Harpyalardan kurtulduktan sonra derin bir nefes aldık ve pegasuslarımız ile gecenin karanlığında NSÖ Plakçılığa doğru yol almaya başladık. Bizi başka bir melez görse deli sanabilirdi. Ne de olsa hangi melez gecenin bir vakti yer altına inmek ister ki? Ya aklını kaçırmış ya da bizim gibi bir çağrı (!) almış olmalı. Aslında Hades'in sesi çağırı yada istekten daha çok emir verir gibiydi. Yani ona karşı gelmemiz ya da sabah gelsek olur mu deme şansımız yoktu. Eğer öyle bir şey deseydik sonuçlarının ne olacağını merak ediyor ama cevabını almak istemiyordum. Sessiz, sakin ve aklımdaki karışıklarla gecenin bu güzel görüntüsünde ilerlerken birden içim titredi ve üzerime montomu almadığım için kendime bir kez daha kızdım. Etrafıma baktığımda Los Angeles'e geldiğimizi fark ederek gülümsedim. Aalında bu durumda gülümsemek yerine korkmalıydım ama gecenin bu eşsiz ve güzel manzarası karşısında gülümsememek elde değildi. Ben etrafa bakınırken kendime Lucy'nin sözleri üzerine geldim. Daldığımı o ana kadar fark etmemiştim. Lucy'e dönerek "Evet, her şey yolunda." dedim ve onu incelemeye başladım. O da meraklı ama korkusuz gözüküyordu. Ne de olsa o da benim gibi buraya daha önce gelmişti. Tek fark bu sefer biz kaçak olarak değil bir çağrı üzerine geliyorduk. Bir süre sonra istediğimiz yere sonunda ulaştık ve pegasuslarımızdan indik. Ben pegasusları geri kampa gitmelerini söyledikten sonra Lucy'e döndüm ve "Hazır mısın?" diye sordum. Onunda benim gibi Hades'i görmek istediğini sanmıyordum. İkimiz içinde o seviğimiz tanrıların başında gelmiyordu doğrusu ve bu çağırı o yüzden bizi daha da çok rahatsızlık veriyordu.