Olimpos Rpg
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Olimpos Rpg

Percy Jackson ve Olimposlular ile Olimpos Kahramanları serilerinden esinlenilerek oluşturulmuş, zirvedeki rpg forum sitesi.
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Lady Lieselotte

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Lieselotte Qwin
Nemesis'in Çocuğu
Nemesis'in Çocuğu
Lieselotte Qwin


Mesaj Sayısı : 320
Kayıt tarihi : 13/07/11

Lady Lieselotte Empty
MesajKonu: Lady Lieselotte   Lady Lieselotte Icon_minitimeCuma Tem. 29, 2011 3:56 am

Ayışığının sessiz gizemi içinde gökyüzünde asılı duran yıldızları seyre dalmıştı. Dizlerinde kavuşturduğu elleri ve dayadığı çenesiyle dışarıdan tıpkı küçük bir kız çocuğu gibi görünüyor olduğundan emindi. Hep eski günlerine, küçük olduğu zamanlara dönmek istemez miydi zaten? Belki bu oturuşla kaderini yanılsatabilirdi. Aslında kandırdığı kişi yalnızca kendisi oluyordu, bunun farkındaydı. Yine de... 20 yaşındaki bir kız için çok fazla hayat tecrübesine sahipti ve bu çoğu zaman onu çıldırma raddesine getiriyordu. Dudaklarını hafifçe aralayıp sevdiği bir şarkının melodisini mırıldanmaya başladı. O oturuşta gökyüzünü seyrederek ne kadar süre kaldığı hakkında hiçbir fikri yoktu; kapısının tıklatılmasıyla tekrar içinde bulunduğu ana döndü. Titrek bir sesle "Girin." dedi. Aslında kapının önünde duran kişinin yanına gelmesi, hayatta en son istediği şeydi fakat başka şansı yoktu. Ünlü ve başarılı bir iş adamı olan Jasper Ludlow, durum aslında nasıl olursa olsun, resmi hayatta onun kocasıydı. "Ve babamın katili." diye fısıldadı usulca. Sesi bir tıslamayı andırmış ve karanlığa karışıp perdelenene kadar içinde bir ürperti hissetmesine neden olmuştu. Hayatını kaybetme korkusundan, bildiklerini polislere ve hatta biricik ablasına, kimseciklere anlatamamıştı. Korkak değildi Lieselotte. Sadece, sinsi davranmaya karar vermişti. Bileklerine takılacak kelepçeler, Jasper'ın cezasını ödemesi için çok yetersizdi. Kapının kulbu uzun boylu ve kaba mizaçlı biri tarafından sertçe aşağı indirildiği sırada, "Zaten intikam soğuk yenen bir yemektir." diye mırıldandı. Kocasının "Bir şey mi dedin?" sorusuna cevaben şaşkın bakışlarını ona çevirdi ve gözlerini masumca kırpıştırdıktan sonra, "Kendi kendime şarkı söylüyordum." dedi. Jasper kurnaz ve kuşkucu bir adam olabilirdi fakat Lieselotte, onun kendisinden on üç yaş daha genç olan karısının aklında esen fırtınalardan bihaber olduğundan adı kadar emindi. Jasper ondan beklenmeyecek bir kibarlıkla aralarındaki mesafeyi kapatıp pencerenin pervazında Lieselotte'nin yanına otururken "Yarın önemli bir görüşme için ülkeden ayrılacağım Lie. Ben geri dönene kadar, senin ve ablanın burada uslu durmanızı istiyorum. Bunu özellikle söylememin nedenini biliyorsun." dedi. Bu haber üzerine heyecandan içi kıpır kıpır olan Lieselotte, bunun hayatı için çok ama çok önemli bir bilgi olduğunu belli etmemesi için sesini özenle ayarladıktan sonra "Peki, ne kadar kalacaksın?" diye sordu. Masum, genç ve kaygılı bir eşin ağzından çıkabilecek, sıradan ve standart bir soruydu. Jasper da bunun böyle olduğunu düşünmüş olacak, kaşlarını çatıp kısa bir hesap yaptıktan sonra "Nereden baksan 15 gün buralarda olamayacağım. Belki daha bile fazla." cevabını verdi. Yaşadığı tatmini gizlemek için dudaklarını ısıran genç kadın, "Seni özleyeceğim." diye mırıldandı. Jasper'ın kaşlarını kaldırarak ona bakmakta olduğunu gördüğünde de, "Ve bu süre zarfında uslu duracağım." eklemesini yaptı. Karısını kendine doğru çekip öptükten sonra Jasper, "Beni özlemeyeceğini ve bu haberin seni sevindirdiğini biliyorum. Yine de, belki bilmek istersin. Ben seni özleyeceğim. Aynı evin içinde yaşarken bile sana hasret kalan ben için, arada kilometrelerin olması nasıl bir fark yaratır, bilemem tabii." dedi. Sözlerinin sonuna eklediği acınası kahkaha, kendi haline acıdığını kanıtlar nitelikteydi. Lieselotte'nin bir cevap vermesini beklemeden pervazdan kalktı ve odanın kapısına doğru ilerlemeye başladı. Genç kadın bunu yaptığı için ona minnettar olmuştu çünkü verebileceği bir cevabı, söyleyebileceği bir sözü yoktu. Belki Jasper'ın suratına söylediklerinde haklı olduğunu, onun kahrolasıca bir köpekten başka bir şey olmadığını ve hiçbir zaman kendisinin sevgisine sahip olamayacağını haykırabilirdi. Belki, tatlı bir eş gibi rol yapıp ağlamaya başlar, onu sevdiğini ve duyduklarının Lieselotte'yi kayrettiğini de söyleyebilirdi. Suratına mahçup ve üzgün veya cehennemden çıkma bir ifade yerleştirip, ona tüm yolculuğu boyunca gözlerinin önünden gitmeyecek bir surat hediye edebilirdi. Oynadığı tüm rollerin ve dışa yansıtmaktan çekindiği nefret dolu kızın ardındaki gerçek Lieselotte ise sadece susmak ve Jasper'ın yanından uzaklaşmasını beklemek istiyordu. Bu sefer, yapmaması gerektiğini bile bile o en içerideki Lieselotte'yi dinleme kararı almıştı.

