Hadi, kampa geri dönelim.’’ Çocuklar oflayıp pufladılar ve bana tekrar deliymişim gibi bakıp geri döndüler. Geri dönüşte dümdüz bir patika vardı, oradan indik. Ben inerken Bay Daniel’in yanına gidip sordum. ‘’Az önce gördüklerim bir rüyaydı, değil mi?’’ Sıkıntılı bir şekilde bana baktı. ‘’Hele bir kampa geri dönelim. O zaman her şeyi açıklayacağım sana.’’ Ben de tamam der gibi başımı salladım ve düşmeden patikadan inmeye çalıştım. Bugün çok fazla şey olmuştu, başım patlayacaktı sanırım.
Kampa geri geldik ve Bay Daniel hemen müdürün yanına gidip beni işaret etti. Müdürle bir şey konuştular, bir süre sonra müdür yanıma geldi. ‘’Evlat, bugün herkesin sana deli gibi bakmasının nedeni Frank’i göremiyor olmalarıydı. Onu göremedikleri için senin kendi kendinle konuştuğunu düşündüler ve sana deli gibi davrandılar. Frank ise bir fırtına ruhuydu, seni öldürmek için görevlendirilmişti fakat başaramadı. Senin koruyucun olan Daniel ya da senin bildiğin Bay Daniel seni korumayı başardı. Sen aslında sıradan bir insan değilsin. Sen bir yarı-tanrı ya da diğer bir deyimle melezsin. Senin baban bir insan değil, bir Tanrı. Bir Yunan Tanrısı. Hani belki bilirsin, Zeus, Poseidon, Hades vs… Baban onlar gibi bir Tanrı. Şimdi de seni güvende olabileceğin bir yere, Melez Kampı’na göndereceğiz. Orada senin gibi birçok melez var. Merak etme, bugün gitmeyeceksin. Yarın kasabaya geri dönünce annenle vedalaşırsın ve oraya doğru yola çıkarsın. Şimdi, biraz dinlen. Senin için uzun bir gün oldu.’’ Son duyduklarımı şok içinde dinledim. Ben bir Yunan Tanrısı’nın oğlu muydum? Frank bir fırtına ruhu muydu ve beni öldürmek için mi gönderilmişti? Gerçekten uzun bir gün olmuştu, biraz dinlensem iyi olacaktı.
Sabah erkenden kalktım ve eşyalarımı topladım. Bir süre sonra diğerleri hala kamp yapmaya devam ederken Bay Daniel ve ben otobüse binip kasabaya doğru yola çıktık. Yolda o bir şeyler diyordu fakta ben onu dinlemiyordum. Gerçekten şu an için şoktaydım. Kasabaya dönmemizle birlikte evime gidişimiz bir olmuştu. Evin kapısını açan annem beni görünce sevindi fakat yanımda Bay Daniel’i ciddi bir suratla görünce kötü bir şeyler olduğunu hissetti. Onlar biraz ilerde konuştular ve annem de onu dinledikçe hüngür hüngür ağlamaya başladı. Sanırım ondan ayrılacağım için üzülüyordu. Onlar konuşurken ben eşyalarımı toplamış ve gitmek için tüm hazırlıklarımı tamamlamıştım. Annemle vedalaştım ve dışarı çıkıp Bay Daniel ile bir arabaya bindim. Annemin sözleri hala kulaklarımdaydı. ‘’Oğlum kendine iyi bak. Beni ararsan, New York’daki evimizde olacağım.’’ Annemi düşündükçe kendimi tutmakta zorlandım ve sonunda kendimi tutamayıp ağlamaya başladım. Ben, yıllardır hiçbir acının ağlatamadığı ben annemden ayrıldığım için hüngür hüngür ağlıyordum…