Olimpos Rpg Percy Jackson ve Olimposlular ile Olimpos Kahramanları serilerinden esinlenilerek oluşturulmuş, zirvedeki rpg forum sitesi. |
|
| İmkansız AŞK / Tiyatro | |
|
+2Claire Angel Deeply Tiffany Trully 6 posters | Yazar | Mesaj |
---|
Tiffany Trully Apollon'un Çocuğu
Mesaj Sayısı : 1885 Kayıt tarihi : 11/10/10
| Konu: İmkansız AŞK / Tiyatro Cuma Mayıs 13, 2011 4:16 am | |
| Bugün tiyatrocular kulübü olarak ilk etkinliğimizi yapacağız. Tüm kampa çok güzel bir tiyatro sunacağız. Bunun için hazırlıklar başladı. Herkes kostümleri giyiyor, birbirlerini cesaret veriyordu. Oyuncularımızın hepsi çok heyecanlıydı. Bende en az onlar kadar heyecanlıydım. Bu tiyatro benim için ayrı bir önem taşıyordu. Hiçbir aksiliğin çıkmaması gerekiyordu. Sahneye baktım. Perde kapalı olduğu için seyircileri göremiyordum ama seslerden kampın neredeyse hepsinin burada olduğunu anlayabiliyordum. Yon ve Leo'yla sahneyi hazırlamaya başaldık. İlk perde için mekanı hazırlıyorduk. İlk perde de Allen ve Claire oynayacaktı. İkisinin de muhteşem bir performans sergileyeceğinden emindim. Amfitiyatroya kocaman afişler de asmıştık. Bu afişlerde tiyatronun adı, oyuncular vs. yazıyordu. Biz hazırlandıktan sonra direkt oyuna başlayacaktık. Sahnede sokak havası olması için arkaya sokak resmi koyduk. Sonra sokak lambası, çöp kutusu gibi şeyler vardı. Bu haliyle tam bir sokağa benziyordu. Sahneyi tamamen hazırladıktan sonra Allen ve Claire'e bakmak için hazırlanma odasına girdim. Clay aynanın karşısında kendine bakıyordu. Allen ise bir bardak su içiyordu. Yanlarına gidip "Hazırsanız başlıyoruz." dedim. Claire "Hazırım" dedi. Ardından Allen'de oturduğu koltuktan kalkıp yanımıza gelerek "Bende hazırım" diyince sahneye geri döndüm. Son hazırlıklarıda halledip arka odaya geçtim. Düğmeye bastım. Perde yavaşça açılmaya başladı. Kırmızı perdenin açılmaya başlamasıyla birrlikte Amfitiyatroda alkışlar yankılanmaya başladı. Böylecede ilk tiyatromuz başlamış oldu...1. Perde Oyuncuları;Claire Angel Deeply (Prenses Claire) - Allen Jacques Harth (Sokak Serserisi Allen)
En son Tiffany Trully tarafından Salı Haz. 21, 2011 11:09 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | Claire Angel Deeply Afrodit'in Çocuğu/Kulübe Lideri/Büyü Teknikleri Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 3332 Kayıt tarihi : 31/10/10
| Konu: Geri: İmkansız AŞK / Tiyatro C.tesi Mayıs 14, 2011 5:36 am | |
| " Follow her down to a bridge by a fountain, Where rocking horse people eat marshmallow pies. Everyone smiles as you drift past the flowers, That grow so incredibly high. "
Neşeli bir şekilde şarkı söyleyerek yanımda beni koruyan 2 askerle hiç bilmediğim dar sokaklardan geçiyordum. Saçlarımı savura savura aynı bir prenses edasında yürüyordum. Bu sokakları daha önce hiç bilmediğim için şimdi buradaydım. Fakat beni koruyan şu 2 askerr canımı çok sıkıyorlardı. Onlardan bir an önce kutulmam geerekiyordu. Aklıma bir şey geldi. Arkamdaki askerlere dönüp nazikçe " Bana su ve yiyecek bir şeyler getirin. Ne bulursanız onu alıp getirin. " dedim. Bir asker " Emredersiniz prensesim. " diyerek bir adım gei çekildi. Diğer ise beni bırakmamaya kararlı gibiydi. " Sende git taşıyamaz şimdi o. " dedim. Asker ise itiraz eder bir şekilde " Ama prensesim." dedi. Sözünü keserek " Sen bana karşı mı geliyorsun? " diye bağırdım. Asker özür dileyip diğerinin peşinden gitti. İşte şimdi yanlız bu bilmediğim sokaklarda dudağımda sevdiğim bir parçayla yürüyorddum.
" Newspaper taxis appear on the shore, Waiting to take you away. Climb in the back with your head in the clouds, And you're gone. "
Askerlerin geri döndükten sonra beni bulamayıp anneme ve babama yetiştirmemeleri için sadece 1 saatim vardı ama bu benim şuan hiç umrumda değildi. Ben ilerledikçe evler, sokaklar daha çirkin, bakımsız bir hâl alıyordu. Yüzümde hayretler oluşmuştu. Buralarda yaşayanlar var mıydı acaba? Bir yerden sonra sokaklar acayip çirkinleşmişti. Artık dönmem gerektiğini anlamış ve yönümü gelidğim yöne çevirmiştim. Fakat dönmek için çok geç karar vermiştim. Biri aniden elimi tutarak beni ara sokağa çekti. Ne olduğunu anlayamadan çığlık atmaya başlayacaktım ki beni tutan kişi ağzımı sıkıca eliyle kapattı. Kollarımla onu döverken yanına gelen biride yardım ederek kollarımı tuttu. 3 kişilerdi. Sonuncu kişi ise etrafı gözlüyordu. Gözlerimde ki korku son derece belli oluyordu. Naısl olurduda beni prensesi kaçırmaya cürret edebilmişlerdi? Bir süre sonra çırpınmamın boşa olduğunu anlayarak kendimi serbest bıraktım. Şimdi askerleri göderdiğime çok pişman bir şekilde birinin beni kurtarmasını beklemek zorundaydım.
En son Claire Angel Deeply tarafından Cuma Mayıs 20, 2011 5:02 am tarihinde değiştirildi, toplamda 2 kere değiştirildi | |
| | | Allen Jacques Harth Nyks'in Çocuğu/Doğa Bilimleri Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 432 Kayıt tarihi : 21/02/11
| Konu: Geri: İmkansız AŞK / Tiyatro Ptsi Mayıs 16, 2011 2:46 am | |
| Bugün uğraşmam gereken işleri düşünerek amaçsızca yürüyordum sokaklarda. Kafamı boşaltmaya çalıştığımı söylemek daha doğru olurdu. Mahalledeki bizden sonra gelen ikinci büyük çeteyle ilişkilerimiz iyice gerilmişti, hatta benden çok daha deneyimsiz olan üyeler, deli cesaretlerinin de etkisiyle, bu akşam bir kavga çıkarmayı bile düşünüyordu. Buna bir şekilde engel olmam gerekiyordu. Güç dengesi tabii ki önemli bir şeydi, ama anlamsız yere ortalığı kan gölüne çevirmek de istemeyeceğimiz bir zamanda dikkatleri üzerimize çekerdi. İç geçirdim ve etrafıma bakındım. Zaten bu izbe, inin cinin top oynadığı yeri yerle bir etmek için en ufak bir fırsatı kolluyordu hükümet. Onlara göz göre göre böyle bir şans vermek ahmaklık olurdu. Bir gün buradan kurtulmak tek amacımdı. Farklı bir yerde, kendimi tamamen bambaşka bir hayata adayarak yaşamak... Bu düşünceler içinde yoluma devam ederken bir anda yan sokaklardan birinden boğuşma sesleri geldiğini duydum. Yüzümü ekşitmekten kendimi alıkoyamadım. Daha günün ortasına bile gelmemiştik. Sinirli bir şekilde ara sokağa daldım, bu sorumsuzluğu yapanların canına okumaya kararlıydım.
