Olimpos Rpg Percy Jackson ve Olimposlular ile Olimpos Kahramanları serilerinden esinlenilerek oluşturulmuş, zirvedeki rpg forum sitesi. |
|
| Bıçak Sırtı | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
Hermes Tanrı
Mesaj Sayısı : 78 Kayıt tarihi : 01/03/11
| Konu: Bıçak Sırtı Cuma Mart 11, 2011 1:15 pm | |
| Empire State Binası’nın teras katında şehre bakıyordum. Ne kadar da güzel görünüyordu. İnsanlar günlük hayatın telaşı içinde koşuşturup duruyorlardı. Bu şehri gerçekten çok seviyordum, yeryüzü ne kadar da eşsiz bir yerdi. Birden aklıma amcam Hades geldi. Onun durumuna üzüldüğümü tüm tanrılar bilirdi. Onu yeğenleri arasında en çok seven bendim. Ayrıca ölülerin ruhlarını da devamlı yeraltına götürdüğüm için amcamın ülkesini görmeye alıştım, iğrenç bir yerdi. Gerçekten de babam ona haksızlık yapmıştı. Bunu bir sefer babama söylemiştim, o kadar öfkelenmişti ki beni dünyanın çevresinde dokuz tur kovaladı. Ama yakalayamadı tabi ki. Benden kat be kat güçlü olabilirdi fakat ben tanrılar içinde en hızlısıydım. Zeus bile beni yakalayamazdı. Arkamdan tüm gücüyle “Sana bu gücü ben verdim ve seni elime geçirdiğimde geri alacağım!” diye bağırmıştı. Sesi o kadar fazla çıkmıştı ki, o gün akşama kadar dünyanın çeşitli yerlerinden depremler oldu. Tabi ertesi gün öfkesi geçmiş ve beni affetmişti. Amcam da bu cesaretime ödül olarak elimdeki asaya güç katması için Tartarus’un ateşinden bir avuç verdi ve asam o gün çok daha güçlü bir silaha dönüştü.
Fakat şimdi hayranlıkla izlediğim bu güzel dünya tehlikedeydi. Olimpos tehlikedeydi. Titanların varlığı bir kez daha, yavaştan da olsa kendini göstermeye başlamıştı. Bu yüzden melezlerden birine bir görev verecektim. Othrys Dağı’nı benim için gözetleyecek birine ihtiyacım vardı. Oraya gidip bilgi toplayacak gözü kara birine… Bu görev için Apollon’un oğlu Rocce bana çok mantıklı bir seçimmiş gibi geliyordu. Ona bir haber gönderip buraya gelmesini istedim. Geldiğinde teklifimi ona sunacaktım. Kabul edeceğini düşünüyordum açıkçası. Rocce çok cesur bir çocuktu ve beni de severdi. O güvenebileceğim biriydi, gerçekten güvenebileceğim birisi.
Rocce nedense gecikmişti. Normalde hiç bu kadar geç kalmazdı. O esnada –nedense- aklıma birden bire “O” geldi. Nemesis… Görüntüsü fotoğraf makinesinin flaşı gibi beynimde çaktı. Ne kadar olmuştu O’nu görmeyeli. Yüzyıl mı? İki yüz mü? Belki de daha fazla. Nemesis… Uğruna cezalar aldığım, hayatımı kaç kez tehlikeye attığım tanrıçam, Nemesis… Belki bu görevden sonra Rocce’u bir kez de O’nun için görevlendirebilirdim. Gerçi Dionysos bu işten hiç hoşlanmazdı. Nemesis için ne zaman bir atağa kalkmaya çalışsam beni durdurur ve uyarırdı. Kardeşlerim içinde beni en çok seven Dionysos’tu. Ben de en çok onu severdim. Biz onunla birbirimize diğerlerinden daha yakındık. Çünkü bizim annemiz bir tanrı değildi. Bu nedenle diğerlerinden farklıydık. Bu fark Dionysos’la beni birbirimize daha çok yaklaştırmıştı. Gerçi sık sık kavga eder, fikir ayrılıklarına düşerdik. Dışarıdan bakanlar bizi düşman bile sanabilirdi. Ama durum aslında öyle değildi.