Kapının arkasından sert sayılabilecek bir şekilde kapandığını duyduğunda, gözlerinin dolmaya başlamış olduğunu hissetti. Birkaç dakika içinde beynine hücum eden düşüncelere daha fazla dayanamayarak, ağlamaya başladı. Babasının Jasper'la yaptığı iki taraf için de kârlı olan bir iş anlaşmasının hemen ertesi günü içtiği çaydan zehirlenerek ölmesi. Jasper'ın ona tüm şüphelerinin asılsız olduğu konusunda söylediği zırvalıklar. Yetim ve servetini kaybetmiş iki kız kardeşin Ludlow ailesi tarafından sahiplenilerek, acı sonlarından kurtarılması. Ona tüm gerçekleri ve Jasper'ın işlediği cinayeti vicdanının yükünü hafifletmek için anlatmış olan Victoria Ludlow'un esrarengiz bir şekilde kaza geçirmesi. Lieselotte'nin her şeyi bilmesine rağmen, ablasının hayatıyla tehdit edildiği için susmak zorunda kaldığı günlerde aldığı evlenme teklifi. İlk ve tek aşkı Henry'nin zihninde kalmış olan o silik görüntüsü. Jasper'a onunla sadece sahte bir evlilik yapacağı ve sessiz kalmayı sürdüreceği konusunda dayattığı anlaşma. Artık genç ve zengin iş adamı Bay Ludlow'un büyük mirasının tek yasal varisi olarak büyük planına bir adım daha yaklaştığı o gün, sinsi planını gerçekleştirmeden ölmeyeceğine dair içtiği ant... Hayatı pis sahtekârlıklar ve intikam hırsıyla doluydu. Her zaman güvenebileceği tek kişi olan ablası, ne yazık ki bu durumda ona yardım edemezdi. Lieselotte'ye yalnızca tek bir şey yardımcı olabilirdi; genç kocasının esrarengiz bir şekilde ölmesi. Belki bu onun yaptığı gibi bir şerefsizlikti. Düşünmesi bile korkutucuydu ama zavallı ve çaresiz kızlar gibi sadece göz yaşı döküp tanrıya adaleti getirmesi için dua etmek, Lieselotte için fazla yüzeyseldi. Böyle bir durumda pasif kalmaya dayanamazdı. Hayatına adaleti, kendi yollarıyla, emek harcayarak getirmeliydi. Haksızlık yapanları cezalandırmalıydı; bunun için kendisinin de haksızlık yapması gerekse bile. Aynı gece kapısı ikinci kez çalındığında, bu kez gelenin kim olduğu konusunda yürüttüğü tahmin içini neşelendirmişti.
"Gelebilirsin, ablacığım." dedi ve hızla oturduğu yerden kalkarak göz yaşlarını kuruladı. Ablasını üzmeye hiç niyeti yoktu. O zaten Lieselotte'nin sorunları olmadan da yeterince dert ve sıkıntıyla baş etmek zorundaydı. Bazen girdiği bir transtan günlerce çıkamazdı, günlerce hiçbir şey yemez, kimseye hiçbir şey söylemezdi. Lieselotte ablasının hasta olmadığını biliyordu. O sadece... Küçük kız kardeşininkinden çok daha acıklı bir öykünün baş kahramanı olmuştu. Yaşadığı hayat onu bu hale getirmişti. Normal günlerde gerçekten de kimsenin akıl sağlığından şüphe etmeyeceği kadar normal biriydi. Bazen, durup dururken kötü bir anı gözlerinin önünde canlanır ve onu çıldırtırdı. Lieselotte aynı hisleri zaman zaman hafif de olsa kendisi de yaşadığından, ablasını çok iyi anlıyordu. Kapısı açıldığında ve güzelliği dillere destan olan ablası içeri girdiğinde, ona sarılmak için yanına doğru yürümeye başladı. Ablasının bir şeyden çok korkmuş gibi titremekte olduğunu, ağzını açıp kapamasına rağmen hiçbir sözcüğü seslendiremediğini fark