Anna'nın sabahın köründe babamı bulmak istemesi garibime gitmişti ama fazla sorgulamamaya karar verdim. Ben de onu ne zamandır görmemiştim, bir ziyaret etmem fena olmazdı. Afrodit kızı ile birlikte Long Island kıyısına gittik ve ben hızla suyun derinlerine doğru ilerlerken tereddütle bana bakan Anna'yı fark ettim.
"Ah, sanırım suyun seni ıslatmamasını sağlayabilirim." dedim ve suyu yönetmeye odaklandım. Anna'ya 'oldu' anlamında bir işaret yaptım ve hala yaptığının güvenliğinden pek emin değilmiş gibi görünse de suya girmeye başladı. Onu rahatlatmak istercesine, "Hey, merak etme. Ben uzun yıllar işin eğitimini almış bir cankurtarandan çok daha başarılıyımdır." diyerek ona göz kırptım. Sonra bel hizama kadar gelmiş olan ılık suya kendimi bıraktım, yüzmeye başladım. Biraz yol katettikten sonra durup Anna'yı beklemeye başladım, hemen arkamdan yüzmekteydi.
"Şey... Rose... babanın sarayına yüzerek mi gideceğiz?" diye sordu şaşkınlıkla karışık bir şekilde.
Anna henüz denizin derinliklerindeki gizemle tanışmamıştı, böyle bir soru sorması doğaldı. Ona biraz daha yüzmemizi işaret ettim ve birlikte zaman zaman öne geçmeye çabalayıp zaman zaman gülüşerek bir süre yol aldık. "Şimdi, bundan sonrasına suyun altından devam etsek iyi olacak. - Merak etme, nefesini tutmana gerek kalmayacak!" dedim ve ona cesaret verircesine gülümseyerek daldım. Derinlere inmek için çabaladığım o anın ardından, ayaklarım denizin zeminine bastı ve peşimden gelmekte olan Anna'nın yüzünün etrafında bir hava baloncuğu oluşmasını sağladım. Bu sayede sualtında rahatça takılabilecekti...