“Ilena, ne yapıyorsun sen orada?”
“Bu seni nereden ilgilendiriyor, anne?” Kıstığı ela gözleriyle annesini süzerken tavan arasında, karşısındaki hesap sorar gibi bekleyen kadına, on dört, belki de on beş yıldır yanında olduğunu düşündüğü tek kişiye, annesi Samantha Jenkins’e hala güvenebilir miydi, şöyle bir tartıverdi. Son zamanlarda olanlar Ilena’yı iyice bir sarsmıştı. Nasıl olur da annesi, babası hakkında bir kamyon dolusu yalanı böylece uydurup sıyrılabiliyordu işin içinden? Elinde tuttuğu sararmış kâğıda bakıp gözlerini kıstı, o kâğıttan daima nefret edecekti. “Kim bu adam? Çizimin altına tarih yazarak pek akıllılık etmemişsiniz doğrusu. Doksan dört yılında, ben doğmadan birkaç yıl önce, değil mi?” Annesinin yüzündeki o kızgın ifade kendi yerini aldığında, yüzündeki alaylı ifadeyle kâğıdı havaya sallayıp “Yakışıklı adammış. Tıpkı bana benziyor.” diye seslendi, annesinin keyfini daha da kaçırmak için.
Bir hafta önce, saf teyzesinin ağzından almıştı babasının yaşadığı haberini. Bu kadar zaman boyunca böyle bir konuyu nasıl araştırmamıştı, bilemiyordu. Babası kimdi, neyin nesiydi, nerede yaşıyordu, hiçbir fikri yoktu ama onu bulacaktı. Er ya da geç. Annesinin olduğu yerde durmaya saha fazla dayanamayıp, Ilena’nın elindeki çizimi çekivermesi ile genç kız kendine geldi.
“Resimdekinin kim olduğu seni ilgilendirmez. Artık aklını başına topla. Boş bir neden yüzünden okulunu asman gerçekten salakçaydı. Aptallık etmeyi kes Jenkins.”
Sinirli kadının kızın elindeki kâğıdı çekip, buruşturup bir kenara attıktan hemen sonra, koyu kahverengi gözleri her zamankinden daha fazla ışık saçıyordu artık. Siyah, düz saçlarının bir atkuyruğu ile bağlı olduğu noktaya odaklandı Ilena. Artık önündeki kadına inanmayacaktı. Güveni sarsılmıştı bir kere, kimseye inanmayacaktı. Karıştırdığı tahta, bazı yerleri çürümeye yüz tutmuş büyük sandığın içine soktuğu sağ eli geri çekildi, bronzdan, kullanışlı bir kılıcı da yanında götürerek. Annesinin telaşlı bakışlarına oranla ukala kızın bakışları alaylıydı, ama hüzünlüydü. “Şu kafasındaki tahtaların eksik olduğu kişilerin gittiği manyaklar okuluna mı? Bak burada ne varmış? Babam, bana güzel bir emanet bırakmış değil mi? Nasıl bu kadar acımasız olabildin anne? Hah, kocası öldükten sonra dul kalan Bayan Jenkins’in aklı bir karış havadaki, zihninde sorunları olan kızı Ilena’yım ben değil mi? Yunan Mitoloji’siyle özel bir ilgisi olup, ülkeden ülkeye kazılara giden, kızının babasının da bir Yunan tanrısı olduğunu saklayan arkeolog Samantha Jenkins’in...” Sulu, ela gözleriyle annesine karşı tükürür gibi, sivri ve sert bir dille konuşmuştu. Bayan Jenkins’in donup kalması üzerine, daha fazla dayanamadan hızla tavan arasından aşağıya indi, kapıya çıktı. Koşuyordu, ama nereye gittiğini bilmiyordu. Elindeki kılıcı insanlar nasıl göremiyordu, anlamıyordu ama tatmin olmuştu bu işe. Washington’un kirli caddelerinden kurtulup bir yerde soluklanmaya çalıştı. Bir plan kurması gerekiyor muydu? Ne yapacaktı şimdi? O eve geri dönmeyeceğini biliyordu bir tek. Peki ya babası? Yüreğinde vicdana azabı bırakacak bir şeyler söylemeliydi ona, değil mi? Hayır. Ne olursa olsun, o adamdan uzak duracaktı. Fazlasıyla dalgalı kumral saçlarının özenle toplandığı atkuyruğunu aceleyle açıp tokayı bir kenara fırlattı. Asla plan olmayacaktı. Gömleğinin üzerindeki okul armasını, kolyelerini, üzerindeki her türlü zenginlik yaratacak şeyi bir kenara fırlatıp yolun kenarına geçti, başparmağını hava doğru kaldırdı, birilerinin durması umuduyla. Çok geçmeden de eski püskü minik bir arabanın durduğunu görünce sırıtıp arabaya atladı.
“Merhaba, Ilena.”
“Seni tanıyor muyum?”
“Hayır. Ben seni tanıyorum. Melezlerin dünyasına hoş geldin. Şimdi bana New York tabelasının nerede olduğunu söyler misin?” Ilena, ela gözlerini kısıp, sakin bir edayla karşısındaki, kısacık kumral saçlarının düzleştirilmiş olduğunu fark ettiği kıza baktı. Burun yapısı sivri, gözleri ela, bakışları ise kızdırılmaması gereken kişilerin tarzındaydı.
“Üzgünüm. Sen neysen, ben de oyum, ama sağ taraftan gidilmesi gerektiğini biliyorum. Araba sürmeyi bildiğinden emin misin?”
“Hayır.”
“Peki, sana güvenmen için kim olduğunu bilmem gerek.”
Bronz tenli kızın derin bir nefes aldığını anlar anlamaz babasının adını duymaya hazırlandı, Ilena. Heyecan, böyle bir şey olsa gerekti. Eski püskü, hurdalık arabanın hırladığını fark edince kemerini takıp sıkı sıkı tutunmaya başladı. “Kısmen kardeşinim. Ares kızı, Veronica. Tam aradığım kişiliğe sahipsin, kardeşim. Seninle çok macera yaşayacağız. Ama önce, şu cici kız imajından kurtulmamız gerek.”
"Seve seve. Nereye gidiyoruz?"
"Öğreneceksin. Şuana kadar bir yaratıkla karşılaşmaman büyük şans."
"Yaratık mı?"
"Boşver." Güneş batarken, annesini orada öylece bırakmanın verdiği vicdan azabı göğsüne hücum etse de, devam edecekti artık. Başka çaresi yoktu. Babasını sevse de, sevmese de, onu kabullenip kabullenmese de onun meleziydi. Ait olduğu yer ise, hiç tanımadığı kız kardeşi nereye gidecek ise, orası olacaktı.
Çok kısa oldu, üzgünüm ama aklıma yazacak bir şeyler gelmedi.