etti. Hızla yanına gidip onu omuzlarından tuttu ve "Abla! Ne oldu?.. Yi-yine bir anı mı?" diye sordu. Güzel abla Qwin başını 'hayır' anlamında salladıktan sonra sakinleşmek için birkaç derin nefes aldı ve ardından ellerinde tutmakta olduğu mektubu kız kardeşine doğru uzatırken "O mektup..." dedi. O mektup... Lieselotte bu mektubun ne anlama geldiğini çok iyi biliyordu. Babalarından onlara kalmış olan küçük kahverengi bir sandığın içinde bulmuşlardı zarfı. Üzerinde mektubun ablasına ait olduğu ve 25 yaşına gelene kadar kesinlikle okumaması gerektiği yazıyordu. Lieselotte çok iyi biliyordu ki yarın ablasının doğum günüydü. Hatta saat geceyarısını geçtiyse, kendisi şu anda 25 olmuştu. Haftalardır bugün için hazırlık yapıyordu fakat mektup mevzusu tamamen aklından çıkmıştı. Demek ki ablası aradan geçen onca yıla rağmen bu mektubun varlığını unutmamıştı. O satırlarda birini böyle bir histeri krizinin eşiğine getirmeye neden olacak, ne gibi şeyler yazıyor olabilirdi ki? Telaş ve korkuyla çekingen bir şekilde kenarları sararmış olan eski kağıdı eline aldı ve gidip yatağına oturdu. Kağıdı usulca açtığında, el yazısını hemen tanıdı. Mektup, babası tarafından yazılmıştı. Pekala, bu tahmin edilebilir bir şeydi. Ablasını bu kadar sarsan şeyin bu olduğunu sanmıyordu. Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldıktan sonra, acınası hayat hikayesine eklenecek yeni paragrafın ne kadar korkunç olacağını merak ederek okumaya başladı.
'Sevgili kızım...
Hayat her zaman herkese adil davranmaz. Büyük ihtimalle 25 yaşına kadar sen bu bilgiyi zaten tecrübelerinle edindin. Ben şu anda yanında değilsem, sen bu satırları okurken karşında oturmuyorsam, bu da zaten söylediğim sözlerimin kanıtı. Ben her zaman bu kahpe dünyaya adaleti getirmeye çalıştım, bu amaç için yaşadım. Ve size bahsetmekten hep kaçtığım biriyle, adalet meleğim olan annenizle de bu kişiliğim sayesinde tanıştım. Sözleri uzatmaya tahammülüm yok. Zaten sizden bu gerçeği bunca yıl boyunca saklamış olduğumdan, buna hakkım da yok. Yalnızca, sizden saklamamın sizin için daha iyi olacağını düşündüm. Bilmemek, kimin kızları olduğunuzdan habersiz olmak, daha az canınızı acıtır sandım. Yıllar sonra tekrar karşıma çıkan anneniz bana, bu düşüncemin yanlış olduğunu söyledi. Size bu mektubu yazmamı, o istedi. Evet, onun öldüğünü düşündüğünüzü biliyorum. Bu söylediğim yalanlar zincirinin bir parçası. Anneniz ölmedi. Ölemez. O, ölümsüz ve hiçbir zaman ölümü tadamayacak kutsal bir ruh. O bir tanrıça. Benim gözümde öyle olduğunu düşünmeyin, tamamen nesnel olarak kaleme alıyorum bu mektubu. Antik Yunan tanrıları ve o mitler, hepsi gerçek. Günümüzde de varlıklarını sürdüren efsanevi bir dünya. Bana bu dünyanın kapılarını anneniz, yani İntikam ve Adalet Tanrıçası Nemesis açtı. Karşınıza çıkamaz, size gerçekleri anlatamazdı çünkü bu yasaktı. Birkaç yıl önce bana yasağın artık geçersiz olduğunu ve sizi sahiplenebileceğini söylemek için geldi. Babanız artık sizin yanınızda olamayacak ama anneniz hep yanınızda olmaya, sizi korumaya devam edecek; farkında olmasanız bile. Yapmanız gereken tek şey sizin gibi özel insanlar için yapılmış olan ve asırlardır varlığını sürdüren Melez Kampı'na ulaşmak. Mektubun en altında yazan telefon numarası, bir satire yani mitolojideki bir keçi adama ait. Ona ulaşın ve sizi alıp kampa götürmesini isteyin.