İçimi çekip şehri izlemeye, aklımdaki düşüncelerle boğuşmaya devam ettim… | |
| | | Marcus L. Stanislaus Zeus'un Çocuğu/Kulübe Lideri/Canavarlara Karşı Korunma Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 2117 Kayıt tarihi : 07/02/11
| Konu: Geri: Bıçak Sırtı C.tesi Mart 12, 2011 7:54 am | |
| Sıradan bir günün felakete dönüşmesine alışıktım zaten. Sabah kalktığımda gözlerimi hemen açamamıştım. Ama hemen yanımdan bir ses geliyordu. Israrcı ve merak uyandırıcı bir ses... Gözlerimi açtığımda hemen önümde birşeyler parlıyordu. Görüntülere anlam vermemiştim fakat gözlerimi ovuşturduğumda bir anda yerimden sıçradım. Karşımda bir adam duruyordu. Ben olaylara anlam veremiyordum fakat karşımdaki adam konuşmaya başladı. "Sakin ol Rocce. Bu bir İris mesajı. Ve sen de benim kim olduğumu tahmin ediyorsundur artık." dedi. Evet , gerçekten de bu adamı tanıyordum. "Tanrı Hermes , yatağımın yanında ne işiniz var ?" dediğimde Hermes güldü. Ama gülümseme anında soldu. O an ciddi bir şeylerin olduğunu anlayıp yataktan doğruldum. Hermes tekrar konuşmaya başladı. "Senin için bir görevim var Rocce. Senin macerayı sevdiğini ve cesur olduğunu biliyoruz. Aslında bu senin için bile çok tehlikeli. Görevden sağ dönme şansın çok az. Sana detayları vermemi ister misin , yoksa hemen kaçacak mısın ? " dedi. Sabahın köründe bu da neydi böyle ? Bir tanrı yatağımın dibinde belirip bana bir görev teklif ediyordu. Bu görevden sağ dönme şansım da çok azdı. Bir an duraksayıp "Sizi dinliyorum tanrı Hermes." dedim. Hermes'in gözlerinde acı , özlem , umut ve belki de hiç yaşamadığım onlarca his vardı. Hermes tam konuşacaktı ki "Lütfen görüşmeye devam etmek için bir drahmi daha atınız." diye bir ses geldi. Hermes antik yunanca bir küfür savurup bir drahmi daha attı. "Bak Rocce ; Kronos'un ordusu Othrys dağında harekete geçti. Bunun anlamını biliyorsundur herhalde. Çok büyük bir ordu Olimpos'a saldırmayı planlıyor. Bu ordunun büyüklüğüyle ve başında kimlerin olduğuyla ilgili bana bir rapor vereceksin. Senden Othrys Dağı'nı gözetlemeni istiyorum." dedi. Heyecanlanmıştım. Herkese verilmezdi böyle görevler. "Peki tanrı Hermes fakat neden ben ? Ve de madem bu sadece bir gözetleme görevi , neden sağ dönme ihtimalim çok az ? Ben ölürsem siz bilgiyi nasıl alacaksınız ? " dedim. Bir sürü soru sormuştum ama bunları bilmem gerekiyordu. Hermes bana acı bir bakış attıktan sonra "Gerekli şeyleri öğrendikten sonra bize hemen bir İris mesajı göndereceksin. Sana yardım etmeye çalışacağız Rocce ama imkanlarımız çok kısıtlı. Bu görevi sadece sen ve ben biliyoruz. Zeus'tan yardım isteyemem. Eğer seni kurtarmak için oraya gelirsem Kronos ikimizi de paramparça eder. O artık çok güçlü." dedi. Görevi kabul edecektim. "Tamam tanrı Hermes , nereye gelmem lazım ?" dediğimde Hermes'in gözleri parladı. "İlk önce Olimpos'a geleceksin Rocce , elini çabuk tut." dedi. Başka bir şey söyleyemedim ve İris mesajı kayboldu. Artık Manhattan'a kadar gitmeli ve Hermes ile görüşmeliydim.
