Ne zamandır kendime zaman ayırmıyordum yada ayıramıyordum,bilmiyorum. Ama bu hafif rüzgarlı hava bunun için oldukça idealdi. Giydiğim gömleğin üzerine bir süveter geçirip bahçenin yolunu tutmaya başladım. Üstüme ceket almamıştım. Soğuğu özlemiştim, en karamsar zamanımda yanımda olan tek arkadaşımı. O serin saçlarında elimi dolaştıracaktım. Vücuduma sıkı sıkı sarılmasına izin verecektim. Bu düşünceler içimi kıpır kıpır ederken sadece koridorları arşınlıyordum. Hiç bir şey almamıştım yanıma. Üşürsem? Zaten onun için gitmiyor muydum? Ya cekete başkasının ihtiyacı olursa? Bu düşünce aklıma gelince soğuğa olan özlem kendini aşka bırakmıştı. Neredeydi acaba?
----
Banklardan birine oturduğumda esen rüzgar bütün düşüncelerimi önüne almış, götürmüştü. Vücudumu saran titremeye engel olamadım. Mükemmel bir haz veriyordu insana. Özlememek elde değildi.
Düşünceler zihnimi işgal ederken kendimi seyirci misali soyutlamıştım. Gelişmelere engel olamıyor, sadece izliyordum. Neler olmuştu bu dönem? Gerçek bir dönüm noktasıydı belki. Hiç olmadığı kadar karmaşıktı. Sadık bir sevgiliden duygusuz bir çapkına dönüşmüştüm. Kendimi bulmam neredeyse imkansızlaşmıştı, tâ ki onu görene kadar. Büyüleyici konuşması ve ateş gibi saçlarıyla ısıtıyordu içimi. Düşünmesi bile bu soğuk havanın gücünü kırıyordu. Belki beklenmedik bir olaydı, birine güven duymam ama güveniyordum. Eline'nin yaptıklarından sonra çok hasar almıştım. En yakınımda iken bana yalan söylemişti, belki kendine de yalan söylemişti. Onun sıcaklığını özlüyordum ama eskisi gibi asla iyi geçinemezdik.
Karmaşık bir diğer gelişmede; Jamie. Hiç beklenmedik bir anda olmuştu her şey. Ama apayrıydı o. Dokunmaya cesaret edemiyordum ama neden? Ben... Joseph Rogers bir kıza dokunmaktan çekiniyordu. Kıpır kıpır oluyordum ona bakınca. Belki gerçekten buydu aşk. Daha önce hiç hissetmediğin bir şey... Onu farklı kılıyordu.
Yarı düşünceli gözlerimdeki beyaz perde gördüğüm yüz ile parçalandı. Hayatıma anlam katan mükemmel yüz. Beni kendim yapan, bana doğru geliyordu. Yüzünde neşeli bir gülümseme vardı, her zaman ki gibi. Kahkülünün arkasında ki saçlar arkada toplanmıştı ve yüzünü ortaya çıkarttığı halde saçları hala özgürce dans edebiliyordu. Onu görünce yüzüme masum bir gülümsemenin oturmasına izin verdim. Onu düşünceli karşılamak mı? Asla.
Bir kuğu misali süzülerek yanıma geldi. Narin hareketlerle yanıma oturdu ve başını omzuma koydu. Harika bir şeydi. Kendimi acemi bir oğlan gibi hissetmiştim, sanki omzuma başını koyan ilk kızdı. Sessizlik uzuyordu ama bu karamsarlık içermiyordu. Çok değişik bir ortam vardı, rüzgardandı belki. Rüzgarla birlikte saçları uçuşuyor, kokusunu bana ulaştırıyordu. Onun o güzel kokusunu içime dolduruyordum. Rüzgar şiddetini arttırmıştı. Birden bana iyice yaklaşmaya başladı, üşüyordu. Ceketimi alsaydım keşke. Soğuk beni etkilemese de onu etkilemişti. Önümde bağlı olan ellerimi bozarak birini aldı ve tuttu. Bende diğer kolumla ona sarıldım. Bu duvarı aşmalısın. Onun vücudunu benimkine yakınlaştırdım. Vücuduma yaklaşınca göğsümü süzdü ve kafasını kaldırıp gözlerimin içine baktı. Şirin bir kıkırdamadan sonra sessizliği bozdu. "Neden üstüne bir şey almadın ki? Donacaksın." O bu tonda konuşurken benim üşümem mümkün müydü? "Soğuğa karşı bir zaafım var. Etkilemiyor beni." Dalga geçer gibi bir gülümseme attı. Ve omzuma yaslandı. "Anlaşılan sen çok seviyorsun soğuğu?" Sırıtarak sormuştum soruyu. Cevabı belliydi çünkü. "Sever bir halim mi var?" Küçük bir kahkaha attı. İçeriye gitmemiz daha iyi olurdu her halde. Hasta olsa suçluluk hissederdim, benim yüzümden dışarıda durdu. "İçeriye girelim istersen?" Aniden omzuma baskı uygulamaya başladı. Gitmek istemiyordu anlaşılan. Bu anı kim bozmak ister ki?