Kızım, sana ve kardeşine yapmam gereken çok önemli bir uyarım var ve bunun size olan borcumu ödemeye yetmeyeceğini bilmek beni kahrediyor. Şu anda bu hikaye size masal gibi gelmiş olsa da kısa zamanda hepsinin gerçekliğini öğreneceksiniz. Anneniz, dediğim gibi İntikamın Tanrıçası. Bu da damarlarında tanrı kanı taşıyan herkes gibi, sizin de bir felaket getirici kusurunuz olduğu anlamına geliyor. Sevgili kızlarım, sizin ölümcül hatanız adalet aşkı ve intikam hırsı. Hayatlarınızı benim size iyi bir gelecek sağlamaya adadığım gibi, intikam duygusundan uzak kalmaya adayın. Yoksa, benliğinizi kaybeder ve hiçten ibaret olursunuz. Ne olursa olsun, mantığın sesini dinleyin. İntikam almaktan uzak durun.
Sizi her zaman her şeyden çok sevmiş olan babanız.'
Mektup ellerinin arasından kayıp yere düşerken, gözlerinin tekrar yaşlarla dolmuş olduğunu fark etti. Şimdi o da tıpkı yanında oturmakta olan ablası gibi titriyordu. Bu yaşadığı hayatın birçok bilmediği sırrı olduğunu, yirmi yaşında, salak bir kağıttan öğrenmişti. Yunan mitolojisi ve tanrıları, nasıl gerçek olabilirdi ki? Peki ya yıllar önce öldüğünü sandığı annesinin bir tanrıça olması gerçeği? Lieselotte her zaman annesi onu doğururken öldüğü için vicdan azabı duymuş, kendini kahrederek büyümüştü. Ablası annesine dair hiçbir şey hatırlamadığı, çocukluğunun silik ve belirsiz olduğunu düşündüğü için her zaman kırılgan ve hayattan korkan biri olmuştu. Bunların hepsi, hayatta herkesten çok güvenmiş oldukları babalarının söylediği bir yalandan mı ibaretti? Peki ya intikam hırsı hakkında yazılmış olanlar... Yani Lieselotte'nin Jasper'ı öldürmek istemesinin nedeni, annesinin Nemesis adındaki tanrıça olması mıydı? Ablası... Sırf damarlarında akan kan yüzünden mi genç yaşında bir cinayet işlemiş ve bu hale gelmişti? Hiçbir şeyi bilmemeleri onları bu kaderden nasıl kurtarabilirdi ki? Bilmeleri, sanki kişiliklerini değiştirmeye yeter miydi? Ahmak bir kural yüzünden yaşamak zorunda kaldıkları hayat sona ermişti. Kural birinin keyfi esince kaldırılmıştı ve kız kardeşler artık gerçekleri öğrenebilirlerdi. Çünkü anneleri onlara bu izni tanımıştı. Babaları da anneleri istedi diye, yirmi ve yirmi beş yıllık hayatın boşluktan ibaret olduğu gerçeğini kızlarına bildirmişti. Adaletsiz dünya yüzünden artık ölü olduğundan, bunu bir kağıt yardımıyla yapmıştı. Adaletsiz dünya... Madem o çok kutsal ruh olan anneleri Adaletin Tanrıçası'ydı, niçin babalarına yapılmış olan haksızlığı önlememişti? Bir tanrıçanın güçlerini Jasper Ludlow gibi bir leş faresi aşabilir miydi? Eğer pislik insanların tanrılardan daha güçlü olduğu bir dünyada yaşıyorlarsa, neden o kampa gidip tanrıların korumasına gireceklerdi? Anneleri acaba sözde adaletini orada sağlayabilecek miydi?