Çantamı hazırlayıp içine biraz ambrosia ve nektar koydum. Ne tesadüf ki (!) bütün kardeşlerim okçuluk dersindeydiler. Bunları tanrı Hermes'in ayarladığını biliyordum. Pegasus ahırlarına gidip Lura'yı aldım. Yine ne tesadüf ki (!) kimseye yakalanmadan havalandım. Çok uzun sayılmayan bir süre sonra Manhattan'a indim. Lura'nın başını okşayıp "Haydi git kızım. Eğer hayatta kalabilirsem sana bir avuç küp şeker vereceğim." dedim. Lura havalanırken ben de Empire State binasına girdim. Resepsiyonda duran adama hiç 600. kata çıkacağımı söylemeden "Tanrı Hermes adına bir görevdeyim dostum. Tartarus'un dibine inmek istemiyorsan 600. kat lütfen ! " dedim. Adam biraz şaşırmıştı ama kapıyı açtı. Olimpos'a çıktığımda nefesim kesildi. Manzara muhteşemdi ve DEHB'li bir melez bile saatlerce bakabilirdi o manzaraya. Ama bir görevim vardı ve kararlı olmam gerekiyordu. Olimpos sokaklarını (!) geçerken teras katına gelmiştim. Teras dediğime bakmayın çünkü gerçekten çok büyüktü. Orada sarı saçlı bir adam gözüme çarptı. "Hermes" diye düşündüm. Yanına varana kadar beni görmedi. En azından ben öyle sanıyordum. Karşısında eğilip "Tanrı Hermes..." dedim ve ayağa kalktım. Hermes bana bakıp bir el işaretiyle onu takip etmemi söyledi. Şimdi karşımızda bir masa vardı ve birkaç yer işaretlenmişti. "Burası Olimpos ve işte şurada da Othrys dağı var. Seni Othrys'e ışınlayamam çünkü anında anlarlar. O yüzden oraya pegasusunla gideceksin. Bir pegasusun var değil mi ?" dedi Hermes. Evet manasında başımı sallayınca konuşmaya devam etti. "Yol pegasus ile gidersen tam bir gün sürüyor. Sana bol şanslar Rocce , ihtiyacın olacak. Sana doğrudan bir yardımda bulunamam ama her zaman yardımcı olmaya çalışacağım." dedi. Biraz gururlanmıştım , biraz da korkuyordum. Ama arkamdan bir ses "Peki kardeşim , böylesine önemli bir görevi yalnızca bir meleze mi vereceksin ?" dedi. Bu adamı tanıyordum. Bu Dionysos'tu ! | |
| | | Richard Jaden Russell Herakles Savaşçısı/Kulübe Lideri
Mesaj Sayısı : 268 Kayıt tarihi : 16/02/11
| Konu: Geri: Bıçak Sırtı Paz Mart 13, 2011 1:21 am | |
| Zeus aşkına ! Bu Hermes gerçekten çıldırmıştı ! Sabahtan beri onu takip ediyordum ve bunu anlamamıştı bile. Bunu ona her ne kadar fazla söylemesem de en iyi kardeşimdi. Onun için endişelenmiştim. Tabii eğer bunu Hermes'e söylerseniz sizi üzüme çeviririm ! Hermes bir İris mesajı yaratıp kamptan bir çocuğa haber göndermişti. Ne konuştuklarını duyamadım fakat Hermes'in yüz ifadesinden ne kadar büyük bir olay olduğunu anlayabiliyordum. Bir süre konuştuktan sonra İris mesajı kayboldu ve Hermes'in gözleri yine uzağa daldı. Onun yanına gitmek istiyordum fakat önce şu işin aslını öğrenmeliydim. Eh , tanrı olmak böyle bir şey aslında. Her şeyi bilmek istersiniz. Hermes o kadar dalgındı ki bir an nefes almayı unuttuğunu düşündüm. Empire State binasının teras katından aşağıya bakıyordu. Benim nefret ettiğim melezleri seven kardeşim Hermes bir meleze görev vermişti. İçimden "Banane ki , zaten melezlerden nefret ediyorum. " demek geliyordu ; fakat söyleyemiyordum işte. Melezlerden ne kadar nefret etsem de kaderlerimiz beraber örülmüştü. Çoğu zaman hayatlarını berbat hale getirmeye çalışırdım. Ama bazen de yardım ederdim. Kardeşim Hermes'i uzaktan gözetlemeye devam ediyordum.
