Ellerim ceplerimde okula doğru yürüyordum. Aklım hala eskideydi. Üvey annem ve babam. Çok iyi bir hayatım vardı ama çok kötü bir şekilde buradayım. Neymiş de New York’un okul seçeneği daha azlaymış. Fazla olsa ne olacak? Sonuçta yılda 1 okulcuk değiştiriyordum. Hiperaktiflik, disleksi vs,vs,vs…
“Forgetting
All the hurt inside
You've learned to hide so well
Pretending
Someone else can come and save me from myself
I can't be who you are
[Chorus]
When my time comes
Forget the wrong that I've done
Help me leave behind some
Reasons to be missed
Don't resent me
And when you're feeling empty
Keep me in your memory
Leave out all the rest
Leave out all the rest
Forgetting
All the hurt inside
You've learned to hide so well
Pretending
Someone else can come and save me from myself
I can't be who you are
I can't be who you are”
Genellikle Linkin Park dinlemeyi severim ve bu şarkılarına hastayımdır. New York’un o yağmurlu gününde- bahçeli bir evden geldiğim için- toprak kokusu almak için havayı içime çektim. Fakat tek aldığım koku çöpler, egzoz ve daha bir çok kötü şeyin kokusu.
Yüzümü buruşturup tekrar yoluma devam ettim. Okula gelmiştim ve hızla merdivenleri çıktım. Nedense biyoloji derslerinden nefret ediyordum. Belki de her ders başka bir hayvanı deştiğimiz içindir. Kurbağa, sıçan, fare…
Sınıfa girdiğimde ilk defa sıraların olduğunu gördüm. Yoksa yanlış sınıfa mı gelmiştim?
Gözlerimi kırpıştırdıktan sonra sınıfın doğru sınıf olduğunu fark ettim. Arka sıralardan birine geçtim ve istifimi bozmadan dersi dinlememeye başladım.
O kadın ya her zamanki gibi hayvan deştirecekti ya da okulun kurslarını övüp duracaktı. İnanın bana 1 ders öyle bile çok sıkıcı geçiyor. Düşünün hele 4 ders. Bu hain kadın kimya dersinede giriyor ve biyoloji ile kimya art arda.
Sonunda dolabıma gidip uzun uzun gelen postaları karıştırmak için zaman buldum. Benden kısa olan dolaba eğildim ve gelen tek mektubu okumaya başladım. Babamdandı:
Sevgili Kennard,
Son zamanlarda hiç mektup atmadık. Endişelendim ve sana bu mektubu gönderdim. Mektubunu bekliyorum. Sonra acı bir gülümseme ile mektubu tekrar dolabıma attım. Tam dolabımı kapayacakken içinden gelen yakut kırmızısı bir ışık dikkatimi çekti. Kapağı sonuna kadar açtım ve ışığın netleşmesini inceledim. Işık birleşti ve şekil aldı. Sonuç olarak karşımda bir asa duruyordu. Elime aldım ve incelemeye çalıştım. Asayı aldığım yerin altından bir not çıktı. Babamın el yazısı ile yazılmış yazıda:
Bunu sana annen vermişti. Adı; Yakut Feneri. Işıktan oluşabilme yeteneği var. Rengini kandan alır. Etrafı aydınlatacak kadar güçlüdür ve istendiğinde bir hançere dönüşür. Hançerin ucu yine kan kırmızısıdır.Gitmen gereken yeri biliyorsun. Baban…
Nereye gidiyormuşum anlamadım. Neden babam hep böyle esrarengiz konuşuyor anlamıyorum. Hep bir bilmece kuruyor ve artık bir yere gitmem gerektiği için aklıma gelen ilk yere gitmeye karar verdim.
Bir taksiye atladım ve
“Long Island’a” dedim. Arkadaşım hastaydı ve istediğim zaman onu görebilmem için bana adresini vermişti. Bilmece çözmektense Melez Tepesi denen o ilginç isimdeki yere gitmeyi tercih ederdim.
Taksiden indim ve Melez Tepesi olduğunu söylediği o ilginç yere doğru ilerlemeye başladım. Bir çam ağacını geçtikten sonra bir çiftlik evi göründü. Omzumdan kayan çantamı düzelttim ve buranın havasını içime çektim.
Bu hava hep özlemini çektiğim havaydı…
(İlk rp'mi değiştirdim ve uzattım)