Lucianna Fackrell Athena'nın Çocuğu/Kulübe Lideri
Mesaj Sayısı : 4356 Kayıt tarihi : 22/08/10
| Konu: İki Dostun İronik Tanışması Çarş. Eyl. 15, 2010 9:49 am | |
| Nefes nefese kalmıştım ama koşmayı bırakmaya niyetim yoktu. Bir saniyeliğine duraklayacak olursam, Rose beni ele geçirecekti, sonra ver elini Long Island kıyısı! -Keyif yapmak değil, boğulmak için!- Herşey Poseidon kızının dolabından güzel bir mavi elbise aşırmamla başlamıştı. Sorun ona haber vermeden ödünç aldığım elbise değil, Stell ile şakalaşırken (!) yanlışlıkla onu yakmamızdı. Hey, asla zekasıyla ön plana çıkan Athena çocuklarından olmadım. Benim yeteneğim telepatik. Kafam az çalışıyor ve mutluyum. Tabii bazı istisnai durumlar hariç; örneğin koca Atlas Okyanusu'nu elindeki hançerde taşıyan bir kız, sinirden deliye dönmüş bir şekilde beni kovalarken, pek mutlu olmuyorum. Onu atlatabilme umuduyla kendimi kulübelerin arasına attım. Percy Jackson sağ olsun, kampımızda artık milyon tane Tanrının kulübesi vardı ve araları, saklanmak için çok elverişliydi. Hafif pembemsi bir kulübenin önüne geldiğimde, soluklanmak için durdum. Ben ne kadar zamandır kaçıyordum? Tahminlerime göre, bir saatten fazla olmuştu. Tam, Rose'u atlattığımı düşünüp kendi kulübemin yolunu tutacakken, kafasının içinde gümbürdeyen düşüncelerini duydum, çok yakınımdaydı! "Bittin sen Lucy! Bu sefer gerçekten bittin! Seninle işim bittiğinde İhtiyar Nereus'un maskarası olacaksın!" Hemen pembe kulübenin kapısını açıp içeri girdim. Kapıyı arkamdan kapattıktan sonra, gözlerimi sımsıkı yumup yere çöktüm. Rose'u zihin gücümü kullanarak buradan uzaklaştırmaya odaklanmıştım. O sırada, içeride yalnız olmadığımı fark ettim. Düzgün ritimli ve sinirli bir ruh halinin göstergesi 'tık, tık' sesi, karşımda duran kişinin sağ ayağından geliyordu. Gözlerimi açıp baktığımda, karşımda güzel bir kız gördüm. Benim yaşlarımdaydı, belki biraz daha küçüktü. Boyu en fazla 1.70 santimdi, uzun kahverengi saçlarını, aynı tonda bir kahveliğe sahip olan gözleri tamamlıyordu. Teni biraz koyu gibiydi, kulübenin içinin loş olduğunu hesaba katarsam, belki de normalde açıktı ama şimdi öyle görünmüyordu. Kız iki elini de beline koymuş, bana sert bir şekilde bakıyordu. Kaşları da çatılmıştı ki bu, istem dışı olarak seslice yutkunmama yol açtı. Hemen kendimi toparlayıp ayağa kalktım. Bu bakışlar bana tanıdık gelmişti... Hızla çevreyi süzüp, Hades veya Ares kulübelerinde olmadığıma kanaat getirdim. Kızı kampta ilk görüşümdü, bu pembe kulübeye de daha önce uğramışlığım yoktu. Biz birbirimizi süzerken, kızın konuşmak için ağzını araladığını fark ettim. İlk olarak onun konuşmasına izin verirsem, saatler süren bir sorgulama evresi geçireceğimden korkarak, kısaca durumu izah etmeye başladım. "Merhaba! Ben Athena kızı Lucianna. Kısaca Lucy. Şey... buradayım çünkü, birinden saklanıyordum..." sustum ve derin bir nefes aldım. Kızın bakışları pek dostça değildi, ayrıca şu anda üstümde yanık bir elbiseyle, kan ter içinde kalmış vaziyette, ben de pek arkadaş canlısı görünmüyordum sanırım. Yavaş gitmek en iyisiydi. Konuşma sırasının ona geçmesine izin verdim... (Lau ) | |