Lieselotte yere düşürdüğü kağıdı aldı ve ani bir sinirle onu yırtmaya hamle ettiği sırada, ablası tarafından durduruldu. Şaşkınlıkla ablasına baktığında, onun artık ağlamadığını gördü.
"Anlasana... Hiçbiri tesadüf değil. Yaşadığımız hiçbir şey. Bunlar yalnızca ders almamız içindi. Babamızın sözünü dinleyebilelim, ona inanalım diyeydi. Lotte, bu gerçekleri on yıl önce değil de bugün öğrenmemizin bir nedeni olmalı. Belki de sahneye tam da bugün çıkmamız, oyun için çok büyük bir önem taşıyor." Şaşkınlıkla bir süre ablasına baktı ve dediklerinde haklı olup olamayacağını düşündü. Belki de gerçekten yaşadıkları her şey, hatta babalarının ölümü bile ileride üstlenecekleri bir göreve hazırlık yapabilmeleri içindi. Damarlarında ölümsüz bir ruhun kanı akan ve dünyanın gerçek yüzünü görmüş olan iki kız, istedikleri zaman çok tehlikeli olabilirlerdi. Babaları onlardan kanlarını hiçe saymalarını, intikam hırsına kapılmamalarını istemişti. Bunu istemesi Lieselotte'ye göre saçmaydı. Hayatını adalet aşkına adamış olan biri, böyle sözleri gerçekten söylemezdi. Belki de kastettiği, düzeni sağlama işini başkalarına bırakmaları gerektiğiydi. Derin bir nefes aldıktan sonra kalktı ve makyaj masasının üzerinde duran cep telefonuna yöneldi. Titreyen parmaklarıyla zor da olsa satir denen şeyin telefon numarasını yazdı. Arama tuşuna bastığında, kararını çoktan vermişti. Şu anda hissettiği tek şey, bilmediklerine duyduğu açlıktı. Ondan saklanan hayatı hakkında çok daha fazla bilgi sahibi olmak, yaşadığı adaletsizliği önlemek için neler yapabileceğini anlamak istiyordu. Aramayı yanıtlayan erkek sesi yaşlı ve uykuluydu. Lieselotte vakit kaybetmeden konuşmaya başladı. "İsmim Lieselotte. Ablam ve ben melez olduğumuz gerçeğini bugün öğrendik. Kampa ulaşmak için yardımınıza ihtiyacımız var..." Satire yaşadıkları evin adresini verdikten sonra, onları almak için yarın gün içerisinde gelebileceği bilgisini aldı. Konuşmasını bitirdikten sonra telefonu eski yerine bıraktı ve inanamayan gözlerle onu izlemekte olan ablasına "Şu kurallar koyan ve aklına estiğinde o kuralları kaldıran büyük güç kimmiş, bir öğrensek iyi olacak. Bakarsın günün birinde yaptığı adaletsizliğin cezasını ödemek zorunda kalır ve biz o sırada orada oluruz." dedi. Ablası titrek bir sesle "Pe-peki, babamızın yazdıkları? İntikam konusunda söyledikleri?" diye sordu. Lieselotte anlayışla ablasına baktı ve onu daha fazla endişelendirmemesi gerektiğini fark etti. Şimdilik en iyisi, düşüncelerini kendisine saklaması olacaktı. "Belki de sen haklısın. Dediklerimi önemseme, saçmalıyorum işte." demekle yetindi. Sonra ablasının yanına gidip onu ayağa kaldırdı ve sıkıca sarıldıktan sonra "Sanırım şimdi odana gidip hazırlansan iyi olacak. Malum, yarın büyük gün. Jasper ülke dışında olacağından, onu terk edip gitmemize engel olamayacak. Ben de sanırım biraz kafa dinleyip kendime gelmeye çalışsam iyi olacak." dedi. Ablası onu onayladığını belirtmek için başını salladıktan sonra odasından çıktı. Madem yarın burayı terk edecek, yepyeni bir hayata başlayacaklardı, eski hayatını zaferiyle noktalamak için bu gece son şansıydı. Aklına hücum eden düşüncelerin kötülüğüyle titremeye başladı. Karşıdaki aynada, yanaklarının kızarmış olduğunu gördü. Nefes alıp verişi hızlanmıştı, kalp atışlarını duyabiliyordu. Artık kararını vermişti. Yatağına doğru ilerleyip yastığını eline aldı ve odasından çıkıp ses çıkarmamaya özen göstererek koridorda ilerlemeye başladı. Ablasının odasını yavaş ve özenli bir şekilde geçtikten sonra merdivenlere yöneldi. Bu evde yaşadığı yıllar boyunca bir defa dahi gitmemiş olduğu bir yere gidiyordu; Jasper'ın odasına...

