Çok kötü şeyler oluyordu,
olacaktı. Crist’in yüzündeki tüm sevinç ve mutluluk birden çekilmişti. Bu hali içimi parçalıyordu adeta. Ne yapmalıydım bilmiyordum. Ama yapabileceğim tek şey güçlü olmaktı hem de her zamankinden çok. Çünkü Crist bana güvenircesine bakıyordu, şuan onun dayanağı bendim. Her insan sonunda bu maskeli balodan kurtulacaktı ama geride kalanlar olacaktı, üzülen… Keşke diyordum, keşke bu Crist’in annesi olmasaydı!
Hava kararmıştı. Evdekilerle durumumu bildirmek için kısa bir telefon görüşmesi yaptım. Şimdi ise bir oda da kanepeye uzanmış Crist’i izliyordum. Aynı şekilde o da beni izliyordu. Ona sessizce “seni seviyorum” dedim. Yüzündeki ifadesizlik ifadesini hala korumakta ısrarcıydı. Elimden bir şey gelmiyordu. Ama belki Tanrı’larla iletişim kurabilme lüksüne sahipken onlardan Crist’in annesi için şifa dileyebilirdim. Fakat sonrasında onların nasıl biri oldukları aklıma geldi. Şimdi Olimpos’da nektar yiyip şarap içerek sohbete dalmışlardır. Hepsi de aynıydı. Ne kadar da başka şeylerin tanrıları da olsalar hepsinin karakteristik özellikleri aynıydı, bencillik…
Odaya dolan çığlıktan sonra Crist ve ben olduğumuz yerde doğrulduk. Crist “noluyo?” diyip duruyordu. Olayı anlamak için odadan dışarı çıktım. Crist de arkamdan gelmişti. Herkes seferber olmuş Crist’in annesine bir takım aletler takıyordu. Olayı anlamam bir saniyemi aldı. Hemen Crist’e dönüp kolundan tutup zorladım. Onu ne kadar da yardıma ihtiyacım olmasa da bir hemşireyle odaya geri kattık. Hemşire onu yatağa yatırıyordu. Ama ters giden bir şey oldu birden hemşire Crist’i bıraktı. Ne olduğunu hemen anlamıştım. Crist hemşireyi etkilemişti. Crist ayağa kalkıp okunu aldı. Kapının önüne geçtim ama bir yandan da çekilmek istedim. Çünkü belki özel gücü sayesinde annesini kurtarabilirdi. Zaten çekilmek düşüncesini beynimde dolandırmaya gerek kalmadı. Crist gözüme bakarak beni de etkiledi. Şimdi kapının önünden çekilmiş, kenarda öylece duruyordum. Bir vakit sonra kendimde gelince hemen odadan çıkıp Crist’in yanına koştum. Karşıda kırık camlar üzerinde duyguları altüst olmuş Cristve karşısında konuştuğu bir adam vardı. O adamı hiç görmemiştim ama Crist onunla, tanıdığı biri gibi konuşuyordu. Daha çok bağırıyordu. Ama ne dediğini anlamam için biraz daha onlara doğru gitmem gerekti. O adam ise daha önce görmediğim biriydi. O Apollon’du.
Hemen Crist’in yanına koştum. Crist’in hararetli konuşması yarıda kalmıştı. Gözleri karanlığa gömülmüş ve ardında Crist kendinden geçmişti. Bayılan Crist’i yana doğru düşerken eğilerek yakaladım. Başını dizime yasladım. Apollon ise kılını bile kıpırdatmamıştı. Gözlerim en kötü bakışları atmak için hazırdı. Başımı adama doğru kaldırdığımda cüretkâr bakışlar fırlattığımın pekala farkındaydım.
-Sen çok iyi bir çocuksun Steward! Crist’e çok iyi bakacağından…
-Zaten hep öyle değil midir? Kendi çocuğuna kendin bakmaz başkalarını başına dikersin. Bu bazen bir koruyucu satir, bazen de iyi çocuklar olur öyle değil mi?
-Sen….
-Hadimimi mi aşıyorum? Peki ya siz? Tanrısınız!!! Koskoca dünya işlerinin hakkından geliyorsunuz ve sadece bir çocuğa bakamıyor musunuz? Hem de o sizi bu kadar çok seviyorken!
-Se…
-Lütfen artık gidiniz!
-Ares oğlu! Haddini bil yoksa…
-Yoksa ne? Babama mı söylersiniz. Sanırım hangi cehennemde olduğunu siz benden daha iyi biliyorsunuz!!!
Apollon kötü bakışlara beni boğarak başka bir şey söylemeden gümüşi renkteki bulutla ortadan kayboldu. Crist’i kucaklayıp hemen odaya götürdüm. Etraftaki hemşirelere durumunu anlattım. Koluna bir serum bağladılar. Saat gecenin geç vakitlerini haber veriyordu. Crist’in yanında kanepeye kıvrıldım ve gözlerimin kapandığının farkına bile varamadım…