Sonunda melez çocuk gelmişti. Aslında bu çocuğu gözüm bir yerlerden ısırıyordu. Yine de tanıyamamıştım. Zaten tanısam bile ismini doğru söylemeyecektim. Çocuk hayran hayran Olimpos'a bakarken Hermes ile karşılaştı. Hermes ona el işaretiyle onunla gelmesini söylediğinde ben de harekete geçtim. Hermes bir harita açıp "Burası Olimpos ve işte şurada da Othrys dağı var. Seni Othrys'e ışınlayamam çünkü anında anlarlar. O yüzden oraya pegasusunla gideceksin. Bir pegasusun var değil mi ? Yol pegasus ile gidersen tam bir gün sürüyor. Sana bol şanslar Rocce , ihtiyacın olacak. Sana doğrudan bir yardımda bulunamam ama her zaman yardımcı olmaya çalışacağım. dedi. Othrys dağı ha ! Bu Hermes gerçekten de çıldırmış olmalıydı ! Rocce isimli bir melez Othrys'i gözetlemeye gidecekti ha ! Bu gerçekten çok saçma bir işti. Arkalarından yaklaşıp "Peki kardeşim , böylesine önemli bir görevi yalnızca bir meleze mi vereceksin ?" dedim. Rocce denilen çocuk şaşkın şaşkın bana bakıyordu. O an hiçte görevi bitirebilecekmiş gibi görünmüyordu. Bu zor bir görevdi. Othrys dağına gitmek... Tanrılar için bile zor bir görev olabilirdi bu. Hermes bana zoraki bir ifadeyle gülümseyip "Ne kadarını duydun kardeşim ?" dediğinde "Gerekli olduğu kadarını.. Şimdi sen söyle melez , kimsin sen ?" dedim. Melez çocuk şaşkınlığını üzerinden atıp önümde eğilip selam verdi. Sonra doğrulup "Rocce Rexbround efendim , Apollon'un oğluyum." dedi. Çocuğa ters bir bakış attıktan sonra "Pekala melez , bu görevi tek başına gidebilecek kadar cesur musun peki ?" dedim. Çocuk susup kaldı. Fakat onun imdadına yetişen Hermes "Dionysos , çocuk görevi kabul etti. Gitmesi gerekiyor. Yoksa Kronos'un ordusu büyük bir güçle Olimpos'a saldıracak ve biz de hazırlıksız yakalanacağız !" dediğinde gözlerimin içi mor bir parıltıyla yanmaya başladı. "Sakın bana bir melezi savunma kardeşim ! O böyle bir görev için çok acemi ! Othrys'e bizim de gitmemiz gerekiyor.". Kardeşim çok şaşırmıştı. "Dionysos sen ... sen bir meleze yardım etmek mi istiyorsun yani ?"."Evet kardeşim, eğer söz konusu olan tahtlarımızsa birazcık yardımdan bir şey olmaz." dedim. Hermes "Olmaz Dionysos. Kronos çok güçlü. Zeus'un bile haberi yok bu görevden. Çocukla gidemeyiz. " dedi. "Hermes , hani melezleri sevip , yardım eden sendin ? Melezlerden mi vazgeçtin , yoksa bir tanrı korkuyor mu ?" dediğimde Hermes'in gözleri alev aldı. "Hırsızlar ve gezginler aşkına ! Tabii ki korkmuyorum ! Sadece ... oraya gitmemiz doğru olmaz. Çocuk vazgeçilebilir Dionysos...Ama bir tanrı... İşte bu olmaz." dedi ve dönüp Rocce'ye baktı. "Sorun değil , ben ölüymüşüm gibi devam edin." dedi çocuk. "Doğru olan bu kardeşim. Bunu sen de biliyorsun." dedim. Hermes'in ikna olmayacağını sanıyordum fakat bana bir bakış atıp "Tamam o zaman , yola çıkıyoruz. Madem iki tanrı ve bir melez orada olacak , ışınlanarak gidebiliriz. Nasılsa bizi farkederler." dedi. Aklıma çok iyi bir fikir gelmişti. Kampa yeni gelen "Allen" isminde bir çocuk olduğunu biliyordum. Nyks'in çocuğuydu Alllen. Onun casus olduğunu düşünüyordum. Hiçbir zaman çok konuşmazdı ve gizemliydi. Üzümler ve şaraplar aşkına ! Nyks'in çocuğu olması bile bende böyle bir his yaratıyordu. Allen denen o çocuk Kronos'a çalışıyor olabilirdi. Onu da yanımıza almalıydık. Eğer casussa orada belli olurdu ve onu anında Tartarus'un dibine yollardık. Hermes'e dönüp "Hermes , kampta Allen isminde bir çocuk var. Casus olduğundan şüpheleniyorum. Onu da yanımıza almalıyız. Eğer casussa orada belli olur ve onu Tartarus'a yollarız. Eğer casussa ve hala kampta geziyorsa çok kötü şeyler olabilir kardeşim. Bunu sen de biliyorsun." dedim. Hermes bana bakıp "Tamam o zaman. Allen'a bir İris mesajı gönderin." dedi. İki tanrı ve iki melez Othrys'e gidecekti. Görülmemiş bir şey olacaktı bu. Hiç görülmemiş bir şey. | |
