‘’Baba bu kutu çok ağır yardım alabilir miyim lütfen?’’ hani on üç sayısına uyursuz derler ya bence hiçte değil on üç mart benim için, hayatım için yeni bir dönüm noktası olacak. İtalya’dan kalkıp Amerika’ya yerleşme kararı almıştık. Babam buradaki bir Üniversiteden teklif almıştı. Arkadaşlarımdan, evimden ve bir çok anıyı arkamda bıraksam da babamın artık gülebildiğine şahit olmak güzeldi. Annem beni doğururken ölmüştü bu yüzden onu hiç tanımadım. Bir tanecik resmi var onda da yüzü belli olmuyor. Babam ona çok benzediğimi söyler durur. Ondan bahsederken gözleri dolar ve yüzünde bir tebessüm oluşur.
‘’Geldim ve bak ne buldum az önceki kutuda’’ benim küçükken beraber uyuduğum ayımı gösteriyordu. ‘’Off baba bilmem farkında mısın ama ‘16’ yaşındayım.’’’’Peki hanım efendi bunu ne yapayım?’’ ‘’Off ver tamam’’ ayıcığıma babam görmeden sayrıldım. Öyle yumuşacıktı ki. Bana bende eksik olan güven duygusunu bahşetmişti. Yatağımın üzerine oturtup aşağı inmektense buradaki kolileri açmaya başladım. Tüm biblo, resim ve vazgeçilmez kitaplarımı yerleştirdikten sonra akşam yemeği için aşağı inip masaya oturdum. İtalya’da bayan tombul yanak (artık gerçek adını bile hatırlamıyorum) yemekleri yapardı, etrafa çeki düzen verirdi. Babam daha yeni bir yardımcı bulamadığından dolayı bu gece yemeği o yapacaktı. Aklıma Bayan tombul yanağın bazen gelmediği günler geldi ve o zaman babamın yaptığı yemekler…. ‘’Ee şey baba diyorum ki..’’ babam elinde bir tepsi ile geldi ağzıyla bir melodi yapıyordu sanki kral birazdan kırmızı halına yürüyecekmiş gibi bir hisse kapıldım. Babam masaya bir tepsi bıraktı. ‘’Tatammm’’ sonra bir kaşıkla tabağıma koydu. Karmaşık düşüncelerle önüme eğildim. Açıkçası içinde neler olduğunu düşünmek bile istemiyordum. ‘’Hadi yesene’’ babamı kırmak istemiyordum ama açıkçası ölmekte gelmiyordu içimden. İşte o anda kurtarıcım telefon çaldı. Hızla odama çıktım. Telefonu alıp açtım İtalya’dan arkadaşım arıyordu.
Bir saatte yakın konuştuk sonra aşağı indim. Babam bulaşıkları yıkıyordu. ‘’Özür dilerim’’ ‘’Önemli değil becca zaten fazla tuzlu, limonlu ve acı olmuş sen tuzu pek sevmezsin’’ gülümsedim ve yanağından öpüp kütüphaneye koştum iki dakika sonra elimde bir kitapla geri döndüm. Yere oturup (Evde daha koltuk yok ya)babam bulaşıkları yıkarken bende kitap okumaya koyuldum. Babam bir şey söyleyecekmiş gibi işaret parmağını kaldırdı. Unuttu herhalde geri dönüp bulaşıkları yıkamaya devam etti. Sonra tekrar hatırlayıp sevinç içinde bana döndü. ‘’Yarın akşam ‘Merhaba partisi’ yapıyoruz. Tüm komşuları yarın çağıracağım. Ve sen küçük hanım bana yardım edeceksin’’kitap okuma keyfimi bozmuştu babam kalabalığı partileri sevmezdim ki ben ama babam çok mutluydu hiç bu kadar mutlu olduğunu görmemiştim. Gerçi babam parti yapmak pek anlamazdı kimseyi kütüphaneye ve çalışma odasına sokmazdı. Kim bir heykele dokunacak olsa kıyameti koparırdı.