|
Sonechka Ephimovich Hypnos'un Çocuğu
Mesaj Sayısı : 257 Kayıt tarihi : 13/09/10
| Konu: Geri: İki Dostun İronik Tanışması Çarş. Eyl. 15, 2010 10:18 pm | |
| Elime defteri almış sinir edebileceğim çocukların listesini yapmak hem sıkıcı hemde zevkli bir işti. Bir an aklımdan yüceler yücesi Percy Jackson geçsede onu listeye yazmadım. Sonuçta o olmasaydı burada kulübem olmayacaktı ve bende canavarlara yem olmuş olacaktım. Bu işin sandığımdan da sıkıcı olduğunu düşünerek ayağa kalktım. Seranın yanında yer alan bahçivan eşyaları ile dolu olan yerde sakladığım cehennem tazısına bakmalıydım. Harika kampa geleli bir hafta bile olmamıştı. Ama ben ne yaptım? Salak gibi Cehennem tazısına kıyamayıp onu kampta saklıyordum ve onun sahibi oluyordum sanırım. Bu işten nasıl sıyrılacaktım acaba? Onu öldüremezdim. Bir şekilde küçük bir köpek yavrusunu anımsatıyordu bana. Şu ana kadar bana zarar vermek için hiç bir teşeffüste bulunmamıştı. Hatta onun sahibi olmam için şirinlik yapıp duruyordu. Tabi bir cehennem tazısının ne kadar şirin olduğuda tartışılırdı. Tam kapıdan çıkacakken kulübeme dalan kız sayesinde Düşes'e -Cehennem tazısı için tuhaf ad olduğunun farkındayım- bakamayacağımı anladım. Sinirle ellerimi belime koyup ayağımı yere vurmaya başladım. Tam hakaret etmeye başlayacaktımki o önce konuştu. "Merhaba! Ben Athena kızı Lucianna. Kısaca Lucy. Şey... buradayım çünkü, birinden saklanıyordum..." Demek öyle. İşte bana sinir etme ve eğlenme fırsatı verildi. "Laudomia. Hestia kızı." diye kendimi tanıttım. Sesim her zamanki gibi ister istemez soğuk çıkmıştı. Tam ağzımı açıp ilgili arkadaş rolüne başlayacak ve sonrada onu kimin kovaladığını öğrendikten sonra ele verecektimki dışarıdan gelen ses ile ikinci kez konuşmam bölündü. "Lucy! Seni küçük sersem buraya gel! O elbisenin bedelini çok kötü ödeyeceksin." Pencereden baktım. Bu Poseidon'un kızı Rosamarie idi. Şanslı günündeymiş. Pencereden avazım çıktığı kadar bağarmak için ağzımı açtım. "Rose! Bura..." ağzımı kapayan eller ispiyonlama işinin yarım kalmasına ve Rosamarie'nin buraya gelip Lucy'i yakalamasına mani olurken sinirle tuhaf sesler çıkarıyordum. Tabi o sesler ağzım kapalı olmasaydı küfür olarak dışarı çıkardı sanırım. Bir an nefes alamamaya başladım. "Nefes alamıyorum!" demeye çalışsamda sadece huysuzca bir mızırdanma gibi çıktı. Son çare olarak yapabileceğim tek çeyi yaptım. Elini ısırdım. Lucy elini hızla çekerken bende ondan biraz uzaklaştım. "Delirdin mi sen? İki saattir nefes alamadığımı söylemeye çalışıyordum. Bir daha ki sefere lütfen elini burnuma değil ağzıma koymaya çalış." Kahretsin şimdi birde kaçak saklayacaktım öyle mi? "Başka kulübeye saklansan olmaz mı? Mesela Hepaistos Kulübesine falan? Hem orada saklanıcak yerde fazladır. Bütün o metal ıvır zıvırların arasında eminim saklanmak kolay olur." Dediğim mantıklı idi. Ama ne yazık ki kulubenin önünde dolaşan