Kapının önüne vardığında bir duraksama yaşadı ama kararlıydı. Geri dönmemesi gerekiyordu. Bu işi bu gece bitirecekti. Melez Kampı denilen yere bir satirin yardımı alınmadan gidilmiyorsa, orası cinayet masasının polislerinden saklanmak için oldukça ideal bir mekandı. Bir süre düşündükten sonra içeri kapıyı çalmadan girmenin daha mantıklı olacağı fikrine vardı. Kapıyı yavaşça araladı ve etrafına hızlıca göz atıp güvende olduğundan emin olduktan sonra içeri girip arkasından kapattı. Evde ayrı bir ek binada yaşayan hizmetliler dışında yalnızca ablası, Jasper ve kendisi yaşıyordu. Karanlık odaya adımını attığında, sahte kocasının miskin mırıltılarından, onun uyumakta olduğu sonucuna ulaştı. Çalışma masasına ilerleyip masa lambasını yaktı ve oturarak kendine bir kağıt aramaya koyuldu. Sonra, bu riske giremeyeceğini düşündü ve bilgisayarın açma tuşuna bastı. Jasper şimdi aniden uyanırsa ona maillerine bakmak istediğini ve kendi bilgisayarının bozulduğunu söyleyebilirdi. Şanslıydı ki bilgisayarın yazıcısı vardı. Az önce kağıt ararken onu fark etmişti. Bilgisayar açılınca hızla word programını açtı ve yazmaya başladı. Aklına gelen bu sinsilik, onu gülümsetmeye yetmişti. Polislerin bu işi çözmesi epeyce zaman alacaktı. Lieselotte, zekasıyla gurur duyduğu o mükemmel anlardan birini yaşamaktaydı.
'Bir tekne gezisi sırasında esrarengiz bir şekilde ortadan kaybolan ve öldüğü sanılan Victoria Ludlow'un cesedi, hiçbir zaman bulunamadı. Bunun nedeni, onun ölmemiş olmasıydı. Hayatına son verme girişiminde bulunan ağabeyinden öç almak için fırsat kollayarak yıllarını geçirdi. Şimdi artık her şeyin sonuna geldi. Evet, ben Victoria. Bu mektubu, aşağılık bir adam olan Jasper'ın gerçek yüzünü herkesin görmesi için yazıyorum. Kendisi para ve şöhret hırsı için defalarca kez cinayet işlemiş, bir kanlı işine engel olmaya çalıştığım için beni öldürmeye çalışmıştır. Artık, oyun bitti Jasper. Sana ders vermek için yalnızca canını almayacağım. Aynı zamanda her şeyden çok sevdiğin eşini de yanımda götüreceğim. Sen ve ailen artık sona geldiniz. Her şey bitti. Ben kazandım.'
Lieselotte bir yerlerden onu izlemekte olduğunu düşündüğü Victoria'nın bu mektup hakkında ne düşündüğünü öğrenmek için her şeyini verebilirdi. Bunu kendini ve ablasını kurtarmak için yapıyordu, Victoria artık ölmüş olduğundan, cinayet suçundan hüküm giymesinin ruhu için bir sıkıntı yaratacağını sanmıyordu. Belki kampa gittikten sonra bir şekilde ölülerle konuşulabildiğini öğrenir ve içini rahatlatmak için Victoria ile iletişime geçerdi. Sonuçta, mektubu onun ağzından yazmaya çalışmış, onun düşüncelerini bildiği kadarıyla kağıda aktarmıştı. Buna kızacağını sanmıyordu. Jasper'a cezasını vermek, onun için belki de bir armağandı. Yazıcıdan çıkan sıcak kağıdı masanın üzerine bıraktı, sonra da bilgisayarı kapattı. Tüm bu süre zarfında