Kaslarının gevşediğini hissedebiliyordum. Isınıyordu demek ki. "Çabuk söyle bakayım..!" Ne oluyordu? Kafasını kaldırıp gözlerimin içine, en derine, bakmaya başladı. Munzur bir ifade vardı yüzünde. Sor, sor, sor. "Beni mi daha çok seviyorsun, soğuğu mu?" Ne karmaşık bir soruydu böyle? Şaka maksatlı sormuştu ama beni kasmaya yetmişti. Çok farklı şeylerdi ikisi. Ondan böyle şakalı sorular beklemiyor değildim hani. "Soru mu buda?" Onun kadar munzur başlamıştım cümleme. Büyük bir kahkaha ile süsledim. "Şöyle bir düşünecek olursak..." Sinirli bir şekilde yüzüme baktı. Bu hali bile çekici olabiliyordu. "Şakaydı. Rüzgarın senin yanında lafı bile olmaz." Alnı ile saçları birleştiği noktaya bir nefeslik bir öpücük kondurdum. Elimi avucunun içine iyice yerleştirdi. Sımsıkı tutuyordu.
Hala üşüdüğümü düşünüyordu. Haksız sayılmazdı ama buz tutacak kadar değil. Bahçeyi izledikçe soğuğu unutuyordum. Gelen geçen herkes bakıyordu neredeyse. Herkesin görmeye alışkın olduğu çiftlerden değildik belki, Gryffindor-Hufflepuff. Kimin umurunda ki? Bu düşünce ile omzumda bulunan sıcaklığını hissettim. İçimi ısıtıyordu zaten üşümem mümkün mü? Rüzgar esmeye devam ediyordu. Bir rüzgar ile içimden gelen titremeye engel oldum. Esen rüzgarla saçlarımın dağıldığını hissedebiliyordum. Eski halinden daha kısa olduğu için dert etmiyordum. Kafasını kaldırıp bana baktı. Yaramaz bir çocuk edasıyla güldü ve omzuma tekrar yaslandı. Bende gülümsedim. Kesinlikle görmüştür... Bu döngü bir kaç kez tekrarlandı ama sıkılmaya başlamıştım. Sessizlik...
Bir şarkı ritmi tutturduğunu farkettim. Topuğunu yavaş yavaş yere vuruyordu. Ritim tanıdık gelmiyordu. Sonra durdu, kafasını kaldırdı, elini belime doladı. Gözlerimin içine bakmaya başladı. Ürpermiştim, ama titrersem yanlış anlardı. "Çelikten olsak daha dayanıklı olurduk. Mantıken ama..." Dediğini anlayamamıştım. Yüzüme şaşkın bir ifade yerleştirerek yüzüne baktım. Yüzüme mükemmel bir gülüş fırlattıktan sonra omzuma tekrar yattı.
"We'd be so less fragile,
If we're made from metal.
And our hearts from iron,
and our minds from steel.
If we built an armor for our tender bodies,
Could we love each other.
Would we Strive to feel?"
O ipeksi sesiyle söylemeye başladı şarkıyı. Büyü yapıyordu sanki. Göğsüme yakın bir yere yaslandığı için yüzünü görmüyordum ama sesi düşünceliydi. Özellikle mi yapıyordu acaba bu ses tonunu? Kafamı saçlarına yasladım. Kızıl saçları boynumun her yerini dolaşmaya başladı. Gıdıklıyordu ama umursamadım. Şarkıyı hatırlamaya başladım ve sessiz bir şekilde ona eşlik ettim. Sadece dudaklarım kıpırdıyordu denebilir. Duraksadı ve sarsılmaya başladı. Gülüyordu.
"And You want Three Wishes
One to fly the heavens
One to Swim Like fishes
And then
One your saving for a Rainy Day"
Nakaratı yarım bırakmıştı. Hemde en anlamlı sözde. Ritimden tamamen yoksun bir sesle devamını getirdim. "If your Lover ever takes her Love away." Birden kafasını kaldırdı. Hızlı kaldırmıştı kafasını, başımı arkaya doğru savurdum. Şaşırmıştı. Ne yani şarkı söyleyemez miyim? Yüzü yüzüme çok yakındı. Gözlerinde, onun gözlerinde görmediğim farklı bir ifade vardı. Daha dikkatli baktığımda bu bakış bana çok tanıdık geliyordu. Cezbedici. Bana yaklaşmaya devam ediyordu.