| | | Allen Jacques Harth Nyks'in Çocuğu/Doğa Bilimleri Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 432 Kayıt tarihi : 21/02/11
| Konu: Geri: Bıçak Sırtı Ptsi Mart 14, 2011 12:31 pm | |
| Bir insan ne kadar dayanıklı olursa olsun, melez kampı gibi bir yerde aldığı ilk dersten sonra kendini pelte gibi hissedebilirdi. Ok atmaktan hiçbir şey anlamadığımı ve ne kadar nefret ettiğimi bir kere daha hatırlatmam gerekmezdi aslında kendime. 'Bir daha o derslikten içeri adımımı atmam.' diye kendi kendime söz verdim emin bir tavırla. Hedefimi şaşırıp attığım ok yanlışlıkla eğitmenin koluna saplandığında, çocuk beni sonunda kovmaya karar verdiği için fazlasıyla rahatlamıştım. Tabii hedef yerine Apollon'un şımarık çocuklarından birini vurduğum için pişmanlık duyacak değildim - kulübeye gelene kadar kendime engel olamamış, uzun uzun gülmüştüm. Kendimi beğenmiş bir gülümsemeyle tam yatağımın üzerine atılacaktım ki, birden içimde beliren bir his, olduğum yerde donup kalmamı sağladı. Sanki bir şey beni çağırıyor gibiydi. Nedeninden tam olarak emin olamasam da, yine de kulübeden çıktım ve arkaya dolandım. Kulübenin arkasında, gerektiğinde bahçeyi temizlememiz için genelde ucuna bir hortum bağlı olan bir su musluğu vardı, ancak şimdi hortum çıkmıştı ve musluktan akan su, yerde bir çamur birikintisi oluşturmaya başlamıştı. Ama dikkatimi çeken bu değildi. Genelde bizim kulübemize yanaşmayan güneş ışıkları cılız bir şekilde suya vurmuş, pek güçlü olmasa da bir gökkuşağı oluşturmuştu. Yüzümü buruşturarak biraz daha ilerlediğimde, gökkuşağının içinden etrafa bakınan tanıdık bir yüz görünce geriye sıçradım. 'Neler oluyor be?' Yüz, sesimi duyunca bana doğru döndü ve iyice şaşırarak, bunun Apollon kulübesindeki arkadaşım Rocce olduğunu gördüm. 'Allen! Biz de tam sana bakıyorduk.' Bir kaşım hafifçe havaya kalktı bu laf üzerine. 'Biz derken...' 'Tanrı Hermes konuşacak seninle. Bir dakika.' Rocce yan tarafa geçip gözden kaybolduğunda, kısa bir süreliğine arkasındaki manzarayı gördüm. Daha önce sadece bir kere gitmiştim gerçi ama, o Olimpos'taymış gibi bir his belirmişti içimde. Sonra görüşüme başka bir yüz girdi, sarışın, yakışıklı bir genç adam. 'Allen, merhaba. Ben Tanrı Hermes.' dedi resmi bir tonla. Ah, buna inanmak zordu işte. Karşımda duran herifin uzaktan yakından alakası yoktu tanrılarla. Bu kadar sıradan ve genç görünmeleri bir nedenden dolayı doğal gelmiyordu bana. Hermes sanki bir şey dememi bekliyor gibiydi. Kısaca, aynı resmi tonla selamladım onu. 'Bir an önce gerçekleştirilmesini istediğim bir görev var.' dedi ve kısa bir süreliğine durakladı hırsızların tanrısı. Hiçbir şey demeden sakince kollarımı kavuşturdum ve devam etmesini bekledim. 'Titan tanrısı Kronos'un ordusu, Othyrs dağında yeniden toplanmaya başladı. Eskisinden çok daha güçlü olarak üstelik. Benim için ordunun büyüklüğünü ve komutanlarını gözetleyecek ve bana bildirecek melezlere ihtiyacım var.' Kaşlarım biraz birbirine yaklaştı. Ne yani, yüce tanrılar böyle bir işi kendi başlarına halledemiyorlar mıydı? Melezlere verilebilecek kadar basit bir görev olsaydı, Tanrılar için çocuk oyuncağı olmalıydı. Ayrıca... 'Göreve katılmamı mı istiyorsunuz?' diye sordum buna inanamıyormuş gibi. 