Sokakta gördüklerim beni şaşkınlığa uğratmıştı. Üç tane yabancı adam - ki yabancı olduklarından kesinlikle emindim, çünkü bu mahallede ve neredeyse saraya kadar olan sokakların hepsinde oturan insanları tanırdım - genç bir kızı köşeye sıkıştırmıştı, ve durum kötü görünüyordu. Ne yaptığımın pek de farkında olmadan öne atıldım. Sonuçta üç kişiye karşı tek başıma fazla bir şansım olmazdı, ama kızı orada tek başına kaderine teslim etmek de doğru bir davranış olmazdı. Ayak seslerini duyan adamlardan biri bana döndüğünde, 'Hey,' diye seslendim olduğum yerde durarak. Bir anda bütün başlar bana dönmüştü. Etkileyici bir giriş yapmak diye buna denirdi işte. 'Sert biriyle karşılaşmaktan bu kadar mı korkuyorsunuz da bir hanımefendiye saldırıyorsunuz?' Sözlerimin, o anda hissettiğimden daha cesur çıktığının farkındaydım. Adamlar dişlerini gıcırdatmaya ve yumruklarını sıkmaya başlamıştı. İkisi bana doğru koşmaya başladığında, kavga için kendimi hazırladım. İşin ilginç tarafı, adamlar çok hantal ilerliyordu ve dövüş tekniklerinden haberdar değilmiş gibiydiler. Tekmelerinden ve yumruklarından kaçmak benim için çok kolay olmuştu. Arkalarına geçtikten sonra, elimin tek bir hareketiyle ikisini de yere devirdim. Evet, tam formumdaydım bugün. Başımı çevirip kızı tutan adamla göz göze geldiğimde, adam kızı kabaca yere ittirdi ve bana doğru koşmaya başladı. Tekmesinden kurtulmak için eğildim ve ayağımı savurarak adamın yere düşmesini sağladım. Adam hızla doğruldu ve beklemediğim bir anda yüzüme yumruk attı. Acıyla bir anlığına geri çekildim, ama reflekslerim, adam tekrar yumruk atacakken onun elini kavramama olanak sağlayacak kadar hızlıydı. 'Bir şey daha var.' dedim dişlerimin arasından, sesim tıslar gibi çıkmıştı. Adama okkalı bir yumruk attım, sonra da boğazını kavrayarak onu duvara savurdum. Elimi boğazından indirmeden, 'Bir daha kimin mahallesinde olay çıkardığına dikkat etsen iyi edersin.' Başını tekrar duvara çarpınca, adam bayılmıştı.
Bunun üzerine dikkatimi genç kıza çevirdim ve bir an donup kaldım. Hala adamın bıraktığı yerde duruyordu, ve gerçekten de çok güzeldi. Daha önce böyle şeylere hiç dikkat etmediğim içindi belki, ama ipek gibi sarı saçları ve masmavi gözleri beni büyülemişti. Aynı şeyi kıyafetleri için söyleyemeyecektim ne yazık ki. Önünde diz çökerken gözlerimi devirmemek için büyük bir çaba harcamam gerekmişti. Ona hafif alaycı bir şekilde sırıttım ve, 'Biliyorsunuz hanımefendi, bu kılıkla dolaşmaya devam ederseniz böyle saldırıların olması normal.' O sırada suratımda tüy kadar hafif bir dokunuş hissettim ve sözlerimle birlikte nefesim de kesildi. Sanki bir anlığına zamanın kendisi bile donmuş gibiydi. | |
| | | Claire Angel Deeply Afrodit'in Çocuğu/Kulübe Lideri/Büyü Teknikleri Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 3332 Kayıt tarihi : 31/10/10
| Konu: Geri: İmkansız AŞK / Tiyatro Cuma Mayıs 20, 2011 4:54 am | |
| Bir adam benim için kendini tehlikeye atmıştı. Bu beni çok mutlu, mesut etmişti. Fakat bir de bunun yanında adamın yakışıklılığı beni büyülüyordu. Hayatımda daha önce hiç bu kadar yakışıklı biri daha görmemiştim. Âşık mı oluyordum? Ya da olmuş muydum? Ona baktıkça içim eriyor, derinlerde bir yerde kelebekler uçuşuyordu. Daha önce hiç böyle bir duygu hissetmemiştim. Kahramanım bana doğru yaklaştıkça ne yapacağımı bilemiyordum. Elim ayağıma dolaşıyor nefesim kesiliyordu. Yanıma gelince diz çöktü ve benle aynı seviyeye geldi. Alaycı bir şekilde gülümseyerek “Biliyorsunuz hanımefendi, bu kılıkla dolaşmaya devam ederseniz böyle saldırıların olması normal.” Dedi. Gülümsemesi bile çok güzeldi. Bu soruya hiç cevap vermedim. Veremedim. Kaşı patlamıştı. Benim için böyle bir tehlikeye girmişti. Bir süre afalladıktan sonra çantamdan mendilimi çıkardım. Yüzüne dokunarak kaşındaki kanamayı durdurmaya çalıştım. Ona o kadar çok yaklaşmıştım ki kalbim deli gibi atmaya başladı. Ölecek gibiydim. Ne oluyordu bana böyle? Kaşındaki yarayı silerken gözlerinin içine bakıyordum. Gözlerimi gözlerinden hiç ayırmadan… Kanı durdurmaya çalışan elimi eliyle kavradı. Beni kendine çekti. Şimdi dudaklarım dudaklarına çok yakındı. Kalbim daha hızlı atmaya başladı. Daha fazla dayanamayacaktım. Adını bile bilmediğim kahramanım beni biraz daha çekti ve dudaklarını dudaklarımla buluşturdu. Karşı koyamadım. Gerçi karşı koymakta istemiyordum. Hayatımda ilk defa bu kadar çılgınca bir şey yapmıştım. Bu an sözlerin kesildiği andı…
Sokaktan askerlerin sesini duymamla dudaklarımı dudaklarından ayırdım, yerimden sıçradım ve ayağa kalktım. “Eyvah askerler.” Dedim. Kahramanım anlamamış bir biçimde bana bakıyordu. “Beni arıyorlar gitmem gerek.” Dedim. Tam ilerlerken beni kolumdan tuttu ve kendine çekti ve “Peki bu güzel han fendinin ismini öğrenebilir miyim? “ diye sordu. “Claire… Peki senin.” Bunu söylerken sesim gittikçe inceliyordu. “Allen. Benimki de. Belki sonra bir daha görüşürüz. Değil mi?” diye sordu. Bu soruya sadece gülümsedim. Hiç cevap vermeden koşmaya başladım. Arkamdan Allen “Belki de tekrar karşılaşırız. Ne dersin?” diyiyordu. Sokağa çıktığımda Allen’i geri de bırakmıştım. Durdum, derin bir nefes aldım. Başı kötü sonu çok güzel bir gündü bugün. | |
| | | Tiffany Trully Apollon'un Çocuğu
Mesaj Sayısı : 1885 Kayıt tarihi : 11/10/10
| Konu: Geri: İmkansız AŞK / Tiyatro Paz Haz. 05, 2011 4:06 am | |
| Clay askerlerin yanına koşarak sahneden çıktı. Allen ise arkasından buluşmak için bağırıyordu. Kırmızı sahne perdeleri kapanmaya başladı. Birinci perde bitmişti. Perde tamamen kapandığında sahneye hücum ettik ve hep beraber sahneyi ikinci perde için hazırlamaya başladık. Zamanımız kısıtlıydı. Hemen ikinci perdeye başlamalıydık. İkinci oyunda iki mekan geçecekti. Birincisi Allen'in evi, ikincisi ise Clay'ın saraydaki harika odası. Bu oyunda beş kişi görev yapacaktı. Ben, Clay, Allen, Andy ve David. Hepsi hazırlanıyordu. Ben ise zaten hazırdım. Onun için sahneyle uğraşıyordum. Bu oyun daha da zor olacaktı ama başaracağımızı biliyordum. Clay makyajını tazeleyip yanıma geldiğinde "Süper oynadın." dedim. Clay güldü ve "Ne bekliyordun! Şimdi seni de görüceğiz." dedi. Bu perde de bende oynayacaktım. Heyecanım biraz olsa da soğukkanlıydım. Benim için tiyatro doğal bir şeydi. Apollon'un kızı olduğum için kendimi şanslı buluyordum. Kısa süren bir sohbetten sonra yanımıza Yon geldi ve "Hazır mısınız?" diye sordu. Hemen üstümüzü başımızı düzelttik. Herkese iyi şanslar dileyerek son şeyleri yaptım. Her şey yerli yerinde olunca sahnedeki yerlerimizi aldık. Tek tek oynayacak oyunculara baktım. Hepsi hazırım işareti yaptığında perde açılmaya başladı. İkinci perde başlıyordu.
