Tatlı rüyamdan beni uyandıran arkadaşım Vanilya oldu. "Yemeeek,yemeeek..." diye sayıklıyordu yanımdaki yatakta. İnleyerek doğruldum ve kendimi berbat yeni bir güne hazırladım. ライフ (yaşam) adındaki yurtta neredeyse hiç iyi günüm olmuyordu. Annem ve babamı küçükken kaybettiğim için burada kalıyordum. Merhaba ben Antonia Conny Lu.Yarı Japon'um Her günümün sıkıntıyla geçtiği bu yurtta evlatlık alınmayı bekliyorum. Açıkçası buna çok hevesliyim çünkü burası berbat bir yer. Herşey açısından,örneğin yurttaki öğretmenler. Bir keresinde Bay Cocteatu adında bir öğretmen... Offf neyse bu çok uzun bir hikaye,ama onun normal biri olmadığına bahse girerim. Yatağımdan kalkıp siyah saçlarımı geriye attım ve komodinimin çekmecesini açarak yurtta her zaman derslere girerken giydiğimiz sıkıcı siyah elbise ve beyaz boleroyu aradım. Üstümü giyindikten sonra Vanilya'yı da uyandırdım ve bitmek tükenmek bilmez sayıklamalarına son verdim. O da giyinince birlikte yemekhaneye indik. Kabus başlıyordu.***
"Hey,prenses" diye bir ses duydum ve ardından başımdan aşağıya bir bardak su döküldü.Bunu yapanın kim olduğuna emindim: Missie. Arkamı döndüm ve tam tahmin ettiğim gibi Missie orada duruyordu. Yurttaki günlerimin çekilmez olmasının bir sebebi de bu kızdı. Bilmediğim bir sebepten dolayı benimle uğraşmaya bayılıyordu. Başka bir deyişle sadistin tekiydi. Acı vermekten zevk alıyordu o. "Hey prenses" diye tekrar etti. "Annen nerede?Zavallı küçük kızını bırakıp kaçmış mı yoksa?" diye bir kahkaha attı.Arkadaşları Sassy ve Clove de onunla beraber güldüler. Ama artık bunlara alışmıştım. "Seninki neredeyse orada: bir mezar taşının altında. Tek bir farkla,cehennemde suyu çıkmıyor." Missie hınçla bana baktı ve üzerime atılmaya hazırlandı. Ben de gerildim ve karşılık vermek için kendimi hazırladım. Ancak içeriye yurt müdürü Bay Chricton'ın girmesiyle ikimiz de en uslu ve tatlı yüz ifademizi takındık. Ama bunun burada bitmeyeceğini biliyordum. Yine de derse ıslak girmem gerekse bile Bay Chricton'ın yanında uslu davranmalı ve şeker kızı oynamalıydım. O sırada kafama dank etti: bu gün ilk 3 ders iptal olmuştu çünkü öğretmenimiz Bayan Slow'un yeğeni doğmuştu. Doğal olarak o da yeğeniyle ilgilenmek için derse girmeyecekti. Aman ne güzel Missie'yle başım daha fazla belaya girecekti ve bu iyi bir şey değildi.***
"Tamam,sıra sende" dedi Vanilya. Yatakhaneye çıkmıştık ve dart oynuyorduk. Ben Vanilya'dan iki puan öndeydim ve sırf iyilik olsun diye ona iki sayı vermiştim. Bir oku daha dart tahtasının tam ortasına isabet ettirince Vanilya
"Sende doğal yetenek var dostum" dedi. Hafifçe başımı salladım. Missie'nin şu ana kadar nasıl buraya gelip bana sataşmadığına şaşıyordum. O sırada arkamızdan (yatakhanenin kapısından) bir ses geldi. Dönüp bakınca Missie'nin orada olduğunu gördüm. Demek ki şaşırmamalıymışım
."Missie niye Jack'in yanına gitmiyorsun?Köpekleri çok sevdiği düşünülünce bunda şaşılacak bir şey olmaz." dedim. Missie gülümsedi
."Seninle olan işimizi bitirelim ondan sonra giderim Prenses"dedi.
"Ne var Miss?" diye sordu Vanilya
."Sen benden iyi bilirsin aptal yaratık. Şimdi bırak da işimi yapayım" diye hırladı Missie.