'Neden ben?' Kimseyle konuşmayan, kaba ve geçimsiz bir melez nasıl olup da bir tanrının dikkatini çekebilirdi ki onu bir görev için özel olarak istesin? Bunun arkasında farklı bir neden olduğunu düşünmeye başlamıştım, ama ne olabileceği konusunda hiçbir fikrim yoktu. Hermes'in bir kez daha, kısa süreliğine de olsa susması, düşüncelerimi neredeyse kanıtlar nitelikteydi. Neredeyse. 'Bize seni Rocce önerdi. Dövüş konusundaki yeteneklerini biliyor. Görev için ideal olacağını düşündük.' Üç yıllık liderlik deneyimim, Hermes'in gerçeklerin hepsini anlatmadığını söylüyordu bana. Ama her an kopacakmış gibi görünen bir bağlantıda bunu sormak istemedim. Belki sonra... 'Kabul edersen biz Olympos'ta seni bekliyoruz. Yalnız kararını bir an önce vermen gerekiyor.' Hiç baskı yoktu. İç geçirdim ve kısa bir anlığına, bütün bit yeniklerine rağmen bu görevi kabul edip edemeyeceğimi düşündüm. Bu sırada gökkuşağındaki görüntü gitgide zayıflıyordu. Kendi içimdeki hesaplaşma nihayet bittiğinde, döndüm ve tam bağlantı kapanacakken, 'Kabul ediyorum.' dedim.
Gökkuşağı kaybolduktan sonra beni duyup duymadıklarını merak ederek zaman harcamadım. Bir koşu, Onyx'i almak için pegasus ahırlarına gittim. Olimpos'a hızlı gitmem gerekiyorsa, Onyx tek çaremdi. Ahıra girince, çevremdeki diğer atlara dikkat etmemeye çalışarak doğruca Onyx'in yanına yürüdüm. 'Merhaba, oğlum.' diye selamladığımda onu, pegasusun yanındaki eski çekingenliğimden eser yoktu. 'Maceraya hazır mısın bakalım?' Hevesle hafifçe kişneyen Onyx arkamda olmak üzere, etrafı dikkatlice kolaçan ederek ahırlardan dışarıya adımımı attım. Günün bu saatinde elimizi kolumuzu sallaya sallaya kamptan çıkmamıza izin verildiğini sanmıyordum. Aksi gibi, etrafta sentorlar ve satirler kol geziyordu. Ne yapmaya çalıştığımı anlasalar durduracaklarından emindim. Çaresizlikle ahırın duvarlarına iyice yapıştıktan sonra pegasusuma baktım. 'Şimdi ne yapacağız?' O sırada içimde, sanırım kalbime yakın bir yerlerde beliren his, gitgide büyüyerek çevremde sanki canlı, dokunabileceğim bir kalkan oluşturdu. Görünürde tuhaf bir şey yoktu gerçi. Herhalde bundan dolayı olsa gerek, Onyx panik içinde kişneyince şaşırarak baktım ona doğru. 'Ne oldu oğlum?' Sesimin geldiği yönden kaçıyordu hayvan. Elimi uzattım burnuna dokunmak için, iyice geriledi. 'Benim, Allen!' Onu sakinleştirmeye çalışmak için etrafında dönerken, bir anda kendimi ahırın küçük camlarından birine bakarken buldum ve donup kaldım. Ben oraya bakıyordum... Ama bana bakan bir yansıma yoktu. Ağzım hayretten açık kaldı - en sonunda kafayı mı yiyordum gerçekten? Elimi kaldırıp yüzüme dokundum, önüme tuttum ve salladım. Ben görebiliyordum elimi, vücudumu, ama aksim bugün bana uymayı reddediyordu. Hızlanmaya başlamış olan kalp atışlarımı yatıştırmak için derin derin nefes aldım. 'Görev...' diye hatırlatmaya çalıştım kendime. 'Görev. Gitmem gereken bir görev var.' Bir kez yutkunduktan sonra Onyx'in yanına yaklaştım. Pegasus homurdandı, toynaklarından biri geriye gitti. 'Ben de anlamıyorum.' diye itiraf ettim ona. Görmese de bana güvenmeyi öğrenmiş olduğunu umuyordum. 'Ama gitmemiz lazım. Benim... yardımına ihtiyacım var.' dedim gönülsüzce. Ne olursa olsun, yardım istemeyi kabullenebilen bir yapım yoktu. Nihayet Onyx biraz sakinleşebilmişti. Nasıl başardıysa, altın rengi gözlerini tam da benim gözlerime dikti ve itaatle ön dizlerini büktü. Yüzümden rahat bir gülümsemenin geçtiğini hissettim ve hemen üzerine çıktım Onyx'in.
