O sabah uyandığımda kan ter içindeydim. Yine o klasik melez rüyalarından birini görmüştüm. Bütün ailem Mısır'daydı. Annem, babam, Ange; temizlikçi Hanna bile. Aşçısından, bahçıvanına; bütün Morgan köşkünün mensupları oradalardı. Bir süre sonra biyolojik annem Nike ve Ange'nin biyolojik babası Apollon da oraya gelmişti. Tam piramitlerin önünde, Nike ve Apollon konuşurken annem ve babam onları görmüşler ve kaçmaya başlamışlardı. O sırada Nike ve Apollon onları yakalamışlardı. Ben de kendi çapımda bağırıyordum ama sesim çıkmıyordu. Ölümlü deyimiyle tam bir karabasan görmüştüm. Kendi kendime uyanmıştım, ama terler içindeydim. Daha önce o kadar spor yapmıştım, o kadar maratonlara katılmıştım ama bu kadar yorulduğumu hatırlamıyordum, hem de olduğum yerde; sadece bağırarak yapmıştım bu işi. Hemen yatağımdan fırladım ve aynaya baktım. Saçlarımı elledim, ıpıslaktı. Herhalde bende yeni sorunlar başlıyor diye düşünmeden edemedim, çünkü gerçekten çok fazla terlemiştim. Hemen banyoya doğru ilerlemeye başladım, soğuk bir duş bu rüyanın üzerine iyi gidecekti. Koridorda ilerlerken Yali'yle karşılaştım; benim solgunluğumu, bu kadar tere rağmen yine de yorgunluğumu fark etmiş olacak ki durdurdu beni. "Ne oldu sana böyle?" diye sorduğunda yere oturdum. Yali'nin gözleri büyümüştü, acaba bir yerlerimden kan falan mı fışkırıyordu? Bu rüya hayra alamet değildi. Yali'ye baktım, yorgunlukla. "Ben Kahire'ye gideceğim." dedim. Yali tek kaşını kaldırdı ve bir süreliğine içeri gitti. Yanında Lexi'yle beraber geri döndüğünde ikisi de bana endişeli bir şekilde bakıyorlardı. "O kadar mı kötüyüm?" diye sordum şaşkın bir şekilde. Lexi elini uzattı, beni yerden kaldırdı. "Hiçbir yere gitmiyorsun. Bu su ne böyle? Ne yaptın sen kendine?" İkisine döndüm ve başımı yere eğdim. "Nektar veya ambrosia bulur musunuz bana?" diye sordum ama olumsuz yanıt alınca hızla yerden kalktım. "Artemis ve Athena'dan izin alın. Bugün avlanamayacağım ve kamptan acilen ayrılmam gerek. Lütfen." dedim ve kulübeden fırladığım gibi dışarı çıktım. İçimde hiç olmadığı kadar kötü bir his vardı. Ne yapacağımı bilmiyordum, koştum ve koştum. Koşarken Yon'a çarptım, hemen elinden tutup ayağa kaldırdım. "Beni unutma." dedim ve koşmaya devam ettim. Arkama bakamadım, tepkisini ölçemedim. Bir rüya, hayatımı elimden alabilecek kadar güçlü bir rüya mıydı bu? Bilmiyordum işte. Koştum ve sonunda Thalia'nın Ağacı'na geldim. Plüton'u çağırdım. Bir süre sonra sarı yeleleri uçuşarak yanıma geldi. Kulağına fısıldadım. "Kahire'ye gidiyoruz oğlum, haydi hızlı." Ardından kamptan uzaklaşırken, kampı izledim. Belki de son görüşümdü bu kampı. Ben ölmüyordum belki ama etkisiz oluyordum rüyamda. Ayrıca anne ve babama kimse sataşamazdı. Nike da, Apollon da. Kahire'ye gidecektim, Keops Piramiti'nin orada onları bekleyecektim. Çünkü melezlerin rüyaları atmaca değildir, şansa değildir. Hepsi belli bir şeye işaret eder. Ve bana da işaret edilen bir şey vardı ortada. Kahire, belki de görüp görebileceği en büyük felakete hazırlanmalıydı. Eğer; annem ve babam ile biyolojikler oradalarsa görecekleri çok şey vardı. Bütün sinirimi onların üzerlerine boşaltabilirdim. Buna hazırdım. Yaklaşık yedi aydır hazır olduğum gibi...