2. Perde Oyuncuları; Claire Angel Deeply (Prenses Claire) - Allen Jacques Harth (Sokak Serserisi Allen) - Tiffany Trully (Allen'in kız kardeşi) - Andrea Grace Harvey (Clay'ın sırdaşı) - William Maxwell (Prens
En son Tiffany Trully tarafından Salı Haz. 21, 2011 11:01 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 2 kere değiştirildi | |
| | | Allen Jacques Harth Nyks'in Çocuğu/Doğa Bilimleri Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 432 Kayıt tarihi : 21/02/11
| Konu: Geri: İmkansız AŞK / Tiyatro Ptsi Haz. 06, 2011 8:56 pm | |
| O daracık ve pis sokaktan çıkıp dört bina arkada kalan eve nasıl varabildiğimi hatırlamıyordum. Aklım tamamen farklı bir yerdeydi, nereye gittiğime bile adam akıllı dikkat edemiyordum. Prensesin o meleklere özgü yüzü, ipek gibi sarı saçları ve... Elimi yüzüme götürdüm ve düşünceleri kafamdan atmaya çalıştım, bana ne oluyordu böyle? Hayatımda daha önce hiç böyle kendimi toparlayamadığım bir zaman olmamıştı, her zaman kontrollü, her zaman kendimden emindim. Hiçbir şey gardımı düşürmeme, kendimi salmama neden olmazdı, hele de bir kız... Arkasından bağırarak bir daha buluşmak istediğimi söylediğime inanamıyordum. 'Özellikle de bir prensesle.' diye mırıldandım kendi kendime sonunda yaşadığımız evden içeri adımımı atarken. Büyük ve eski görünümlü evde yanımdan geçen birkaç arkadaşım bana selam verirken, ben de dalgın bir ifadeyle karşılık verdim onlara. Durdurup soru sormalarına fırsat vermeden hızlıca odama girdim ve kapıyı kapattıktan sonra üstümü değiştirip rahat bir eşofman ve tişört giydim. Kendime iyice çeki düzen vermek için aynanın karşısına geçtiğimde kavgada yarılan kaşıma baktım. Önemsiz bir şeydi, kanaması çoktan geçmişti bile. Ama aklımın takıldığı yer o değildi zaten. Claire'in tüy gibi, hafif dokunuşları... Aklımı toparlamak istercesine başımı iki yana salladım, zihnimin böyle küçük detaylara takılmasına izin verdiğim için gerçekten aklımı kaçırıyor olmalıydım. Ben bunları düşünürken, kapımda bir tıkırdama duydum. O anda içinde bulunduğum ruh hali düşünülürse, kimseyle görüşecek havada değildim, bu yüzden duymazdan gelmeye karar verdim. Ama sonra dışardan kardeşimin sesinin geldiğini duydum. 'Al? Müsait misin? Girebilir miyim?' İç geçirdim. Aramız çok iyi olduğu için, hiçbir zaman hayır diyemeyeceğim bir insandı. Sesimi normal tutmaya çalışarak, 'Gelebilirsin Tiff.' dedim ve kapıya arkamı dönerek kollarımı kavuşturdum. Neredeyse bugün dışarı çıktığım için pişman olacaktım. | |
| | | Claire Angel Deeply Afrodit'in Çocuğu/Kulübe Lideri/Büyü Teknikleri Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 3332 Kayıt tarihi : 31/10/10
| Konu: Geri: İmkansız AŞK / Tiyatro Salı Haz. 07, 2011 6:00 am | |
| Ara sokaktan ana sokağa koşarak ilerliyordum. Hemen askerlere uyduracak bir yalan bulmalıydım. Fakat kafamı bir türlü toparlayamıyordum. Bunun nedeni çok basitti. Allen... Beni kurtaran kahramanım. Gözleri bir türlü önümden gitmiyordu. Hayatım da yaşadığın en güzel andı onunla yaşadığım anlar. Bunları düşünürken o kadar dalmıştım ki önümdeki taşı göremedim ve yere kapaklandım. "Ah lanet olsun!" Neyse ki üstüm başıma bir şey olmamıştı. Hemen hızlıca ayağa kalktım ve asker seslerinin geldiği yöne koşmaya devam ettim. Topuklu ayakkabılarla koşmak çok zor olduğundan dolayı onları elime almıştım. Bir elimle yüksek topuklu ayakkabılarımı tutuyordum. Bir elimle de uzanıp giden eteğimi. Böyle kesinlikle berbat görünüyor olmalıydım. Asla birinin beni böyle görmemesi gerekiyordu. Peki ya Allen? Onunla en kötü halimle tanışmıştım. Acaba beni güzel bulmuş muydu? İşte bu soru kafamı durmadan kurcalıyordu. "Umarım beğenmiştir." diyerek iç çektim. Sonra bir kez daha yere düşmeyeyim diye önüme bakmaya başladı. Ana sokağa döndüğümde askerler birden önüme çıktı. Hemen fren yaparak durdum. Açıkçası beni korkutmuşlardı. Neyse ki onlara çarpmamıştım. Askerler şaşkın şaşkın bir ifadeyle bir bana birde elimdeki ayakkabılarıma bakıyorlardı. Şaşırmış olmaları normaldi. Çünkü ilk defa beni böyle görüyorlardı. Askerlerden biri cesaretini toplayarak "Prensesim. Ne oldu sizze böyle?" diye sordu. Bu soruya cevabım yoktu. Bu yüzden sorudan kurtulabilmek için "Sanane... Sanane sen işine baksana." dedim sinirli bakışlarla. Normalde hiç birine böyle davranmazdım ama şuan için buna mecburdum. Asker daha da şaşırarak biraz da bozularak önüne döndü. Bunun üzerine "Hadi gidelim." dedi. Elimde tutttuğum topuklu ayakkabıları ayağıma giydikten sonra yürümeye başladım sarayıma doğru.
Askerlerle yürürken hep tek bir kişiyi düüşünüyordum. İlk defa bu kadar yoğun duygular yaşıyordum. Bana ne olduğunu bildiğim için gülümseme de suaratımdan hiç eksik olmmuyordu. Ben kahramına aşık olmuştum. Evet hayatımda ilk defa...
Saraya yaklaştığımızda çantamdan süslü aynamı çıkarttım. Bu aynayı bana yengem hediye etmişti. Onu çok seviyordum. İyiki abim onla evlenmişti. Aynada kendime baktım. Saçım başım dağılmış, Yüzüm is olmuş, makyajım akmış bir şekideydim. Fkaat bütün bunlara rağmen masmavi gözlerim mutlulukla gülümsüyordu. Hemen çantamdan ıslak mendilimi çıkartıp yüzümü sildim, makyajımı tazeledim. Saçımı da taradıktan sonra işte hazırdım. Sarayda umarım kimse karşıma çıkmaz diye dua ediyordum. Saraya girer girmez odama doğru giden geniş koridora yöneldim. Hızlı adımlarla koridoru geçtikten sonra odama girdim. Kapıyla birlikte gözlerimide kapattıktan sonra "Oh" diyerek rahatladım. "Hoşgeldin Claire bende seni bekliyordum." diye bir ses duymamla birlikte gözlerimi açtım. Karşımda oturan Andy'di. En yakın arkadaşım, sırdaşım. Andyle çocukluktan beri arkadaştık ve bugüne kadar hiç ayrılmamıştık. Andy benim her şeyimi bilir. Bu yüzden onun odamda olmasına çok sevinmiştim. "Ne iyi ettinde geldin." dedim. Hemen gülümseyerek yanına oturdum. Elime pufuduk yastığımı aldım. Andy bir şeyler olduğunu anlamış olmalı ki "Hayırdır? Neler oldu da yüzünde gülücükler açıyor?" diye sordu. Bende zaten anlatmak için sabırsızlanıyordum. Hemen söze girdim... | |
| | | Tiffany Trully Apollon'un Çocuğu
Mesaj Sayısı : 1885 Kayıt tarihi : 11/10/10
| Konu: Geri: İmkansız AŞK / Tiyatro Salı Haz. 07, 2011 6:38 am | |
| Bugün her günde olduğu gibi kahvaltımı yaptıktan sonra resim malzemelerimi toparlayıp gökyüzünde bütün güzelliğiyle ışıldaya güneşin resmini yapmaya başladım. Sarı renk tonları özenle kullanırken aklım doğanın güzelliklerindeydi. Doğa o kadar güzel ve büyüleyiciydi ki belki de onun için resim yapmayı çok seviyordum. Tabii özel yeteneğimin olması da bunu tetikliyordu. Yapmam gereken bir sürü sipariş resim vardı ama bugün güneş farklı parıldıyordu ve ben bunu kaçıramazdım. Kısa bir süre sonra güneş resmi bitmişti. Gerçekten harika olmuştu. Sıra da gelen siparişler vardı. Hazırlık yapmaya başladım. Bu sırada odamın dışlından sesler duydum. Sanırım ağabeyim gelmişti. Fırçayı bir kenara bırakarak odamdan dışarı çıktım. Tam ağabeyimin odasına yönelmiştim ki kapı kapandı. Genellikle ağabeyim eve geldiğinde yanıma gelip hal hatır sorardı ama bugün direkt odasına gitmişti. Demek ki önemli bir şeyler olmuştu. Merak ve endişeyle kapıyı tıktıkladım. Ancak ağabeyimden hiçbir ses gelmedi. Bunun üzerine “Al? Müsait misin? Girebilir miyim?” dedim. Al’den bir iki saniye ses gelmeyince odaya dalmayı düşündüm ancak ben girmeden Al “Gelebilirsin Tiff.” dedi. Bunun üzerine kapıyı açıp içeri girdim ve arkamdan kapıyı kapattım. Ağabeyimin arkası dönüktü. Yanına gittim ve “Bir şey mi oldu?” diye sordum. Al bana döndü ve yüzüme baktı. Uzun bir süre öyle kaldıktan sonra koltuğa oturdu ve “Bugün bir kızla tanıştım. Daha doğrusu prensesle.” dedi. Bu dediklerine şok olmuştum. Tek tek bütün kelimeleri düşündükten sonra Al’ın gözlerinin içine baktım. O anda onun sırılsıklam aşık olduğunu anladım. Al de benim her şeyi anlamış olduğumu anladı ve bugün başından geçen her şeyi ayrıntısıyla anlatmaya başladı. Gerçekten garip bir olaydı. Al “Umarım tekrar görüşebiliriz.” dedi. Güven veren bir gülümsemeyle “İnan bana görüşeceksiniz.” dedim. Ağabeyim de bunun üzerine gülümsedi. Bu sırada kapı çalındı. Annem gelmiş olmalıydı. Ayağa kalktım ve “Sıkma canını.” diyerek odadan çıktım ve kapıyı açtım. Gelen annemdi. Al ile konuştuğum her şeyi şimdilik unutarak işime geri döndüm. | |
| | | Andrea Grace Harvey Athena'nın Çocuğu
Mesaj Sayısı : 609 Kayıt tarihi : 18/01/11
| Konu: Geri: İmkansız AŞK / Tiyatro Çarş. Haz. 08, 2011 9:46 am | |
| Saraya doğru gitmek üzere evimden çıktığımda gözlerimi kamaştıran güneş karşısında elimle yüzümü kapamama engel olamamıştım.Güneş her zamanki sıcaklığıyla etrafı aydınlatıyordu, bir de verdiği bunaltıcı sıcaklık olmasa harika bir güne başlamak için ideal hava durumuydu.Sakince eteğimin kuyruğunu elimle kaldırmış ilerlerken Claire'la konuşmak için sabırsızlanıyordum.Çocukluktan beri tanıştığım, şu ana kadar sahip olduğum en iyi arkadaşımdı.Asla ama asla kavga etmemiş, yollarımızı ayırmamıştık.Bu yaşımıza kadar beraber büyümüş, hayatımızın bu hararetli yıllarını beraber geçirmiştik.Belki de bizi birbirimize bu kadar bağlayan birbirimize verdiğimiz sırlar, aramızdaki güven bağıydı.Ona hiç sakınmadan her şeyi anlatabilirdim.Çünkü o böyle biriydi.Kafamdaki bu düşüncelerle evimin önünde beni bekleyen at arabasına binmiştim.Eteğimin kırışmamasına özen göstererek yerime oturdum.Ne de olsa bir leydi için görünüm önemli bir ayrıntıydı.Ailemin oldukça kabarık servetine rağmen küçük, mütevazi bir evde oturmayı tercih etmiştim.Zaten burada kaldığım günlerin toplamı yüzü geçmezdi.Çoğu zaman ailemin oturduğu köşkte kalıyor ya da Claire'ın ısrarları sonucunda sarayda.Kendi başıma geçirdiğim geceler oldukça azdı.At arabası hafif sallantılarla ilerlerken Claire'ın sarayda olup olmadığını düşünüyordum, umarım saraya vardığımda orada olurdu çünkü onunla konuşmaya gerçekten de ihtiyacım vardı.Hayatımın bu monoton, sıkıcı günlerinde neşelenmemi sağlayan, bir nebze bile olsa beni mutlu eden tek kişi oydu çünkü.