Çok kısa bir süre sonra varmıştık Manhattan'a. Onyx oldukça hızlı bir pegasus olduğu için şanslıydım. Onu küçük, pek kimsenin olmadığı bir parka indirdim ve beni beklememesini söyledim. Zaten ihtiyacım olduğunda beni nasıl bulabileceğini biliyordu, bu yüzden özellikle dikkat etmemi gerektirecek bir şey yoktu. Kendimden emin adımlarla Empire State binasına doğru yürüdüm. Bir yandan da acaba kimseye görünemiyor muyum, bu kalıcı bir şey mi, öyle değilse de bir anda insanların ortasında vücut bulursam durumu nasıl toparlarım gibi sorular geliyordu aklıma. Neyse ki kapılardan içeri doğru yürürken, kapının camında yansımamı gördüm ve tuttuğum nefesi bıraktım. Vakit kaybetmeden danışmaya yürüdüm. Görevliye bu sefer derdimi kısa yoldan anlatmaya karar vererek, 'Tanrı Hermes tarafından bir görev için çağrıldım. Altı yüzüncü katın anahtarı lütfen.' dedim resmi bir şekilde. Bir kere daha söylememe gerek kalmamıştı. Adam özel anahtarı verince hızlıca asansöre doğru yürüdüm ve bronz kapılardan içeri girdim. Altı yüzüncü kata gelene kadar hiçbir şey düşünmemeye özen göstermiştim. Kapılar açılıp da tanıdık manzara önüme çıktığında, beni buraya çağıran kişileri bulmakta çok zorlanmamıştım. Bana sırtları dönük olan silüetlerin yanına gittiğimde, yapmacık (ama ne yazık ki zorunlu) bir saygı gösterisiyle, 'Selamlar, Tanrı Hermes,' diyerek bana dönen Hermes'in önünde eğildim. Sonra orada bulunan, tuhaf gökkuşağı mesajı sırasında görmediğim bir Tanrı daha olduğunu fark ettim. Daha önce muhatap olmamış olsam da, dış görünüşünden ve diğer melezlerin anlattığı hikayelerden tanıdığım bir Tanrı'ydı. İçimdeki acı his biraz daha artsa da, aynı zoraki saygı gösterisini ona da yaptım. 'Tanrı Dionysos.' Rocce'ye bir şey söylemeden başımı salladım sadece, o daha fazla zorlamamam gerektiğini anlardı en azından. Gömleğimin yenindeki gizli bölmesinde duran hançerimi yokladıktan sonra, kendimden emin bir şekilde, 'Gitmek için ben de hazırım.' dedim. Hermes iç geçirdi. Biraz... kederli gibi mi görünüyordu sanki? Temkinli bir sesle, 'Zorlu bir görev olacak. Kronos ordudaki tek titan olmayabilir. Krios da orada...' diye mırıldandı. Bense Krios'la ilgili net bir şey hatırlamıyordum. Rocce'ye yanaşarak, 'Titanların Ares versiyonu muydu Krios dediği?' diye sordum fısıltıyla. Rocce hafifçe, belli etmek istemezmiş gibi başını salladığında yüzümü buruşturdum. Tamam, adımın anılmasını seviyordum, ama kendimi nasıl bir işe bulaştırmıştım ben böyle? | |
| | | Ares Tanrı
Mesaj Sayısı : 573 Kayıt tarihi : 17/10/10
| Konu: Geri: Bıçak Sırtı Salı Mart 15, 2011 8:48 am | |