Rosamarie buna pek elvermiyordu. İkimizde kukübede öylece dururken bir yandan onu süzüyordum. Sanırım Rose'un bahsettiği elbise şu anda Lucy'nin üzerindeki yanmış elbiseydi sanırım. Kim yanmış bir elbisenin peşine düşecek kadar aptal olurdu ki? Sonra neler olduğunu anlamaya başladım. Teorime göre elbise Rosamarie'nindi ve Lucy elbisesini alıp yakmıştı. Pekala. Bir kıza göre bu oldukça ciddi bir şeydi. Rose'a bir kez olsun katılıyordum. Onun yerinde olsam bende kovalardım sanırım. "Daha ne kadar burada kalmayı düşündüğünü sorabilir miyim?" Yapmayın bakmam gereken bir cehennem tazım var. Kulübemide tanımadığım birine emanet edecek değildim. O gitmeden bende Düşes'in yanına gidemezdim. | |
|
Lucianna Fackrell Athena'nın Çocuğu/Kulübe Lideri
Mesaj Sayısı : 4356 Kayıt tarihi : 22/08/10
| Konu: Geri: İki Dostun İronik Tanışması Perş. Eyl. 16, 2010 8:27 am | |
| "Daha ne kadar burada kalmayı düşündüğünü sorabilir miyim?"
Gözlerimi kısıp Hestia kızına baktım. Ağzımda çarpık bir gülümsemenin oluşmasına da engel olamadım. Bu kız gerçekten bugün karşılaştıklarım arasında beni en çok eğlendirecek -veya sinir edecek- kişiydi sanırım.
"Ne oldu, yerini mi daralttım?" dedim pişkin pişkin. Hani sanki çat kapı kulübesine gelip onu neredeyse boğmamışım gibi. Bana sinirli, şaşkın, biraz da telaşlı bakıyordu. Buradan çıktıktan sonra nereye gideceğini çok merak etmiştim. Sanırım, ne olursa olsun onu takip edecek ve kulübesine gelen yanık elbiseli kızdan -yani benden- daha önemli olan şeyi görecektim.
Aslında, düşüncelerini okumak daha kolay olabilirdi ama yeni tanıştığım kişiler hakkında, istediklerinden fazlasını bilmem, karşımdakinin benden köşe bucak kaçmasına sebep oluyordu. Eminim kimse size telepatlığın kolay olduğunu söylememiştir, gerçekten değil.
Hestia kızı konuşup konuşmamak, beni kulübeden dışarı atıp atmamak arasında gidip gelirken, ben de ısırdığı elime bakıyordum. Nedense ona sinirlenip bağırıp çağırmamıştım, sanırım bugün uysal bir günümdeydim. Hem... koşullar nasıl olursa olsun, şu anda beni kulübesinde ağırlıyordu, ne kadar isteksiz olsa da.
"Baksana." dedim, "Pek hoş bir karşılaşma olmadı ama, istediğin zaman bana gelebilirsin. Kampta yenisin sanırım." Sonra dediğimin tam olarak ne anlama geldiğini fark edip dudağımı ısırdım. Böyle sert ve ağırbaşlı bir kıza, bir çeşit dayılık teklif etmiştim. Umarsızca omuz silktim ve derin bir nefes aldım. Rose hala kulübelerin arasında dolanıyor olmalıydı. Ne var sanki babasının ona hediye ettiği yegane şeyi yakmışsam? Ucunda ölüm yok ya! En azından büyük ihtimalle yok, hani ölen kişi ben olmazsam...
Kederle Laudomia'ya döndüm. Konuşmaya ihtiyacım vardı ve o çok suskundu. Hayır yani bağırıp çağırsa, bana sert laflar söylese falan, bir şekilde zaman geçerdi. O sadece bir an önce gitmem için gözlerimin içine bakmaktaydı. Sırıttım ve ondan müsaade istemeden geçip bir koltuğa oturdum. Sehbanın üzerinde duran elmayı aldım ve yemeye başladım. Hala kapının önünde durmuş, öfkeyle beni süzmekteydi. | |
|