Yetimhanemden ayrılalı 2 gün olmuştu. Annem beni dün sahiplenmişti ve kulübeme yeni yerleşmiştim. İlk günden kamptan kaçmıştım, yetimhaneme geri dönmüştüm. Kendimi biraz korkmuş hissediyordum. Müdiremle konuştum. Bana “Merak etme, oraya alışacaksın ve çok seveceksin” dedi. “Oraya hiç gittiniz mi?” diye sorunca güldü. “Hayır canım, ben sadece sisin arkasını görebilen, yetimhanemde kalan melezleri koruyan maceracı bir insanım. Ama kamp, senin ait olduğun yer” dedi. “O zaman neden orada büyümedim? Ait olduğum yer burası gibi hissediyorum. Benim annem sizsiniz gibi” dedim gözyaşlarıma hakim olmaya çalışarak. “Annen seni buraya, sen yeni doğduğunda getirdi. Belli bir yaşa kadar, insan gibi, güvende yaşaman senin için daha iyi olacaktı ve evet, senin ikinci annen sayılırım meleğim. Seni büyüten bendim, koruyup kollayan da ama annen senin iyiliğin için çalıştı ve her zaman seni izledi” dedi. Sanki her şey biraz daha anlam kazanıyordu. “Annemin Afrodit olduğunu biliyor muydunuz?” diye sordum. “Evet, ama bunu hiçbir zaman sana söyleyemedim” “Peki, babam?” diye sordum. Gözlerini yere dikti. “Afrodit seni bana getirdiğinde, babanın henüz öldüğünü söyledi. Sen doğmadan 2 gün önce.” Derin bir nefes aldım. Babam hakkında daha fazla bilgi almam gerekiyordu. “Biliyorum canım, bunların hepsini kabullenmek çok zor. Ama burada sana her zaman yerimiz var. Biliyorsun, burası da yuvan.” Kafamı salladım.
Yetimhaneden çıkar çıkmaz, Olimpos’a açılan kapı olan United State Binası’na gidecektim. Bir taksiye atladım. Öyle elimi kolumu sallayarak Olimpos’a giremezdim değil mi? İşe yarayacak bir şeyler düşünmeye çalıştım ama olmadı. Binanın önünde indim, lobideki adama “Ben Afrodit Kızıyım, onunla görüşmem gerekiyor” dedim. Söylediğimin ne kadar saçma olduğunu şimdi anlıyordum. Görevli bir kahkaha patlattı. Sessizce “Olimpos’a gidebilmek için daha çok çalışmalısın küçük hanım” dedi. “Anlamıyorsunuz, oraya gitmem gerekiyor” dedim. Tam bir şey söyleyecekken yüzündeki ifade dondu ve arkamdaki şeye bakmaya başladı. “Be-ben” diyecek oldu ama konuşamadı. Baktığı yere döndüm ve hayatımda gördüğüm en güzel şeyi gördüm.
Bir yandan beni andırırken, bir yandan benden çok farklı olan biri karşımda duruyordu. “Anne?” diye sordum içgüdülerime dayanarak. “Merhaba canım” dedi. Lobide çok az kişi vardı ama onlalar annemi göremiyordu. “Ben, sizinle konuşmak istiyordum” dedim. “Biliyorum canım, hem benimle ilgili hem de babanla ilgili bilgi almak istiyorsun” dedi gülümseyerek. Kafamı salladım. “Gel o zaman, seninle bir gezintiye çıkalım” dedi. Ona doğru küçük adımlarla yaklaştım. Bir kolunu kaldırdı ve güvenli olduğumu hissettiğim yere, yanına sokuldum. Birden her şey değişiverdi. Bir hastanedeydim. Yatakta, beti benzi atmış bir halde olan bir adam yatıyordu. Yatağın başında annem oturuyordu, hamileydi. Yanında da iki yaşında bir çocuk vardı. İkisi de üzgün bir biçimde adama bakıyordu. Adamın yemyeşil gözleri, açık renkli saçları vardı. Aynen bana benziyordu. Dudaklarım ve burnum, sanki babamın fotokopisiydi. Adam elindeki bir şeyi anneme uzatmaya çalışıyordu. Annem oturduğu yerden kalktı ve yaklaştı. Babamın elinde tuttuğu şeyi aldı. Babam fısıldayarak “Bunu kızıma ver, Afrodit. Ona, onu çok sevdiğimi söyle” dedi. Afrodit babamdan aldığı şeyi inceledi. Bu bir kolyeydi, ucunda sevimli bir güvercin olan kolye. “Hiçbir zaman çıkarmasın, bunu taktığı sürece onun yanında benim şansım olacak” dedi. Afrodit usulca başını salladı. Babam çocuğa göz kırptı, “Sana kardeşini bırakıyorum, Ben. Onu yalnız bırakma. Onun kahramanı sen ol” dedi. Çocuk gözyaşlarını sildi ve göğsünü gururla kabartıp başını salladı. Babam başını öbür tarafa çevirdi, gözlerini kapattı ve son nefesini verdi.
Bir anda yine mekan değişiverdi. Bu sefer yetimhanenin kapısının önündeydik. Annen kapıda Müdiremle konuşuyordu. Birden Müdirenin ne kadar genç ve güzel olduğunu fark ettim. Bir müddet konuştuktan sonra Afrodit kucağındaki bebeği - beni - Müdireme uzattı. Boynuma babamın vermiş olduğu kolyeyi taktı. Öptü ve ortadan kayboldu. Müdirem, yetimhanenin o büyük kapısını açtı ve bahçede ilerledi.
Tekrar mekan değişti. Bu sefer kampın girişindeydim ve Afrodit ortalıkta yoktu. Bir ses duydum. “Abin her an gelebilir Ho. Onu bekle” dedi Annem. “Ama, abim kim? Ne zaman gelecek? Şimdi nerede?” diye soru yağmuruna başladım ama cevap gelmedi. En iyisi, abim gelene kadar beklemek olduğunu düşündüm ve kampa girdim.