Gerçi bu parti gayet sakin geçiyordu. Herkesin elinde bir içecek bardağı birbirleri ile sohbet halin delerdi. Babam bir kadınla konuşuyordu. Uzun boylu zarif bir bayandı. Saçları dalgalı geliyordu ve uzun bir elbise giymişti oldukça mütevazıydı. Yanına gidecektim ama bir çocuk önümü kesti. ‘’Selam ben Marcus, iki ev sonranızda oturuyorum. Aslında aynı okula gideceğiz ve şey tanışalım diye düşünmüştüm ah şey kanepe?’’ elindeki tabağı uzatarak. Garip bir çocuktu ama telaşı ve hareketleri komik gelmişti. Gidip verandadaki kanepeye oturduk. Bir süre sonra ilk arkadaşımı edinmiş olduğumu fark ettim. Fakat Marcus’un ağzı durmuyordu. Ya konuşuyordu ya da tıkınmakla meşguldü. Sohbet konularının azaldığı yemeğin bittiği anda içeri gitti. Bende bu sırada arka bahçemizin ne kadar büyük olduğunu fark ettim. Merdivenlerden inip biraz ilerledim. Güzel bir bahçeydi. O sırada bağcığımın çözüldüğünü gördüm bağlamak için eğildim.
Becca için meyve suyu kendim içinde bir tabak dolusu kanepe almıştım. Dışarı çıkıp verandada Becca’yı göremeyince telaşlandım. Sonra bahçede dolandığını ve eğilip yerde bir şeylerle uğraştığını gördüm. Yanına gitmek için bir adım atmıştım ki. Yanımdan bir karartı geçti. Tabağı ve meyve suyunu kanepenin üzerine koydum. Tabi yumuşak zeminde bardak devrildi. Küfür etmeye başladım. Silmeye çalıştım ama faydasız o esnada bir çığlık durdum. Bahçeye baktım kimse yoktu. Becca? Onu korumalıydım görevim buydu. Pantolonumu çıkardım. Ve koşmaya başladım. O sırada ayağımdaki ayakkabıları fırlattım. Gördüğüm ilk ağaç nemfine nereye gittiklerini sordum.
Gözlerimi açtığımda saçlarım diken dikendi. Bir saniye ben tepe taklaktım. Ayaklarım ve ellerim bağlanmıştı. Baş aşağı bir ağaç dalından sallandırılıyordum. Etrafıma baktım. İki iri yarı insan yere oturmuş. Ateşi karıştırıyorlardı. Yarı çıplak sayılırlardı.‘’Ah sonunda melezimiz uyanmış. Onu indireyim mi beyin iyice kanlanmıştır.’’kafa salladı diğeri İşte o sıra onun tek bir tane gözü olduğunu gördüm. Tek göz… Mitlik bir kavramdı. ‘’Ama siz kiklopsunuz bu imkansız siz Tanrılara silah yaparsınız ve siz satir, melez gibi şeyleri yersiniz ama hem ben bir melez değilim ki’’ Daha az iri olan kiklop yanıma geldi ve o çarpık pis dişleri ile gülümsedi. Ayağımdaki ipleri kesti pat diye yere düştüm. Ellerim bağlıydı. Baş aşağı uzun süre kaldığımdan başım dönüyordu. Ve kan gitmeyen ayaklarımı da hissetmiyordum. Sürünerek kendimi oturttum. O sıra da kafama bir taş geldi geldiği yöne baktım. Marcus’tu bu yeni arkadaşım beni kurtarmaya mı gelmişti yani Yavaşça yanıma yaklaşıp arkada duran ellerimi kesmeye başladı. Sonra çok salakça bir şey yaptım ellerim açılınca boynuna yapışıp ses çıkardım. Kikloplar bize döndü. Gülümsediler ‘’ Ne güzel zaten bu çelimsiz melez bize yetmezdi. Satir iyi olur’’ Marcustan ayrıldığımda o kıllı bacaklarını ve toynaklarını gördüm.
Bayılmama ramak kalmıştı. Marc elime bir hançer koydu. [color =darkslateGray]‘’Bunu al ve birini öldür olmadı kaç ama ölme’’[/color] ‘’Sağ ol be’’ gülümsedi sonra yerden güzelce işlenmiş bir odunu aldı. Pürüzsüzdü ama sadece bir çıkıntısı vardı. Bronz gibi bir renkte bir koni yerleştirmişlerdi sanki. Marc iri olanla uğraşıyordu. Ben ise bana doğru koşan kikloba korkudan hançeri fırlattım. Acemi şansı işte hançer tamda göğüsüne saplandı. Toz oldu hançerimde havada kalmadı yere düştü. Olanlara anlam veremiyordum. Marc ise hala onla uğraşıyordu. Son olarak karnına sopanın sivri ucu ile vurdu o da az önce ki kiklop gibi toz oldu. ‘’Ba-na -her—şeyi a-çık—lamak –zorundası—n’’ korkudan nefes nefese kalmıştım. Kesik kesik konuşuyordum. Marc anlatmaya başladı nasıl Tanrıların hayatta olduğunu ve ..benim bir melez olduğumu.