At arabası yavaşca durduğunda eteğimi kaldırarak bir yere takılmadan arabadan inmeyi başarabilmiştim.Atları süren hizmetlime gidebileceğini söyleyerek tüm asaletim ile saraya doğru yürümeye başladım.Kapıdaki muhafızların beni görür görmez kapıları açmasıyla içeriye adımımı atmıştım.İçimden doğruca Claire'ın odasına çıkmak gelmesine rağmen büyük salonda oturan kral ve kraliçeye selam vermem gerektiğini düşünerek salondan içeri doğru girdim.Kral ve kraliçenin beni görmesiyle beraber selam vererek ''Merhabalar kral ve kraliçe cenapları.'' dedim.Kraliçe Satellite o her zamanki ses tonuyla ''Claire'ı görmek istiyorsan kendisi sarayda değil Andrea, istersen o gelene kadar sana da içecek bir şeyler getirmelerini söyleyeyim.'' dedi.Hayır anlamında başımı sallarken ''Hiç gerek yok kraliçem, ben kendilerini odasında beklerim.'' diyerek tekrar selam verip büyük salondan çıktım.Claire'ın odasına çıkan merdivenlerden hızla ilerlerken eteğimin kuyruğuna takılmamak için dikkat bile etmiyordum.Açık mavi ve yeşil renklerinde oluşan odasına girdiğimde her zamanki gibi bir rahatlık hissetmeye başlamıştım bile.Renk olarak ideal bir prenses odası olmasa da bütün o mücevher işlemelerin ve değerli taşların oluşturduğu odanın endamı göz kamaştırıyordu.Yavaşça köşedeki koltuğa oturarak Claire'ı beklemeye başladım.Odada oturalı çok olmadan Claire hışımla içeri girdi.Yüzü, üstü başı solgun görünüyordu ancak gözlerindeki o ışık onu hiç de solgun göstermiyordu.Oturduğum yerden kalkarak "Hoşgeldin Claire, ben de seni bekliyordum." diyerek ona gülümsedim.Claire "Ne iyi ettin de geldin." derken ayakta durmakta bile zorlandığını fark etmemek imkansızdı.Onu görmenin verdiği mutluluk yavaş yavaş meraka dönüşürken ''Hayırdır ? Neler oldu da yüzünde gülücükler açıyor ? " diye sordum.Claire kendini yatağının üzerine bırakırken derin bir iç çekerek ''Çok güzel şeyler oldu.'' dedi bahtiyar bir şekilde.Üzerindeki yırtılmış elbisesine bakarken ''Emin misin, çünkü üzerindeki bu elbise bunu söylemiyor.'' dedim alaycı bir şekilde.Yanına gidip otururken bir yandan da Claire'ın konuşmasını dinliyordum.''Sanırım aşkı buldum.'' demişti.Konuşup tepki bile göstermeme izin vermeden devam etti.''Ben peşim sıra dolanan askerleri başımdan savmayı başardıktan sonra birileri beni kaçırmaya tenezzül etti.Üç kişi beni kolayca yakalayıp sürüklerken ileriden gelen başka biri beni onların elinden kurtarmayı başarmıştı.Düşünebiliyor musun, üç kişiye karşı bir kişi olmasına rağmen onları alt edebilmeyi başardı.Ne kadar kudretli.'' diye yaşadıklarını anlatan Claire karşısında yüzümde oluşan o aptal gülümsemeye engel olamamıştım.''Seni gerçekten etkilemiş olmalı.Anladığım kadarıyla hepsi bu değil.'' diyerek söyleyeceklerine kulak kesildim.Claire bukle bukle saçlarıyla oynarken ''Beni kaçırmaya yeltenen adamları yerle bir ettikten sonra yanıma gelerek benle ilgilenmeye başladı.Sanırım o zaman bir prenses olduğumu anlamamıştı.Benim için yaptığı onca şeyden sonra ben de kendime engel olamayıp mendille kaşının yarılmasıyla yüzünde oluşan kanı silmeye başladım.Aramızda oluşmasını sağladığım bu yakınlıkla sanırım öpüştük.'' dedi.'Öpüşme' kısmını bir fısıltı şeklinde kulağıma söylemişti.Ağzımı bir karış açmış ''Sanırım mı ? '' diye bağırdım.Claire beş yaşındaki bir çocuk gibi mutlu mesut gülerek kendini tekrar yatağına bıraktı.Onu böyle mutlu görmek kalbimin hareketlenmesini sağlamıştı bile. | |
| | | David Tyler Athena'nın Çocuğu/Zeka ve Strateji Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 1997 Kayıt tarihi : 17/02/11
| Konu: Geri: İmkansız AŞK / Tiyatro Ptsi Haz. 20, 2011 11:08 am | |
| Sabah Zellana ile kahvaltı yaptıktan sonra. Sarayın bahçesinde dolaşmaya karar vermiştim. O yeşillik ve kuş cıvıltıları insana rahatlık veriyor idi. Her türlü çiçek olduğu söylenebilir idi. Dünyanın her köşesinden çiçek tohumları, fidanlar geliyordu. Çocukluğumdan beri yalnız kalmak istediğimde buraya gelirdim. Biraz dolaştıktan sonra odama gitmeye karar vermiştim. Saraya doğru gittim ve merdivenlerden tırmandım. Muhafızlardan başka birilerini görememiştim. Tam Claire'ın odasının önüne geldim. Bazı sesler duymaya başladım. Normalde olsa bu sesler beni ilgilendirmezdi ama aşkla ilgili bir şeyler vardı. .''Sanırım aşkı buldum.'' dedi kardeşim. Kimdi bu ve nasıl biriydi acaba.''Ben peşim sıra dolanan askerleri başımdan savmayı başardıktan sonra birileri beni kaçırmaya tenezzül etti.Üç kişi beni kolayca yakalayıp sürüklerken ileriden gelen başka biri beni onların elinden kurtarmayı başarmıştı.Düşünebiliyor musun, üç kişiye karşı bir kişi olmasına rağmen onları alt edebilmeyi başardı.Ne kadar kudretli.'' dedi. Kimdi bu kadar güçlü olabilecek mert çocuk. ''Seni gerçekten etkilemiş olmalı.Anladığım kadarıyla hepsi bu değil.'' dedi. Bu ses Claire'in çocukluk arkadaşı Andrea. ''Beni kaçırmaya yeltenen adamları yerle bir ettikten sonra yanıma gelerek benle ilgilenmeye başladı.Sanırım o zaman bir prenses olduğumu anlamamıştı.Benim için yaptığı onca şeyden sonra ben de kendime engel olamayıp mendille kaşının yarılmasıyla yüzünde oluşan kanı silmeye başladım.Aramızda oluşmasını sağladığım bu yakınlıkla sanırım öpüştük.'' dedi. Ne bu nasıl olabilirdi. ''Sanırım mı ? '' "Peki o kimdi? diye devam etti Andrea. Sessizce söylemeyi denedi ama ben genede duydum. "Allen. Bir sokak serserisi." dedi. İşte bu beni öyle bir sinirlendirdiki birden kapıyı ittirerek içeriye girdim. "Ne dedin sen." diye bağırdım. Konuşamıyordu ikisi de "Andrea dışarıya çık lütfen." dedim. "Ama prensim." falan demeyi denedi. "Andrea sana dışarı çık." diye bağırdım hemen beni dinleyip dışarıya çıkmıştı. "Nasıl yani. Krallıkta o kadar iyi insan varken sen bir sokak serserisine mi aşık oluyorsun. Annem ile babam bunu duysa ne yapar biliyormusun. Önce seni öldürürler. Veya bir daha sana gün yüzü göstermezler. O çocuğa ne yaparlar biliyormusun. Bu yerlerden hep sürgün ettirir. Kimsenin çekmediği acıları çektirirler. Sen bunlara rağmen ona aşık oluyorsun değilmi." diye çıldırdım. "Ağabey onlara söylemezsen onlarda bir şeyleri anlamazlar." dedi. Bu kız salakmıydı böyle. "Sen ne dediğinin farkındamısın. Sen prensessin dışarıda rahatça onu görebilirmisin sanıyorsun. Bazıları sırf ödül alabilmek için seni ispiyonlarlar. Yada askerler bulur orada ikinizi de öldürürler. Ben söylemezsem ise benim de bildiğimi öğrenirlerse beni de öldürürler." dedim. Ve kapıdan çıkmaya çalışırken. "Lütfen söyleme mahvolurum. Kolumu tutuyordu o sıra. | |
