Tarih: 20 Mart 2011 Saat: 00.23
Mekan:Kuzey Atlantik açıkları, Seabourn Quest gemisi.
Kahramanımız: Yusuf Keskiner, 16 yaşında, Türk
Yatağımda oturmuş düşünüyordum. Şimdi ne olacaktı. Ne yapacaktım ben? Kafamı boşaltmalıydım. Onlar.. O şeyler.. Aman Allah'ım. Onu öldürmüşlerdi! Sevgilim.. Hayatımın anlamı.. Onu öldürdüler. Onlar.. Yüzümü yıkayıp, buz gibi Atlantik Soğuna çıktım. Deniz havası her zaman kafamı dağıtırdı ama bu sefer yine aklıma onları getirdi. Denizden gelip sevgilimi, birtanemi elimden almışlardı. Şimdi yapayanlızdım..
Tarih 18 Mart 2011 Saat : 17.20
Mekan: Fethiye, Ölüdeniz Kumsalı
- 2 Gün Önce -
Güneş, olağanca yakıcılığıyla etrafa altınlarını saçarken, sevgilimin elini tutmuş yanyana şezlonglarımızda, şemsiyelerimizin altında yatıyorduk. Rüzgar saçlarını süpürdüğünde, ne kadar çekici olduğunu düşünmeden edemedim. Bütün ailem beni terkettikten sonra bir tek o kalmıştı yanımda. Bütün ailem, bilinmeyen nedenlerle ölmüştü. Sadece o kalmıştı..
Haydi! Denize girelim sevgilim. Dedi bana. Gülümseyerek kalktım ve onuda kaldırdım. Beraberce denize girdik, ve yorulana kadar yüzüp eğlendik.
Ben artık çıkıyorum Esra. dedim. Gerçekten karnım acıkmıştı. Beraberce çıkıp yanımızda getirdiğimiz ton balıklı sandviçlerimizi yemeye koyulduk. Bitirince
Bu gence bir yürüyüşü lütfedermisiniz? dedim elimi uzatarak.
Memnuniyetle! diyip gülümsedi bana. Beraberce kumsal boyunca yürüdük. Güneş batarken, yüzüne yansıyan ışık onu çok tatlı gösteriyordu.. Geri dönene kadar sohbet edip elele yürüdük. Geri dönüp eşyalarımızı topladık ve gitmeye koyulduk. Tam o sırada
Ah hayır. Güneş kremimi şezlongumun yanına koymuştum. Bekle alıp geliyorum. dedi. Gidip onu aldı. Ve oradan bana el salladı. Ona gülümserken, gülümsemem yüzümde dondu. Arkasında, iki tane ayakta duran, insan boyunda, ellerinde kılıç olan köpek duruyordu. Beynim sulanmıştı bir an. Onların ne olduğunu dahi bilmiyorken, senki vücudum otomatik pilota bağlamış gibi Esra! diye bağırıp ona doğru koşmaya başladım. Ama aramızdaki mesafe çok fazlaydı, ve daha ben ona ulaşamadan köpeklerden biri onu boynundan ısırıp denize götürmüşlerdi. Göz açıp kapayıncaya kadar da kaybolmuşlardı. Hemen dalıp onu aramaya koyuldum ama güneş battığı için bu hiçte kolay değildi. Bütün gece dalıp durdum, kumsalı boydan boya yüzdüm. Bütün gece ona seslendim. Ama hayır. O gitmişti. Aşkım, gözlerimin önünde, ne olduklarını bile bilmediğim iki yaratıkla beraber gitmişti...
Tarih: 20 Mart 2011 Saat: 01.15
Mekan: Kuzey Atlantik açıkları, Seabourn Quest gemisi.
- Günümüz -
Soğuk, tenime saplanan buzdan bir hançer gibi saplanıyordu vücuduma. Türkiye'den kaçmıştım. Neden? Bir rüya yüzünden. Çok saçmaydı biliyorum. Ama sevgilimin iki tane köpek tarafından kaçırıldığını görünce, artık herşey olabilir geliyordu. Beynim, gördüklerimi idrak edemiyordu. Orada neler olduğunu bilmiyordum. Ama bir rüya, Amerika'da cevaplar olduğunu söylemişti. Dedemden kalan mirasın tek varisi olduğum için, para konusu dert etmiyordum. Umarım, gerçekten cevap bulabilirdim.