kucağında durmakta olan yastığı sıkıca kavrayıp ayağa kalktı ve Jasper'ın yatağına yöneldi. Yatakta dizlerinin üzerinde ilerleyerek Jasper'a iyice yaklaştı. Şimdi neredeyse nefesini hissedebilecek kadar yakınındaydı. Bir katilin nefesi... Onu kesmek için sabırsızlanmaya başlamıştı. Uykusunda kıpırdanan Jasper aniden gözlerini açtı ve karşısında Lieselotte'yi görünce yerinden hopladı. Biraz kendine gelince, "Sevgili karıcığım, yoksa kararını mı değiştirdin? Seni burada görmeyi neye borçluyum?" diye sordu. Lieselotte tatlılıkla gülümsedikten sonra konuşmaya başladı. "Evlendiğimiz günden beri kararım bir kez olsun değişmedi sevgili kocacığım. Ben buraya, yaşadığım adaletsizliğe bir son vermek için geldim." dedi. Arkasında saklamakta olduğu yastığı Jasper'a gösterip "Bak, bu benim her gece başımı koyup uyuduğum yastık. Uykuya dalmadan önce her gece andımı tekrarlarken, sözlerime kulak misafiri olan tek şey. Sen de duymak ister misin? 'Bana yaşattığı adaletsizliğe bir son vermek için Jasper Ludlow'dan intikam alacağıma and içerim.' Evet, işte bu. Artık biliyorsun." dedi. Sesindeki heyecandan ve stresten uzak, o sakin ton, Lieselotte'ye doğru şeyi yapmakta olduğunu anlatmak isteyen bir ilahi gücün eseri gibiydi. Jasper fal taşı gibi açılmış olan gözleriyle yerinde doğrulmaya çalışırken "Beni korkutuyorsun Lie." dedi. Lieselotte yastığını onun yüzüne örterken, "Benden korkma, Jasper. Sen bu geceden sonra başına geleceklerden kork. En sonunda yaptığın haksızlıkların bedelini ödeyeceksin. Ben her zaman adaletin bir yerlerde var olduğuna inandım ve bu gece de, o yerin neresi olduğunu öğrendim. Şimdi seni oraya göndereceğim." sözlerini sarf etti. Tüm gücüyle yastığı kocasının suratına bastırırken, onun çırpınmalarının ve anlayamadığı sessiz haykırışlarının, ona haz veriyor olduğunu fark etti. En sonunda doğru olanı yapıyordu işte, kendi adaletini kendisi sağlıyordu. "Her şey bitti Jasper, oyunu ben kazandım." dedi. Victoria'nın ağzından yazdığı mektubun son sözlerini, sesli olarak söylemek de işin bittiğini idrak etmesini sağladı. Birkaç dakikalık uğraşının ardından, Jasper çırpınmayı bırakmıştı. Artık hiç kıpırdamıyordu. Bitmişti. O da tıpkı öldürdüğü kayınpederi ve kız kardeşi gibi ölmüştü. Lieselotte bir sonraki kişi olmamıştı, ablasının üzerindeki tehdidi ve kendi esir hayatını sonlandırmıştı. Artık hazırdı, yeni bir hayata başlamak için önünde hiçbir engel kalmamıştı. Bunu herkesten, hatta başarabilirse ablasından bile saklayacaktı. Kendisinin bu gerçeği bilen tek kişi olması, onun için sorun yaratmazdı. Birkaç yıl sonra şansı yaver gider de Victoria'nın izine rastlanamaması nedeniyle dosya düşerse, ortaya çıkıp hakkı olan mirası da sahiplenebilirdi. O zaman, gerçekten hak ettiği hayatı yaşamaya başlardı. Elbette ablasının da hak ettiği hayatı yaşayabilmesini sağlamış olurdu.