| | | Claire Angel Deeply Afrodit'in Çocuğu/Kulübe Lideri/Büyü Teknikleri Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 3332 Kayıt tarihi : 31/10/10
| Konu: Geri: İmkansız AŞK / Tiyatro Salı Haz. 21, 2011 10:59 am | |
| Ağabey’im Allen’le aramızda bir şeyler olduğunu öğrenmiş bir şekilde içeri sert bir biçimde girdi. Ağabeyimi görmemle birlikte korku tüm vücudumu kısa bir süre içinde sardı. Dilim adeta tutulmaktan konuşamadı. Ağabeyimin siniri yüzündeki öfkesinden net bir şekilde belli oluyordu. Ağabeyim sırdaşım Andrea’yı dışarı çıkarttıktan sonra bana bol bol nasihat vermeye başladı. Her yeni bir cümleye başlarken sesi biraz daha yükseliyor buda beni daha da çok korkutuyordu. En son "Sen ne dediğinin farkında mısın? Sen prensessin dışarıda rahatça onu görebilir misin sanıyorsun. Bazıları sırf ödül alabilmek için seni ispiyonlarlar. Ya da askerler bulur orada ikinizi de öldürürler. Ben söylemezsem ise benim de bildiğimi öğrenirlerse beni de öldürürler." Derken bir yandan da kapıya yöneldi. Eyvah şimdi ben ne yapacaktım? Ya anneme babama söylerse? İşte o zaman benim işim biterdi. Ağabeyimin açtığı kapıyı kapatarak yalvarmaya başladım: "Lütfen söyleme mahvolurum. Hem hem Allen tam olarak sokak serserisi değil. Yani daha onu tanımıyorum. Ağabey lütfen bir araştırma yapalım ondan sonra ne yapacaksan yap. Lütfen azcık kardeşini düşünüyorsan babama söyleme. Babamın kulağına giderse ben biterim.” Yakarışlarım ağabeyimi etkilemeye başlamıştı. Ağabeyim biraz düşündükten sonra “Tamam peki.” Dedi. İşte bu bugün ağabeyimden duyduğum en güzel cümleydi. “Çokkk teşekkür ağabey. Seni seviyorum. Sen harikasın, müthişsin, en iyi abisin…” dedim. Ağabeyim hemen “Olur demedim. Araştıracağım. Gözüm tutarsa söylemeyeceğim. En ufak hatasında seni de Allen’İ de yakarım bilmiş olun.” Dedi ve gitti.
Birkaç dakika sonra Andrea geldi. “Eee ne oldu ne konuştunuz ağabeyinle anlatsana. Çok sinirliydi. Yoksa Allen’İ öldürtmeye mi gidiyor?” dedi. Kendimi tutamadım gülmeye başladım. Andrea “Ne gülüyorsun ya anlatsana meraktan çatlıyorum burada.” diye kızdı. “Ağabeyimi ikna ettim Allen’i araştıracak. Onu öldürtmeyecek ya da beni.” Dedim ve koşarak Andrea’ya sarıldım. Günüm çok güzel gidiyordu. Hayatımın aşkını bulmuştum. Mutluluktan ölebilirdim. Andrea’nın kolundan tutup yatağıma oturttum ve onu soru yağmuruna tuttum: ”Eee biz bir daha nasıl görüşeceğiz? Onu nasıl görebilirim? Sen bu işlerden anlarsın, sence benden etkilenmiş midir?..” Bunları söylerken küçük bir çocuk gibi heyecandan pır pır uçuyordum. Yerimde duramadığımdan dolayı odamın içinde tur atıyordum. Andrea her zaman ki gibi bugünde çok güzel olmuştu. Göz kamaştırıcıydı. Yatağımdan kalktı ve beni kolumdan yakaladı “Sakin ol önce şu elbiseni değiştirelim. Yırtılmış. Bizim gibilere hiç yakışmıyor. Sonra detaylı bir şekilde anlat bana bütün olanları. Sonra da Allen’İ bizde araştıralım. Ağabeyinden önce harekete geçeriz ona göre.” Dedi ve göz kırptı. Andrea’yı çok seviyordum. O benim en iyi arkadaşımdı. Bu yaşımıza kadar içtiğimiz su ayrı gitmemişti. Öyle de olacaktı! Yüzüme en tatlı, sevimli gülümsememi yerleştirerek “Bizi buluşturursun değil mi leydim?” dedim. Andrea ise gülümseyerek “Tamam tamam ayarlarız bir şeyler.” Dedi.
Andrea’yla birlikte önce üstümü değiştirdim. Sonrada annemle babamın yanına büyük salona indik. Bakalım bizi daha ne maceralar karşılayacaktı? Ne de olsa yeni bir aşk yeni bir macera demekti… | |
| | | Tiffany Trully Apollon'un Çocuğu
Mesaj Sayısı : 1885 Kayıt tarihi : 11/10/10
| Konu: Geri: İmkansız AŞK / Tiyatro Salı Haz. 21, 2011 10:40 pm | |
| Claire yırtılan elbisesini Andrea’nın yardımıyla değiştirdikten sonra ikili büyük salona gitmek için sahneden çıkınca kırmızı perdeler kapanmaya başladı. Perdeler tamamen kapanınca “Oh!” sesleri yükseldi. Ben de dahil olmak üzere bu perdede oynayanlar çok rahatlamışlardı. Ancak bir sonraki perde de oynayacak olanlar daha çok heyecanlanmaya başladılar. Yerlerinde duramıyorlardı. Onlara sakinleşmelerini söyledikten sonra Claire’e, Andrea’ya ve Allen’e bir sonraki perde için kıyafetlerini değiştirmelerini söyledim. Çok hızlı olmalıydık. Sadece iki dakikamız vardı. Herkes hazırlanmaya koyulunca biz de mekânı hazırladık. Mekân: Saray, meydan ve çalılık bir alanda geçiyordur. Sahnemiz bu üç mekâna yetecek kadar büyüktü. Bu perde sanırım en zor perdelerden biri olacaktı. Bunu da halledersek hem herkes daha tecrübeli olacak hem de rahatlamış olacaktık. Son bir dakikamız kalınca mekân tamamen hazırdı. Claire, Andy ve Allen hariç bu perde de oynayacak bütün oyuncular hazırdı. Ancak ilk sahne Andy, Claire ve Raina’ya aitti. Yani acilen Andy’nin ve Claire’in sahneye gelmeleri gerekiyordu. Saatime baktım ve “Son 30 saniye kaldı" diye bağırdım. İçeriden çığlık sesleri geldi. Andy ve Claire’in elleri ayaklarına dolanmıştı ve kalp krizi geçirmek üzerelerdi. Raina ise çoktan hazır bir şekilde onlara bakıp gülüyordu. Saatime bir daha baktım ve “10-9-8…” diye saymaya başladım. Bu sırada Andy ve Clay son rötuşlarını tamamlayarak sahneye geldiler. Herkes yerini aldıktan sonra “3-2-1-perdeler açılsın!” dedim ve perdeler yavaş yavaş açılırken kimse beni görmeden içeriye kaçtım. Böylece de 3. Perdemiz başlamış oldu.