Tarih:19 Mart 2011 Saat: 00.16
Mekan: Fethiye'de biryer.
- 1 Gün önce -
O'nu saatlerce aramaktan yorgun düşmüştüm. Herşey boş ve anlamsız geliyordu. Sanki çevremeki her şey hayal dünyasındaydı. Herşey uzaktaydı benim için. Bulduğum ilk köşeye attım Kendimi. Dışardan bir sokak çocuğu gibi gözüktüğümü biliyordum. Ama umrumda değildi. Artık herşey anlamsızdı benim için. Bunları düşünürken uyuyakaldım. Rüyamda, zifiri karanlığın içindeydim. İçindeydim ama, sanki karanlık beni yutmuş gibi değilde, sanki bende karanlığın bir parçasıymışım, karanlıktan bir parçaymışım gibi.. Derinden, azametli ve boğuk bir ses duydum.
New York'a gitmelisin! Orada cevapları bulacaksın. Kimsin? Neden bunlar oluyor? Sevgilimi götürenler de neydi? Sormak istediğim milyonlarca soru vardı. Ama şansa bakın, konuşamıyordum. Bir anda gözümün önüne bir görüntü geldi. Yüksek bir tepe görüyordum ve tepede uzunca bir çam ağacı vardı. Bir anda uyandım. Yattığım yerden kalktım. Sabah olmuştu. Hemen Dalaman Havaalanına gitmek için bir taksi tuttum. Önce İstanbula, ordan da Amerika'ya gitmem gerekiyordu..
Tarih:20 Mart 2011 Saat: 04.38
Mekan: New York yakınları, Seabourn Quest gemisi.
- Günümüz -
Şafak söküyordu. Sabahın ilk ışıkları üzerimize doğuyordu. Sabah New York'ta olacaktım. Bu gemi oradan Florida'ya uğrayıp Güney Amerika'ya devam edecekmiş. Şimdi imkanım varken biraz dinlenmeli ve uyumalıyım. Bütün gece hiç uyumadım ve bu gün hayli zorlu olacağa benziyor..
Tarih: 20 Mart 2011 Saat: 09.48
Mekan: New York, Seabourn Quest gemisi.
- Bölüm 1: Bitişin Başlangıcı -
Geminin düdüğüyle uyandım. Gelmiş olmalıydık. Kalkıp iskeleye indim. Yanımda hiç çantam yoktu. Sadece banka kartım vardı - ki cüzdan olarak yeterdi -. İndim, şöyle bir etrafıma baktım. Şimdi ne yapmalıydım? Bir rüyanın peşinden ülkemi bırakıp hiç bilmediğim biryere gelmiştim. Ne yapmıştım ben? Kafam darmadağındı. O anda o sesi duydum. Rüyamadaki o sesi. Ses sanki heryerden, ama aslında hiçbir yerden geliyordu.Sanki bütün şehirde yankılanıyor, ama aslında sadece benim kafamda dönüp duruyordu.Gel! diyordu ses.
Evine gel. Kraliçeler, Orta Kasaba'ya indiğinde evine giden yolu bulacaksın..
Tarih: 20 Mart 2011 Saat: 13.26
Mekan: New York.
Saatlerdir New York'ta Kraliçeler ve Orta Kasaba hakkında araştırma yapıyorum. Hiçbir şeye rastlamadım. Çok susadığımı hissettim, birazda dinlenmeliydim. Bulduğum ilk otele girdim ve bir oda ayırtırken kan beynime sıçradı. Resepsyonun arkasında bir New York haritası vardı ve orada o sesin ne demek istediğini anladım. Hemen bir taksi bulmalıydım.
Tarih: 20 Mart 2011 Saat: 13.26
Mekan: New York.
