Kulübede kardeşlerim ile oturuyordum. Birlikte sohbet ediyor, yaşadıklarımızı anlatıyorduk. Hepimiz o kadar çok macera yaşamıştık ki bu konuşmamız uzun bir süre devam etti. Rose ile Tom birbirleri ile benden daha geç tanışmışlardı ve konuşacak çok konuları vardı. Onlar anlattıkça bende onları dinliyor, arada yaşadığım maceraları bende anlatıyordum. Biz sohbet etmeye devam ederken kapı çaldı ve hepimiz aynı anda ayağa kalktık. Üçümüzde bunu fark edince gülmeye başlamıştık. Bu durum hepimize de çok komik gelmişti. Yavaş yavaş gülmemiz azalınca Rose kapıya en yakın olduğu için kapıyı o açtı. Gelenler tanımadığım birkaç melezdi ve Rose’yi dışarı çağırıyorlardı. Başıma tamam anlamında salladıktan sonra gülümseyerek “Ben gidiyorum, gecikmem.” dedi ve kulübeden çıktı. Onun ardından Tom da bende kulübede kalmıştık. Kulübe de oturmaktan sıkılıp kamptan çıkmayı düşündüm. Canım çok dışarıya çıkmak istiyordu ama yine Tanrı/tanrıça’lardan birine yakalanırsam büyük ceza alacağımın farkındaydım. Yine de dışarı çıkma fikrimi aklımı çeldi ve dolabıma yöneldim. Üzerime en sevdiğim mavi desenli badi, altıma mavi kot pantolonumu giydim ve saçımı yukarıdan bağladım. Güzel gözüküyordum ve bu aralar kendimi beğendiğimi fark ederek gülümsedim. Üzerime ceketimi ve son olarak da çantamı aldıktan sonra Tom’a dönerek “Ben çıkıyorum kardeşim.” dedim. “Nereye gidiyorsun kardeşim?” diye sorduğunda ona ne diyeceğimi şaşırdım. Ona kamptan kaçtığımı söyleyemezdim. Ne de olsa o da benim kaçmamı istemezdi. “Biraz dolaşacağım, merak etme.” dedikten sonra başını tamam anlamında salladı ve bende kulübeden çıktım.
Kulübemden uzaklaştıktan sonra Alice’ye seslendim ve hemen sesimi duymasıyla yanıma geldi. İlk önce onun yumuşacık tüylerini sevdim ve ardından yanımda getirdiğim küp şekerleri Alice’e vererek gülümsedim. Alice şekerleri yedikten sonra “Teşekkürler Lia.” dedi. Pegasusumla konuşabiliyordum ve çok şanslıydım. Kardeşlerim hariç hiçbir melez konuşamasa bile ben konuşup, zor durumlarda ona derdimi anlatabiliyordum. Alice de aynı şekilde beni seviyordu ve bende ona olan sevgimi hiç azaltmıyordum. Tüylerini okşadıktan sonra üzerine bindim ve “Beni New York’a götür Alice.” Dedim. Alice sözümü dinleyip havalansa da “Sen izinli misin?” diye sordu. Bu soru beni çok şaşırtmıştı. Pegasusuma her zaman yaşadıklarımı anlatırdım ama beni bu kadar çok anlayabildiğini düşünmezdim. “Hayır, ama bir şey olmaz. Kısa bir süre dolaşıp geri geleceğim.” dedim ve Alice hiç itiraz etmeden beni New York’a götürdü. Geldiğimiz zaman üzerinden indim ve tüylerini okşadım.
“Teşekkürler beyaz meleğim. Şimdi sen geri kampa gidebilirsin, çağırdığımda geri gelirsin.” dedim. “Tamam.” Diyerek yanımdan uzaklaştı. Bir süre bütün insanlar gibi bende mağazaları dolaşmaya başladım. Alışveriş yapmayı severdim ve bu sefer sadece değil kardeşlerime de hediye almıştım. Kıyafet torbaları elimde mağazadan çıktığım sırada karşımda pegasusum Alice’yi gördüm. Şok olmuştum. Karşıdaki tenha bir sokakta durmuş beni bekliyordu. Hızla onun yanına doğru ilerlemeye başladım. Genelde ben seslenmeden yanıma gelmezdi ve içimde bir şeyler olacağına dair kötü bir his vardı. O sırada Alice olduğu sokaktan çıkarak kimseye aldırmadan yanıma doğru gelmeye başladı. “Çabuk Lia. Poseidon senin kamptan kaçtığını öğrenmiş ve ceza vermek üzere buraya geliyor.” dedi. Hiçbir soru sormadan üzerine bindim ve kampa doğru havalandık. Havalandığımız sırada “Nereden biliyorsun bunu Alice?” diye sordum. Bu soruyu sormak daha yeni yeni aklıma geliyordu.
“Poseidon ile havadayken karşılaştım. Tam kampa gelirken beni gördü. Ardından da sana baktı..” diyerek anlatmaya başladı. Beni uyarmaya geldiği ve alıp götürdüğü için bir tanecik pegasusum Alice’ye teşekkür borçluydum. Aslında babamın istese hemen yanıma gelip bana ceza vermesi de olası bir şeydi ama bunu yapmamıştı ve bana işaret olarak pegasusumu yollamıştı. Hafifçe gülümseyerek “Sağ ol Alice. Seni çok seviyorum pegasusum.” diyerek başını okşadım ve kampa gidene kadar da aklımda hep aynı soru vardı. Şimdi babamdan ne cezası alacaktım?!