3. Perde Oyuncuları: Andrea Grace Harvey (Clay'ın sırdaşı) - A. Raina Lindgren (Dadı) - Claire Angel Deeply (Prenses) - Allen Jacques Harth (Sokak Serserisi Allen) - Alexis Know (Allen'e aşık olan kız) - Blaine M. Johnson (Lana: Alexis'in en yakın arkadaşı) - Mantalon Soluric (Thalia'nın ağabeyi) - Thalia Adelynn Rose (Prens'in çocukluk aşkı) | |
| | | Andrea Grace Harvey Athena'nın Çocuğu
Mesaj Sayısı : 609 Kayıt tarihi : 18/01/11
| Konu: Geri: İmkansız AŞK / Tiyatro Perş. Haz. 23, 2011 6:29 am | |
| Claire heyecanlı heyecanlı yeni aşkını anlatırken içeri hışımla Prens David cenapları girdi.Claire'ın bana anlattıklarını duyduğu her halinden belliydi.Yoksa neden böylesine sinirlensin ki ? Oturduğum yerden doğrularak ayağa kalktım.Başımı eğerek prensle göz göze gelmemeye çalıştım.Bu bir görgü kuralıydı çünkü.Bir kadın prensin izni olmadan gözlerinin içine bakıp, onunla cilveleşiyormuş gibi konuşursa bu hafifmeşreplik olarak algılanırdı ve hiç uygun olmazdı.Başımı eğerek prens hazretlerinin söylediklerini dinledim sessizce.Zaten fazla bir şey söylemeden beni dışarı çıkarmıştı.Selam vererek hızlıca odadan dışarı çıktım.Ne dediğini dinlemeyi düşündüm ama sonra bunun saygı kuralları çerçevesine sığmayacağını düşünerek duvara yaslanıp beklemeye başladım.Zaten gizlice odayı dinlememe gerek yoktu Prens David o kadar çok bağırıyordu ki söylediklerini olduğum yerden duyabiliyordum."Sen ne dediğinin farkında mısın ?'' diye çıkışıyordu Claire'a.Şu an olduğu durumu anlamam için onun yerinde olmama gerek yoktu.Neler hissettiğini tahmin edebiliyordum.Hayal kırıklığı, korku, heyecan, umutsuzluk... İçinde hangi duygularla savaşıyordu kim bilir ? Aşk, kuvvetli bir duygudur ve bir kez tadına bakıldı mı bir uyuşturucu gibi kişiyi bağımlı yaparak tüm vücudunu ele geçirir.Bunu biliyordum çünkü ben de aşık olmuştum.Hem de tam anlamıyla... Ta ki 'o' ölene kadar.Bunu kimse bilmiyordu, çünkü onu öldürten babamdı.Bu yaptığı için onu asla affedememiştim.Beni bu hayatta mutlu eden, kalbimi ısıtan yegane varlıklardan birini öldürtmüştü.Aşık olduğum adamın ölümünü izlemiştim ve bunun için hiçbir şey yapamamıştım.Suçu sadece beni sevmekti ve bedelini en ağır şekliyle ödemişti.Prens kapıdan çıkarken gözlerimden akmak üzere olan gözyaşları sildim.Ona selam vererek tekrar Claire'ın odasına girdim.İçimde kopan fırtınaları belli etmemeye çalışarak ''Eee, ne oldu, ne konuştunuz ağabeyinle anlatsana ! Çok sinirliydi.Yoksa Allen'i öldürtmeye mi gidiyor ?'' diye sordum.Claire gözlerinden okunan mutlulukla başını iki yana sallayıp kıkırdamaya başladı.Aynı merakla ''Ne gülüyorsun ya, anlatsana meraktan çatlıyorum burada.'' diye çıkıştım ona.Claire kıkırdamayı keserek ''Ağabeyimi ikna ettim, Allen'i araştıracak.Onu öldürtmeyecek ya da beni.'' dedi.Bu iyi bir haberdi.Hem de çok iyi.Onun adına gerçekten çok mutluydum.Yıllardır ailesi tarafından evlendirilmeye çalışmıştı.Ona sunulan ve beğendirilmeye çalışılan koca adayları ise genellikle zengin, saygın düklerdi.Hiçkimse Claire'ın duygularını önemsememişti.Yani evleneceği adamı sevip sevmemesi umurlarında bile değildi.Tek önemli olan şey gösteriş ve saygınlıktı.Claire onlara bir sokak serserisine aşık olduğunu söylese kim bilir ona ne yaparlardı ? Claire mutluluktan bana sıkıca sarılmıştı.Bu hareketini karşılıksız bırakmayıp ben de ona sarıldım.Mutlu olduğu zaman gerçekten çok sevimli oluyordu.Beni kolumdan tutup yatağa oturttu ve nefes almaksızın sorular sormaya başladı ''Eee, biz bir daha nasıl görüşeceğiz ? Onu nasıl görebilirim ? Sen bu işlerden anlarsın, sence benden etkilenmiş midir ?'' Onun bu haline gülüyordum.Nasıl da heyecanlı ve mutluydu.Beni oturttuğu yerden kalkarak ''Sakin ol önce şu elbiseni değiştirelim, yırtılmış. Bizim gibilere hiç yakışmıyor.Sonra detaylı bir şekilde anlat bana bütün olanları.Sonra da Allen'i biz de araştıralım.Ağabeyinden önce harekete geçeriz ona göre.'' deyip göz kırptım.Bu işte sonuna kadar onun yanındaydım ''Bizi buluşturursun değil mi leydim ?'' demişti Claire.Bana leydi demesi beni her zaman güldürürdü.Sonuçta o bir prensesti, ben ise sadece bir leydiydim.Konumu, rütbesi ne kadar büyük olursa olsun Claire'ın bana böyle bir saygı göstermesi her zaman gururumu okşardı.Emin olmayan bir ses tonuyla ''Tamam tamam, ayarlarız bir şeyler.'' dedim.Claire'ın elbisesinin korsesinin iplerini sıkıca bağlayıp saçlarına da düzen verdikten sonra onu eski göz kamaştırıcı haline geri çevirmiştim.Güneş sarısı uzun saçları ve yüzündeki göz kamaştıran o gülümsemesiyle kadın olsun, erkek olsun etkisinde kalmamak münkün değildi.Aşağıya, kral ve kraliçenin bulunduğu büyük salona doğru ilerlemeye başladık.Merdivenlerden aşağı inince kral ve kraliçenin salonun büyük balkonunda oturduğunu gördük.Yanlarına giderek selam verdik.Claire da eteğiyle selam verdikten sonra olanları sezdirmeden, heyecanını saklayan sakin bir ses tonuyla ''Merhabalar efendim.'' dedi.Aynı ses tonuyla ''Merhaba kral ve kraliçe cenapları.'' diye selam verdim.Kral o soğuk sesle ''Lütfen oturun.'' diyerek yanındaki sandalyeleri gösterdi.Hava hala sıcaktı.Her ne kadar arada sırada esen soğuk rüzgar ortamı serinletse de yeterli olmuyordu.Sandalyeye oturduktan sonra o sıkıcı sohbet başlamış oldu.
