Kaslarının hantallaştığını düşünüyordu Gaius. Bir haftadır dövüştüğü falan yoktu. Koca bir patates gibi oturduğu yerden kalkmıyordu. Bundan vaz geçti. Uzandığı koltuktan kendini kaldırdı ve odasına yöneldi. Hemen kapının karşısındaki duvarda üç silah asılıydı. Bunlardan ikisi diğerinden daha kısa fakat daha kalınlardı. Diğeri ise onlardan daha uzun ve kontrol etmesi zordu. Kabzası kuzguni siyah çelikti. Bu kılıcın adı Sentinel'di. Uzun bir hikayesi vardı kılıcın. Eğer Gaius'a sorarsanız hemen hiç tereddüt etmeden anlatmaya başlardı. Tamamını anlatmadan hikayenin elinden kurtulamazdınız. Gaius Sentinel'i astığı yerden kaptı ve arena'nın yolunu tuttu. Biraz tahta hedefleri parçalamak kollarını açmasına yetecek gibiydi. Arenaya varmıştı. Açık kapıdan içeri girdi ve çalışan bir çok melezi gördü. Bazılrı birbirleriyle alıştırma yapıyor, bazıları ise tahata hedeflerle boğuşuyorlardı. Tahata hedeflerin yanın gitti. Sentinel'i savurarak hedefi ortadan ikiye bölmüştü. Sandığı kadarıyla böyle olmaması gerekiyordu. Bir kaç vuruşta rakibin işini bitirmeliydi. Başka bir hedefe geçti ve çalışmasını sürdürdü. Güneş artık kendini içeri çekmişti ki Gaius o zaman zamanın geçtiğini fark etti. Alnından akan bir kaç damla teri sildi ve kulübesinin yolunu tuttu.