Her zamanki sabahlardan biri... Yine saat 6'da kalk, hazırlan, kahvaltını yap ve okula git... Hayatımım neredeyse yarısı aynı şeyleri yapmakla geçiyor. Annem tarafından bu yaşıma kadar ilgi görmediğim söyleyemez. Kendisi hem kendini hemde beni geçindirmek için, para kazanmakla meşgul dersem gülün geçin buna, çünkü kendisi Amerika'nın en ünlü süper modellerinden biri, bende onun tatlı bebeğiyim. Bana her zaman canım-cicimli davranmıştı.
Düşüncelerimi sıcacık yatağımda bırakarak terliklerimi giydim ve bile bile henüz gün ışığına direnç kazanmamış gözlerimi kamaştırmak üzere perdelerimi açtım ve arkamı dönüp banyoya yöneldim. Buz gibi soğuk suyu suratıma çarpınca, uykulu halimde yok olmuştu doğal olarak. Aşağıya inmeden önce daha geçen gün yere düşürerek bozmayı başardığım maşamı son bi umutla çalıştırmayı denedim, ama gerçekten bozulmuş olacak ki çalışmıyordu. Hızlı adımlarla aşağıya indim ve mutfağa girdim. Evin hizmetçisi -ki aslında neredeyse benle yaşıt Rose'a arkadaşım gibi davranırken annemin isyanlarıyla patron - çalışan ilişkisi kurmaya zorlandım- Rose, kahvaltıyı çoktan hazırlamış, çaylarımızı koyuyordu. Annem çoktan masaya oturmuş beni bekliyordu. Zoraki gülüşümle "Günaydın Anne." dedim ve Rose'a dönüp "Sanada günaydın Rose!" dedikten sonra annemin tam karşısındaki sandalyeme oturdum.
O sırada annem elindeki dergiyi bıraktı ve gözlerini bana doğrulttu. Her zamanki gibi kendinden kararlı, ince sesiyle "Neden bugün benimle fotoğraf çekimine gelmiyorsun Krystal?" diye sordu. Aslında benim için sakıncası yoktu. Annemle beraber biryerlere gitmeyeli en az 3 yada 4 ay olmuştu. Kafamda iyice tarttıktan sonra anneme baktım ve "Neden olmasın?" dedim yapmacık gülümsememle. Aslında bu işte birşeyler vardı... Annemdeki o yumuşaklık gitmiş, yerine hüzünle karışık ciddi bir ruh hali gelmişti adeta. Kahvaltımızı bitirdikten sonra salona geçtik. Ben televizyon kanallarına bakınırken O, elindeki dergiyi sehpanın üstüne doğru nazikçe bıraktı, kahvesinden son bir yudum aldı ve "O zaman okulun bittiğinde seni alması için şöförümü gönderiyorum, çekimde görüşürüz." diyerek ayaklandı. Cevap verme gereği bile duymadan arkasından kalktım ve yukarı çıkıp dağınık dolabımın içinden büyük çabalarla bulduğum siyah, skinny kot pantolonum; bej rengi, askılı bluzüm ve üstüne giyeceğim siyah hırkayı üzerime geçirdikten sonra spor ayakkabılarımdan birini giydim ve çantamı kaptığım gibi okula gitmek için arabama bindim.
Okula gittiğimde... Her zamanki gibi asla benim kafamdan olmayan ama onlarla takılmak zorunda olduğum, güzel olmak için yüzlerine tonlarca boya süren ve estetik yaptıran arkadaşlarım; Claire, Ashley ve Victoria'nın yanına gittim. Bu üçününde kendini adadıkları üç konu vardı; Erkekler, moda ve makyaj. Makyaj yapmayı oldum olası sevmemişimdir, kıyafetlerimide sürekli annem alır. Çapkın olduğumda söylenemez. Ben şu yanımdaki üç boya küpüne göre hem zeki, hemde ağırbaşlıydım ki buda dışarıdan onlar gibi görünmeme yetiyordu. Bu aralar çok iyi giden derslerimin bile notları hafif hafif düşmeye başlamıştı. Şey... Annem hala yüzme antremanları yaptığımı bilmiyor aslında. Aslında bunu da, gerçek ben gibi kimse bilmiyor. Denise adında bir çocuk hariç... İlk mayomu giyip yüzmeye başladığım gün, yaklaşık yarım saat sonra havuzun kenarında nefes nefeseyken havuzdan çıkma çabalarımdan sadece elini uzatıp beni dışarı çekerek kurtarmıştı beni... Ardından herkesten daha yakın bir hale geldi bana. Hayatımda daha önce kimsenin yanında bu kadar eğlenmediğim biriydi O.
Bugün gireceğim tüm dersler bittiğinde, kapıda çoktan gelmiş olan Victor, benim için kapıyı açtı ve ardından sürücü koltuğuna geçip arabayı çalıştırdı. Geldiğimizde, çekim çoktan bitmişti ve annem odasında o korkunç makyajıyla bana doğru döndü. Hüzünlü gözleriyle "Gel, karşıma otur." dedi hüzünlü sesiyle. Aynen dediğini yapıp karşısına oturdum. Ardından söze girdi "Krys, seni bu yaşına kadar tek başına büyüttüm, işlerimin yoğunluğu dolayısıylada pek fazla yanında olamadım. Umarım beni anlıyorsundur. Vakti geldiği için sana bunları anlatmak istiyorum. Senin baban aslında insan değil Krys, bi Tanrı." dedi buruk sesiyle. Tanrı? Buna inanmıyorum desem yalan olurdu, çünkü annemi daha önce hayatımda hiç böyle görmemiştim. Ve dedikleri mutlaka doğru olmalıydı. Ah, hadi ama! O süprizleri bile batıran bir kadın. Sessiz kalmayı tercih ettim ve annemin dediklerinin devamını dinledim. Gözlerimin içine baktı ve "Aslında senin baban Poseidon... Hatırlamadıysan hani şu Denizlerin Tanrısı olan... Asıl önemli olan, bundan sonra benimle yaşamayacaksın kızım. Melez Kampı'na gideceksin." dedi içindeki buruklukla. Ardından sulu gözleriyle ve garip elbisesiyle bana son kez sıkıca sarıldı... Ben ise... Her zaman okuduğum o Mitoloji kitaplarındaki tanrılardan birinin kızıydım aslında.