"Bu sizin işiniz mi?" diye tekrar bir soru yöneltti Vanilya.
"Başkalarının canlarını almak? Nasıl iş bu Missie?" Oha,can almak mı? Ben neyi kaçırmıştım yahu?
"Sen hayatta kalmak için teneke yersin biz melez yeriz. Sana çöp bize melez." dedi Missie sinirle. Melez yeriz de ne demek ya? Vanilya teneke mi yiyor? Vay be, bu gün ne çok yeni şey öğreniyorum böyle?!
"Bak Missie, seni toza dönüştürmeden git buradan tamam mı?" dedi Vanilya tedirgin bir şekilde.
"Sen mi beni toza dönüştüreceksin satir?" Satir mi? İyi ama bu isim yunan mitolojisinde altı keçi üstü insan bedeni olan erkeklere verilen isimdi. Büyük ihtimalle Missie delirmişti. Ama biraz sonra olacakları bilsem böyle düşünmezdim. Missie üzerimize doğru koşmaya başladı ama bize ulaştığında ne küçük bir kızdı ne de sevgi ve şefkat doluydu. İki-üç metre boyunda tek gölü bir canavardı. Vanilyaya doğru bir yumruk savurunca Vanilya geriye savruldu ve duvara çarptı bense şaşkın bir şekilde olduğum yerde duruyordum. Ama bu hareketsizlik fazla uzun sürmedi. Missie bana döndü ve homurdandı. Bu sırada benim de bedenimin kilidi açılmış denebilirdi. Missie üzerime atılırken yana doğru kaydım ve Missie benim yerime duvarı paramparça etti. Parçalanmış duvardan
ライフ yurdunun yanındaki orman ve yurt havuzu görünüyordu. Ama ne yazık ki Missie ben bu manzaranın tadını çıkaramadan tekrar üzerime doğru gelmeye başladı. Az önce Missie'nin kırdığı metal sandelyenin bir bacağını alıp beyzbol sopası gibi tuttum ve Missie yanıma gelince savurdum. Belli ki canı yanmış olacak ki kükredi. Geriye doğru sendeleyip yere düştü. Missie'nin bu şaşkınlığından yararlanarak Vanilya'yı yerden kaldırdım.Ben yürürken Vanilya da beni takip etti ve Missie'nin kırdığı duvarın yanına geldik.
"Aşağıya atlamalıyız,havuza!" diye bağırdım.
"Delirdin mi sen?" diye sordu Vanilya.Evet büyük ihtimalle delirmiştim.
"Basınç bizi paramparça eder!!!"deyip beni vazgeçirmeye çalıştı.
"Biliyorum" diye cevap verdim ve ekledim
"Ama başka şansımız yok. Hem ikinci kattayız ve su aşağı yukarı iki buçuk metre derinliğinde.Tek kurtuluş yolu bu" . "Aşağı yukarı diyorsun Antonia.kesin aşağıdır." dedi Vanilya.Ona kötü kötü baktım ve
"O zaman bir seçim yap" dedim.
"Havuz mu?" suyu gösterdim.
"Yoksa ölüm mü?" bu sefer de yavaş yavaş doğrulmakta olan canavarı gösterdim. Vanilya yutkundu ve
"Önden ben giderim" diyerek aşağıya atladı.Peşinden de ben.