| Ares geziniyordu. Tanrılar Konseyi'ni öfkeyle terk etmesinden sonra bu öfkesini yatıştırmak için yeryüzüne inmişti. Hiçbir şeyin farkında olmadan yaşayan insanların arasında dolaşırken düşünceliydi. Dionysos tahtlarının melezlerinden daha önemli olduğunu söylemişti ki bir yerde haklıydı. Tahtlarını çok zor koruyorlardı. Her zaman birileri onları ellerinden almaya çalışıyordu. Fakat yine de Ares çocuklarını tahtları için bile tehlikeye atamazdı. Gerekirse Gigantlarla tek başına savaşır, yok olurdu ama çocuklarını külli bir ölüme gönderemezdi. Bu sinirle saatlerce sokaklarda dolaştıktan sonra sonunda dağa geri dönmeye karar verdi. O Dionysos'u bulacak ve konseydeki konuşmasının hesabını soracaktı. Fakat ilerde Dionysos, Hermes ve tanımadığı iki kişiyi görünce hemen kenara saklandı ve tüm dikkatini ne konuştuklarını duymaya yöneltti. ''Zorlu bir görev olacak. Kronos ordudaki tek titan olmayabilir. Krios da orada...'' ''Krios? Kronos? Bu iki titanın dünyada ne işleri vardı ve bunlar ne yapacaklarını sanıyorlardı?'' diye düşündü Ares. Hem, eğer bu titanlar gelmişse diğerleri de geri gelmiş olabilirdi. Babası Zeus'a haber vermeliydi ama yapmayacaktı. İçten hesaplı Hermes'e ve hain Dionysos'a karşı bundan ala koz mu olurdu? Kesinlikle babama haber vermemişlerdi ve bunu da onlara karşı bir koz olarak kullanacaktı. Ares sinsi bir şekilde gülümserken onların Olimpos'dan ışınlanarak ayrılışlarını izledi. Nereye gittiklerini çok iyi biliyordu, hemen ayrılmadan önce dediklerini duymuştu. ''Hazır olun genç melezler. Othrys'e ulaşmak zordur.'' Şimdi hazırlanmalıydı, bir süre sonra da o yola çıkacaktı.
Odasına geldiğinde eşyalarının dağınık olduğunu gördü. Kimi sağda, kimi soldaydı. Afrodit anlaşılan onu kovduğu gibi eşyalarını da kovmuş ve öylesine ne yöne fırlattığına bakmadan rastgele fırlatmıştı. Güldü, sanki onları düzeltmek çok zordu. Parmağını şıklatmasıyla eşyaların hepsi olması gereken yerlere geçti. Daha sonra Ares hangi zırhını giymesi gerektiğini düşündü. Aslında çok da önemli değildi. Herhangi bir savaş durumunda Kaos Kılıcı'nı kullanacaktı ama onu kullanamazsa sağlam bir zırha ihtiyacı olacağı kesindi. Üstüne en sağlam zırhını ve kaskını geçirdi. Sırtına da mızrağını sabitledikten sonra yola çıkmaya hazır olup olmadığından emin olmak için son bir kez üstündekileri kontrol etti. Bir şey hariç her şey hazırdı. Son bir kez elini boşlukta bir şeyi tutuyormuş gibi yaptı ve mırıldandı. ''Kaos, yardımıma gel.'' Yer yavaşça sallandı ve hemen ardından da bir yarık oluştu. Yarığın içinden bir kılıç fırlayıp elin hizasına geldi. Ares kılıcı kavradığında damarlarının güçle dolduğunu hissetti. Artık karşısına çıkacak tüm düşmanlara karşı hazırdı. Solucan deliğinden geçip Othrys'e varırken neler olacağını çok merak ediyordu. Acaba, Hermes ve Dionysos onu orada görünce ne gibi bir tepki vereceklerdi. Ares onu gördüğü anda Hermes'in yüzünün alacağı şekli düşünerek bir kahkaha patlattı. Fakat bu kahkahayı atmayı Othrys'e geldiğinde de kesemediğinden bütün dağ Ares'in kahkahasıyla inledi. Ares bu kahkahayı birilerinin duyduğundan ve nereden geldiğini anlamak için harekete geçtiğinden emin olduğu için kılıcını elinde çevirip gelecek saldırılara karşı hazırlandı.
RP'nin Devamı Othrys Dağı'nda! | |
| | | | Bıçak Sırtı | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|