Bir süre kral ve kraliçenin yanında oturup onlarla konuştuktan sonra yukarıya, Claire'ın odasına geri çıktık.Claire merdivenlerde bile heyecanına engel olamadan ''Bizi ne zaman buluşturursun, lütfen yardım et Andrea !'' diye yalvarıyordu.Ona tabi ki yardım edecektim, sadece uygun zamanı bekliyordum.Claire'ın odasına geçtikten sonra ''Sen burada bekle, ben hemen geliyorum.'' diyerek odadan ayrıldım.Claire'ın arkamdan gelmesinden korkuyordum ama sözümü dinleyerek odada kalmıştı.Kral ve kraliçeye yakalanmadan sessizce aşağı indim ve saray görevlilerinden birini yanıma çağırdım.''Bana Allen'ı bulun, sokakta kime sorsanız size göstereceğinden eminim.Onda bir emanetim var, yurtdışından sipariş ettiğim bir şeyi bana ulaştıracaktı ancak henüz getirmedi.Bir olay vuku bulmadan Allen'ı bana çağırın lütfen.Ona deyin ki Leydi Andrea sizi sarayda bekliyor olacak deyin.Saraya gelmeden de bana haber verin ve bundan kimsenin haberi olmasın lütfen.'' dedim.Görevli söylediklerimi dikkatlice dinleyip ''Peki efendim.'' dedi.Görevli gittikten sonra kimseye bir şey çaktırmadan Claire'ın odasına geri döndüm.Claire yatağa oturmuş beni bekliyordu.''Nereye gittin ?'' dedi merakla.Sinsi sinsi gülümserken ''Size bir buluşma ayarladım prensesim.'' dedim.Claire ağzını bir karış açmıştı.Yerinden kalkarak ''Ciddi misin sen ?'' diye bağırdı.Başımı evet anlamında sallarken Claire yerinden kalkıp zıplamaya başladı.Ona gülerken bir anda beni boğarcasına sardı.''Çok teşekkür ederim, çok !'' dedi sevinç içinde.Ona sarılarak bunun önemli olmadığını belirttim.Onu mutlu görmek beni mutlu etmeye yeterdi çünkü. | |
| | | Nemia Stacy Gresean Küçük Tanrıça
Mesaj Sayısı : 148 Kayıt tarihi : 06/02/11
| Konu: Geri: İmkansız AŞK / Tiyatro Çarş. Tem. 13, 2011 9:45 pm | |
| (Raina yazmayacağı için rol bana verildi.) Sabah, tanıdık bir sesin mutlu mutlu şarkı söylediğini farkettim. Beni uyandıran da bu mutlu sesti zaten. Yatağımdan kalkıp, sese dikkat kesildim. Bu müthiş ses, prensesimden geliyordu. Kalbin kelebek gibi kanat çırpması, onu görünce bayılacak gibi olmak ve kalbinin kahramanını bulmak gibi şeyler geçiyordu şarkıda .Pencereye baktığımda, güneşin henüz doğmaya başladığını gördüm. Prensesin bu kadar erken kalktığını ilk defa görüyordum, emindim ki daha hizmetçiler bile uyanmamışlardı. Üzerimi değiştirdim, hemen bitişiğimdeki odanın kapısını tıklattım - prensesin herhangi bir ihtiyacı olduğunda çabucak bana ulaşabilmesi için yandaki küçük odayı bana vermişlerdi ve iki odanın birileştiği duvarda bir kapı vardı - . Ses bir an kesildi, sonra , içeri gelmemi söyledi. Kapıyı yavaşça açtım ve prensesin ay gibi parlayan yüzüyle karşılaştım. Gülümsedim ve kapıyı arkamdan kapatarak içeri girdim. Ama sonra yüzümü buruşturdum, çünkü prensesin dolabındaki elbiseler yatağın üzerine serilmişti. Tabiiki o kadar elbise sığmamış, dolabın kapaklarının üzerine asılmıştı. Prenses yüzümün halini görünce gülümsemesi büyüdü. "Günaydın prensesim, sizi pek bir mutlu görüyorum, bunun sebebini öğrenebilecek miyim acaba?" diye sordum, nazik bir sesle. O da ellerini iki yana açtı ve geceliğinin eteğini uçuşturarak kendi etrafında dönmeye başladı. Kafasını yana eğmişti, yüzünde de mutlu bir gülümseme vardı. "Dadı, dadı, dadı! O kadar mutluyum ki, O'nu düşündükçe kalbim göğüsümden kurtulup uçacak gibi hissediyorum." Dönmekten vazgeçmişti, başı dönmüş olacak ki biraz sendeledi, ama ben ona yardım etmek için uzanamadan kendini yatağa attı. Mutlu bir şekilde iç çekti.Ben de yatağın üzerindeki elbiseleri koluma astım, ve yatağın kenarındaki sandalyenin üzerine koydum. Prensesin yüzüne dikkatlice baktım. Çok mutluydu. Gerçi prensesim çoğuzaman neşeli olmuştu, ama bu onlara hiç benzemiyordu.Ben tam konuşmak için ağzımı açmıştım ki, iç çekerek tekrar konuştu, konuşurken tavana bakıyordu. "O kadar güçlü ki, serserilerden kurtardı, onlarla benim için dövüştü!" Yatakta doğrulmuş, bana bakıyordu."Düşünebiliyor musun dadı? Benim için, hem de benim bir prenses olduğumu bilmeden." Sonra iç geçirdi ve tekrar yatağa bıraktı kendini. "O kadar tatlı ki! Saçları, gözleri, burnu, çenesi... dudakları..." Prensesin bu mutlu hali beni gülümsetti. "Dudakları?" diye sordum, haddime değildi belki, ama çok merak etmiştim ve prenses küçüklüğünden beri bana güvenirdi. "Ah, ımm, şey, onunla öpüştük gibi bir şey." Biraz utanmış gibiydi, sonuçta prensese küçüklüğünden beri bakıyordum ve neredeyse annesi kadar yakındım, neredeyse. Yanakları kıprkırmızıydı, ben de onu bu utançtan kurtarmak için konuştum. "Bir daha buluşacaksınız, değil mi?" "Evet, hem de bu gün." Sonra birden yerinden fırladı, etrafta deli gibi dolanmaya başladı. "Ah dadı, ne giysem karar veremiyorum, ona güzel görünmek istiyorum, fakat bu kıyafetlerden hiçbirini beğenmedim." Elbiseleri tekrar gözden geçirdi, sonra ağlamaklı bir yüzle bana baktı. "Dadı, bana yardım etmelisin. Bunları hiç sevmedim. Bu beni şişman gösteriyor, bu da beni çok sıkıyor, bunun her yeri kapalı ve bunun da her yeri açık!" diye yakındı, elleriyle tek tek yere saçtığı elbiseleri gösteriyordu. Oysa ki bu kıyafetleri ne de çok severdi. Hepsini özene bezene seçmişti. Şu an ne kadar çaresiz olduğunu farkettim. Üstrelik koşuşturmaktan terlemişti, ve saçları boynuna, omuzlarına yapışıyordu. "Prensesim, siz sakin olun. Gidip bir duş alın, kokular sürünün, ben de siz gelene kadar elbisenizi ayarlayayım." dedim, gülümsedi, bana sarıldı ve banyoya girdi. Ben de dolaba bakmaya başladım,çıkarttığı önce giysiye rağmen dolap hala doluydu. Hepsine tek tek bakmaya başladım, en sonunda prensesin gözlerinin renginde mavi bir elbise seçtim. Rahat bir topuklu ayakkabı buldum. Dolaptan mavi taşlı iğneler çıkardım. Ben bunları yaparken prenses duştan çıkmıştı. Elbisesini giydirdim ve iğnelerle saçlarını geriden tutturup arkadan salık bıraktım. Boynuna taktığım, ucunda mavi taş olan kolye ile çok şık ve zarif görünüyordu. Aynada kendine baktı, gözleri ışıl ışıldı. "Ah dadı, çok güzel görünüyorum, çok teşekkür ederim, sen olmasan delirirdim heralde." "Prensesim, siz herzaman çok güzelsiniz, ben sadece birazcık yardım ettim o kadar. Üstelik benim dışımda da yetenekli birsürü kişi var." dedim ve prensesin kulağına eğilerek "Şu yakışıklı kahraman gibi. Prensesimizin kalbini çalmak oldukça zordur." dedim ve gülümsedim. O da gülümsedi, gözleri ışıl ışıldı. Sonra yüzünü buruşturdu. "Dadı, bunu kimseye söylememelisin, bu bir sır." dedi. "Ağzım mühürlü." dedim ve gülümsedim. "Ah dadı, çok heyecanlıyım, kalbim yerinden çıkacak gibi." "Eğer daha şimdi heyecanlanıyorsanız, yanınıza doktor göndermeliyim." dedim. "Dadı, sen de benimle gelsen?" Yüzü o kadar umutluydu ki, hayır demek imkansızdı. İç çekerek kafamı salladım. "Ah, peki tamam. Şu anda ne kadar tatlı göründüğünüzü anlatamam. Delikanlının kalbine ineceğine eminim." Kaşlarını çattı ve saçlarındaki tokaları çıkarmak için bir hamle yaptı. "Ah, ah, sadece abartıyordum prensesim, öyle bir şey olmayacağına eminim. Sadece güzelliğinizi belirtmek için söylemiştim. Galiba nutku tutulacak desem daha doğru olurdu." Derin bir nefes aldı ve pencereye baktı. "Galiba kahvaltı vakti." "Siz gidin, karnınızı doyurun, ben de hazırlanıp geleyim efendim. Lütfen boğazınızda durmasına yol açacak kadar hızlı yemeyin." Ayağa kalktı ve hızlı adımlarla odadan dışarı çıktı. Arkasından seslendim, eğer bu hızla giderse insanların dikkatini çekecekti. "Yavaş, prensesim, sakin yürüyün, yoksa herkesin dikkati üzerinizde olacak. Gerçi şu anki görünümünüzle de dikkat çekeceksiniz ama siz yinede yavaş yürüyün ve normal davranmaya çalışın." dedim. Gülümsedi ve yavaş yürümüye başladı. Ben de odama gittim ve giyinmeye başladım. | |
| | | Claire Angel Deeply Afrodit'in Çocuğu/Kulübe Lideri/Büyü Teknikleri Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 3332 Kayıt tarihi : 31/10/10
| Konu: Geri: İmkansız AŞK / Tiyatro C.tesi Tem. 16, 2011 1:55 am | |
| Sabahın erken saatinde uyanmıştım. Beni uyandıranın ne olduğunu çok net biliyordum: Aşk ve aşkın verdiği mutluluk. İçimde kelebekler uçuşuyor ve yerimde duramıyordum. O kadar enerjiktim ki ilkbaharda yeni açan çiçekler gibi ya da yeni doğmuş bir bebek gibiydim. Bu enerjimi atmak için ne kadar uğraşsam da enerjim bir volkan gibi hiç tükenmiyordu. Allen’in bana sunduğu bu neşeyle şarkı söylemeye başladım. Aklımın her köşesinde Allen vardı. Nereye baksam onun yüzünü görüyordum. Sanki buradaymış, her yerdeymiş gibi… Bu durum beni daha da çok mutu ediyordu. Çünkü böylece onu unutacağım diye bir korku içerisinde kalmıyordum. Şarkının sözlerine duygularımı katmıştım. İstediğim cümleleri kullanıyordum. Ben şarkımı mutlulukla söylerken odamın kapısı çalındı. Hemen şarkı söylemeyi kestim. Saatin çok çok erken olması aklımda ‘Bu da kim?’ sorusunu doğurmuştu. Daha kuşlar bile neşeyle ötmeye başlamamıştı. Saat o kadar erkendi. Kapının ardındakinin kim olduğunu öğrenmek istercesine “Gell.” Diye bağırdım. Gelen dadım Nemia’ydı. Dadı benden 5 yaş büyüktü. Ben daha bir bebekken bana annesi bakmıştı. O zaman hep Nemia ile oyun oynardık. Ben 10 yaşımdayken ise Nemia’nın annesi ölmüştü. O zaman Nemia’ya çok destek olmuştum ve yeni dadım Nemia olmuştu. Annem buna başta izin vermemişti. Çocuk çocuğa bakamaz demişti ama sonra uzun bir ikna dönemini kaybettiği için kabul etmişti. Küçüklüğümden beri dadımı çok severim. Ona çok güvenirim. Asla benim kötülüğümü gerektiren bir şey yapamaz. Bu yüzden ona bütün sırlarımı çekinmeden anlatırım. En yakın arkadaşım, sırdaşım Andy’e anlattığım gibi… Zaten ben bu sarayda da başkasına güvenmem. Ağabeyimle, yengem Zell çok iyi biridirler. Fakat yengem, ağabeyimin eşi olduğundan dolayı ona bu meselelerden bahsetmem genelde. Fakat yinede çok güzel sohbet ederiz. Aşk konuları dışında her şeyi anlatırız, konuşuruz. Birbirimizi sayarız. Ağabeyimin böyle doğru bir evlilik yaptığı için hep çok mutlu olmuşumdur.