***
Rüzgarı yüzümde hissediyor, uçuşan eteklerimi tutmaya çalışıyordum. Ve şunu düşünüyordum
'ölürsem mezar taşıma yazılmasını istediğim tek şey bunun Vanilya'nın suçu olduğu.O Missie'ye sataşmasaydı hiçbirşey olmayacaktı...'. Böyle bir durumda bunu düşünmem şaşırtıcıydı belki ama zaten düşüncemi tamamlamaya fırsat bulamadan suya çakıldım. Aniden çarptığım su iç organlarımı dışarı çıkaracak gibi oldu. Sanki biri beni neşterle kesiyordu. Vanilya'nın da aynı şeyleri hissettiğinden emindim. Bir an için suyun içinde durup kendimi toparlamaya çalıştım,sonraysa uyuşmuş ayaklarımı çırparak kendimi suyun üzerine doğru çektim. Bedenimi zar zor hareket ettiriyor ama yine de yaşıyordum. Bu bile bir mucizeydi. Suyun üstüne çıkınca havuzun kenarına doğru yüzdüm ve yan taraftan gelen bir ses duyunca rahatladım:Vanilya kurtulmuştu! Havuzdan çıkıp Vanilya'nın da çıkmasına yardım ettim ve bir an için gevşeyip havuzun kenarına yattık. Ama sonra Missie'nin hala hayatta olduğu geldi aklımıza. Yattığımız hızla (hatta belki daha hızlı) kalktık ve ne yapacağımıza karar vermek için birbirimize baktık. Daha sonraysa sanki anlaşmış gibi aynı anda ayağa fırlayıp ormana doğru koşmaya başladık.
***
Bir süre koşup terledikten sonra büyük ihtimalle fırtına sırasında devrilmiş bir ağacın gövdesine oturup soluklandık. Çok koşmaktan ak ciğerlerimiz yanıyordu ama bir sorum vardı ve cevabını öğrenmeye kararlıydım.
"Vanilya,neler oluyor?" diye sordum. Cevap vermedi. Belli ki bunu bana daha önce anlatmadığı için utanıyordu. Sorumu iki kere daha tekrarladım ve üçüncüsünde Vanilya üzerime atılıp bana sımsıkı sarıldı.
"Beni kur tardın. Bizi kurtardın Anton" dedi.
"Evet ve neler olduğunu söylemezsen yemin ederim ki çekip gideceğim" dedim öfkeyle.
"Lütfen gitme. Kheiron da Tanrıça Athena da bunun olmasını istemezdi. Ben çok kötü bir satirim. Beceriksizin tekiyim." diye yalvardı.
" Ne olduğunu anlat" dedim umursamaz bir tavırla. Başını evet anlamında salladı ve geri çekildi. Tam anlatmaya başlayacaktı ki ağaçların arasından gri siluetler fırladı. Bunların hepsi on-onaltı yaşları arasındaki kızlardı,hepsinin elinde ok ve yay vardı ve bunlarla bizi hedef almışlardı! Normalde saldırgan olmamama rağmen yaşananlar beni çok germişti ve artık her duruma hazırlıklıydım. O yüzden yerden bir dal parçası kaptım ve bir silah gibi kullanmak için sivri ucunu çevirdim. Vanilya sevinçle melerken (Lütfen birileri bana ne olduğunu anlatabilir mi?) on beş yaşlarında bir kız
"O şeyle bize karşı gelebileceğini sandığına göre ya çok aptal ya da çok cesursun." dedi. On üç yaşlarındaki bir diğeri
"Bence ikincisi Kristen. Bir kız asla aptal olamaz" diye cevap verdi gülümseyerek. Neler olduğunu anlamıyordum ve bunlar artık fazla gelmeye başlamıştı. Üstelik bu kızların karşısında yalnızdım çünkü Vanilya adeta kendinden geçmişti. İlk konuşan kız ne düşündüğümü anlamış olacak ki derin bir nefes alarak
"Hiçbir şey bilmiyorsun,değil mi melez? Seni leydimizin yanına götürsek iyi olacak." dedi.
***
Yaklaşık üç saat sonra elimde bir bardak sıcak çikolata ve sırtımda bir battaniyeyle büyük bir çadırın içinde oturuyordum. Ve olanlara inanamıyordum. Bu gerçek olamazdı. Benim bir kahraman oolduğumu söylüyorlardı. Oysa ben eziğin tekiydim. Çevredeki herkes benimle uğraşmaya bayılırdı. Benimle dalga geçer ve eşek şakaları yaparlardı. Oysa onlara göre ben bir yunan tanrı(ça)sının kızıymışım ve diğerlerinden farklı güçlerim varmış. Beni buna inandırmaları baya uzun sürmüştü ama Vanilya'nın keçi bacaklarını görünce ikna oldum. Yunan mitolojisi gerçekti ve ben de bunun bir parçasıydım. Vanilya bir satirdi ve beni bulmak için görevlendirilmişti. Bir kiklop bize saldırmıştı. Şu an çadırında olduğum kişi ise Ay,av ve bakirelik Tanrıçası Artemis'ti ve bana az önce bir şey teklif etmişti:onlara katılmamı. Alilelerinin bir parçası olmamı. Şimdi bu teklifi düşünüyordum. Yeni bir aile ve yeni arkadaşlar fikri çok cazipti ancak Vanilya'nın kendinden geçmeden (bir kez daha!) önce anlattığı yer olan melez kampında benim gibi olan pek çok kişi vardı.