Bölüm 2: İşaret
Taksi ilerlerken nasıl bu kadar aptal olduğumu düşündüm. Bu işareti nasıl anlamamıştım? Kraliçeler, Orta Kasaba.. Taksi bir tünele girerken tünelin ismine baktım. *Queens-Midtown Tunnel* İlerlerken, yol artık toprak zemin olmuştu. Dur!
dedi ses.
Buradan sonrasını yürüyerek ilerle. Taksiye durmasını söyledim. Benden para isteyince ona banka kartımı verdim. Kartı okuyucuya okuttu ve verip gitti. İlerlerken, karşıma ne çıkacağını bilmiyordum. Saray mı? Kale mi? Biraz daha ilerledikten sonra orayı gördüm. Rüyamdaki yeri, çam ağacını ve tepeyi. İlerledim, orada cevapların olacağını hissediyorum.
Tarih. 20 Mart 2011 Saat: 13.50
Mekan: Melez Kampı
Bölüm 3: Yeni ev
Tepenin ardında bir kamp çıktı karşıma. Her zaman Esra ile yaşamayı hayal ettiğimiz türden bir yere benziyordu ilk bakışta. Birkaç ilginç yapı hariç. Yani ilginç diyince, üzerinden lav akan tırmanma duvarı, gerçek bir amfitiyatro, eski yunan arenası-ama oldukça yeni görünüyordu- ve daha birçok şey. İlerledim. Beni gören gençler etrafımı çevirmeye başladı. Hepsinin üzerinde turuncu tişörtler vardı ve üzerlerinde *Melez Kampı* yazıyordu ve.. Bir dakika. Melez Kampı mı? Ben neredeydim böyle?!
Tarih: 20 Mart 2011 Saat: 14.30
Mekan: Melez Kampı, Büyük Ev
Büyük Ev dedikleri, Mavi bir villanın verandasında oturup beklememi söylediler. Evin içinden tekerlekli sandalyeyle bir adam geldi. Çalı gibi olmuş saçları, sakallarıyla içli dışlı olmuştu.
Merhaba. Ben Kheiron. Kampın Etkinlik Müdürüyüm.
Efendim; Lütfen bana yardım edin. İstanbul'dan geliyorum ve..
Nereden geldiğini biliyoruz evlat. Zeus bana geleceğinle ilgili bilgi verdi. Son zamanlarda hiç ilginç bir rüya gördün mü?
Evet! diyip anlattım başımdan geçen herşeyi. Ölüdeniz'i, Esra'mı ellerimden alan köpekleri, rüyamı.. Başımdan geçen herşeyi sükunet içinde dinledi.
Gel. diyerek beni büyükçe bir meydana götürdü. Ortasında bir ateş mangalı vardı. Etrafında da hayatımda ögrdüğüm en ilginç kulübeler vardı. Som altından bir kulübe, simsiyah bir kulübe, metal bir kulübe.. Ateşin yanına gidip köz halindeki ateşe elindeki su kabından biraz su serpti. Çıkan buharda oluşan gök kuşağına cebinden çıkardığı altını fırlattı ve;
Ey İris! Adağımı kabul eyle. dedi. Bir adamın görüntüsü oluştu. Saçı sakalı birbirine karışmış, pilot kostümlü biriydi bu. Sanırım Zeus dedikleri adamdı..
Tarih: 20 Mart 2011 Saat: 20.43
Mekan: Melez Kampı, Ateş Mangalı Başı
Bölüm 3: Tek bir isim..
Şimdi, Ben Yusuf Keskiner. Söylenene göre benim babam bir yunan tanrısıymış. Annem, Sevgilimi öldüren canavarlar gibi canavalar tarafından öldürülmüş. Babam, Mitolojide Zeus olarak geçen Göklerin Tanrı'sıymış. Biliyorum, inanması gerçekten güç. Bu günlüğü burada noktalıyorum. Bunu okuyorsanız, hikayemi öğrenen insanlardansınızdır. Şu ana kadar yaşadığım binlerce saçma, korkutucu, hatta üzücü olaydan sonra hala kulaklarımda çınlayan tek bir ses, yüzlerce kampçı arasında aradığım tek bir yüz, çığlık çığlığa figan etmek istediğim tek bir isim var. Esraaaaaa!!...