Dadı yüzümdeki mutluluğu, içimdeki neşeyi hemen anlamış olacak ki "Günaydın prensesim, sizi pek bir mutlu görüyorum, bunun sebebini öğrenebilecek miyim acaba?" dedi. Ona dün olanları anlattım. Anlattıkça heyecanlanıyor, ayaklarım havalanıyordu. Bugün onunla buluşacaktım. Daha ne isteyebilirdim ki? Fakat bir sorun vardı ki, o da bir türlü kıyafetimi seçemiyordum. Bu beni oldukça telaşlandırıyordu. Çünkü âşık olduğum adamın karşısına çok güzel çıkmalıydım. Dadı her zamanki gibi bugünde bana yardımcı oldu: "Prensesim, siz sakin olun. Gidip bir duş alın, kokular sürünün, ben de siz gelene kadar elbisenizi ayarlayayım." Diyerek yardımcı oldu. Bu teklifi reddetmem imkânsızdı. Hemen banyoma gittim ve güzel bir duş aldım. Duş beni kendime getirmeye yetmişti. Rahatlamıştım. Banyodan çıktığımda ise dadım kıyafetimi hazırlamıştı. Gözlerimin renginde bir kıyafet seçmişti. Bu çok uyumlu olacağım demek oluyordu. Dadı giymem için elime rahat bir topuklu ayakkabı verdi. Dolaptan da mavi taşlı iğneler çıkardı. Elbisemi giymeme yardım etti sonrada çıkardığı iğnelerle sarı saçlarımı geriden tutturup arkadan salık bıraktım. Takı olarak da bir o kadar güzel de boynuma ucunda mavi taş olan kolye taktı. Aynada kendime baktığımda çok şık ve zarif görünüyordum. Bir o kadarda güzel. Bu renk bana çok yakışmıştı. Hemen dadıya sarıldım ve teşekkür ettim. Sonra da "Dadı, sen de benimle gelsen?" dedim. Dadı biraz düşünse de kabul etmişti. Benimle geleceğini biliyordum çünkü o hiçbir zaman bu günlerde beni yalnız bırakmamıştı. Bu gün de bırakmayacaktı.
Camdan baktığımda kahvaltının bahçede yapılacağını gördüm ve “Kahvaltı vakti.” Dedim. Dadı da "Siz gidin, karnınızı doyurun, ben de hazırlanıp geleyim efendim. Lütfen boğazınızda durmasına yol açacak kadar hızlı yemeyin." Dedi. Güldüm ve kahvaltıya indim. Bu uzun merdivenleri hızlıca iniyordum. Nerdeyse düşecektim, ama son anda tutunmayı başarabilmiştim. Bu, günümü mahvetmemeyi sağlamıştı. Bahçeye geldiğimde derin nefes aldım ve sıradan bir günmüş gibi davranmaya çalıştım Fakat bu imkânsızdı. Gene de deneyecektim. Masaya geldiğimde önce babam Kral’a sonra annem Kraliçe’ye sonra da ağabeyim ve yengeme tek tek selam verdim ve yerime oturdum. Masa her zamanki gibi bugünde donatılmıştı. Çayımdan bir yudum alarak birkaç lokma bir şey yedim. Onu da kimse bir şey anlamasın diye yemiştim. Yoksa bu aralar canım hiçbir şey istemiyordu. Ağabeyim heyecanımı anlamıştı ki, gözlerime sinirli bir şekilde bakıyordu. Annem ise bu bakışları hemen yakalamış ve sebebini merak etmeye başlamıştı. O sırada beni bu durumda kurtaran Andy geldi. O da tek tek herkese selam verdikten sonra masaya oturdu ve hemen konu değişti. Annemin başyardımcısı Summer masanın yanına gelerek herkese selam verdikten sonra “Kralım, Kraliçem. Beklediğiniz misafir geldi. Misafir salonuna aldık. Sizi bekliyor.” Dedi. Babam her zamanki sert ses tonuyla “Tamam geliyoruz.“dedi ve anneme baktı. Annem ‘Gidelim’ bakışı atınca masadan kalktılar. Annem “Afiyet olsun çocuklar.” Dedikten sonra o asil yürüyüşüyle babamla birlikte gittiler. Masada yengem, ağabeyim, Andy ve ben kalmıştık. Yengem Zell “Kızlar bugün neler yapacaksınız? Yeni kumaşlar gelecekmiş. Onlara bakalım mı?” diye sordu. İşte şimdi bitmiştik. Yüzümü birden ateş bastı. Andy’e baktım. Şimdi ne yapacaktık? Yengeme ne diyecektik? Hemen bir bahane bulmalıydık. Ama ne? Neyse ki yanımda Andy vardı. Beni “Gelmek çok isterdik, ama tanırsınız. Benim kuzenim Alexandra bize ziyarete gelecek ve izninizle prensesimi de yanımda götürmek istiyorum. Akşam gidecekmiş.” Diyerek kurtardı. Ben de evet anlamında başımı salladım. Yengem “Peki o halde siz gidin. Selam söyleyin. Kumaşlara daha sonra bakarız.” Diyerek gülümsedi. “Biz izninizle kalkalım o halde.” Dedim. Bir an önce masadan kalkmak istiyordum. Ağabeyim başıyla onay verince kalktık. Ağabeyimle yengeme selam verince odama çıktık Andy’le birlikte.
Merdivenlerde ona, beni kurtardığı için teşekkür ettim. “Sen de benimle gel. Allen’i görmeye.” Dedim. Andy ise “Alexandra gerçekten geliyor Clay. Bugün olmaz, gelemem. Başka bir zaman görürüm artık prensesimizin kalbini çalan Allen’i.” diyerek güldü. Bende güldüm. Odama geldiğimizde dadı hazırlanmış bir şekilde bizi bekliyordu. Arabayı da hazırlatmıştı. “Çıkabiliriz prensesim.” Dedi. Şimdiden beni heyecan basmaya başlamıştı. ‘Tamam’ diye başımı salladıktan sonra kimseye görünmeden çıktık. At arabasına bindik ve yolculuğa çıktık. Andy evine gelince indi. Bizde dadıyla kaldığımız yolculuğumuza kaldığımız yerden devam ettik. Yolda ilerledikçe beni ateş basıyordu. Yerimden duramıyordum ve habire aynaya bakıyordum. Dadı “Güzelsin yeter.” Diyordu. Ama ben bir türlü vazgeçemiyordum. Sallana sallana onca yolu tepmiştik ve geleceğimiz yere gelmiştik. Önce dadı indi ve dadının elinden tutarak ben de indim. Karşıda çimlere oturmuş, nehre bakan biri vardı. Bu Allen olmalıydı. Dadı “Başarılar.” Dedi. Ben de ilerlemeye başladım. Allen’in yanına gitmeye… | |
| | | | İmkansız AŞK / Tiyatro | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|