"Eee,kararını verdin mi?" diye sordu melodik bir ses. Başımı kaldırdım ve Tanrıça'ya baktım. Ona bakar bakmaz da konuyu değiştirme ihtiyacı hissettim.
"Kiklop buraya gelemez mi?" diye sordum.
"Hayır" dedi Tanrıça kesin bir sesle
"O korkak bir yaratık. Buraya gelip bize kafa tutmayı asla beceremez. O senin gibi değil Antonia" . Ah harika. Tanrıça'yı kandıramıyordum:dönüp dolanıp beni yine aynı konunun içine sokuyordu. Ve az önceki ses tonuna bakılırsa bir cevap bekliyordu. Burada kalmak istiyordum ama Vanilya'yla gidip tanrı(ça) ebeveynimin kim olduğunu öğrenmek de istiyordum. Fakat bir seçim yapmam gerekiyordu. Pekala madem mitoloji var o zaman Kader Tanrıçaları da vardır ve ben de onlara beni bu kararı verme kaderine sürükledikleri için lanet okuyabilirim.
"Bunu tavsiye etmem" dedi Tanrıça. Küçük bir kız kılığındaydı. Onun zihin okuma yeteneğine alışmam gerekiyordu (ne de olsa o bir tanrıçaydı) ama bunu bir türlü becerememiştim.Tanrıça tekrar etti
"Bunu tavsiye etmem kızım.Kader Tanrıçaları'nı memnun tutmak gerekir ve onlar kendilerine lanet okunmasından hiç hoşlanmazlar. Ayrıca kalbinin sesini dinlersen doğru yolu bulursun." Offf yine aynı konuya geri dönmüştük. Sanırım buna kısır döngü deniyordu. Ama bir kere hedef aldım mı o hedefi kaçırmamam ve diğer becerilerim...Bunlar bana boşuna verilmiş olamazdı ve birden kararımı verdim.
"Size katılmak istiyorum Tanrıçam. Sizinle avlanmak istiyorum. Ne yapmam gerek?"diye sordum. Tanrıça gülümsedi yanındaki sarı saçlı kız ise (sanırım adı Stellite gibi bir şeydi)
"Sadece söylediklerimi tekrar et" dedi ve birkaç saniye sonra artık bende bir Artemis Avcısı'ydım.
***
"Ne ama...ama..ama bunu yapamazsın Antonia" dedi Vanilya.
"Yaptım bile" dedim sert bir sesle. Ona Avcılar'a katıldığımı ve onunla beraber Melez Kampı'na gelemeyeceğimi söylemiştim ve tepkisi bu olmuştu.
"Ben seni bulmak için neler yaptım bir bilsen!" diye hayıflandı Vanilya. Daha sonra olanları kabullenmiş gibi boynundan eksik etmediği,hilal şeklinde,etrafı sarmaşık motifleriyle kaplı kolyesini çıkardı ve bana verdi.
"Bari bunu al" dedi
"Kheiron sana bunu vermemi söylemişti.Hem nasıl bir fırsat kaçırdığını hatırlarsın" dedi. Kolyeyi elime aldım ve boynuma geçirdim. Kuru bir vedadan sonra Vanilya yüzünden düşen bin parça ağaçların arasına daldı. Ancak o gittikten sonra kolyenin için bakmak aklıma geldi.Kolyenin bir tarafında
生存 (hayatta kal) diğer tarafında ise
月明かり (mehtap-ay ışığı) yazıyordu.
"Ay ışığı ha,bir Artemis Avcısı için ne kadar uygun bir kolye" dedim kendi kendime. Artık hiçbirşeyin eskisi gibi olmayacağını bilerek yeni evime, Leydim Tanrıça Artemis'in yanına döndüm.