Usta bir katil titizliğiyle odayı birkaç kez turladı ve kendisinden kalmış olabilecek ipuçlarını gözden geçirdi. Elinde cinayeti işlediği yastıkla odasına dönmeye karar verdiği sırada bıraktığı parmak izleri aklına geldi. Birkaç saat önce veya sonra olması bir şey değiştirmeyecek gibiydi, kimse gece boyunca Jasper'ı ziyaret etmeye gelmezdi. Ablası ile evi terk etmeye hazır oldukları zaman geride bırakacakları şeyleri ateşe verebilirdi. Victoria'nın ağzından yazdığı mektubu bir internet kafede tekrar yazıp, bir polise mail atması, işten bile olmazdı. Lieselotte artık yeni adaletsizliklere son vermeye hazırdı. Ne de olsa artık o da ablası gibi bir kere cinayet işlemiş, o duyguyu tatmıştı. Artık kendini çok daha tecrübeli ve çok daha yenilmez hissediyordu.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Athena
Admin/Tanrıça/Kamp Müdiresi
Admin/Tanrıça/Kamp Müdiresi
Athena


Mesaj Sayısı : 5210
Kayıt tarihi : 16/08/10

Lady Lieselotte Empty
MesajKonu: Geri: Lady Lieselotte   Lady Lieselotte Icon_minitimeCuma Tem. 29, 2011 4:29 am

Rp puanı: 100, tebrikler.





/Admin.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://olimpos.my-rpg.com
 
Lady Lieselotte
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Lady Lieselotte
» Bu Taraf da Lady'nin*

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Olimpos Rpg :: Karakter :: Karakter Oluşturma :: Rp Puanı Belirleme-
Buraya geçin: