O gün ikinci günümdü. Kulübeden çıktım ve kampın tertemiz kokusunu içime çektim. Her yer sessizdi. Bu saatte beni ayakta gören kesin dalga geçerdi. Biraz yürüdükten sonra her zaman ki egzersiz hareketlerimi yaptım. Kollarımı sağa dola salladım ve bacaklarımı hareket ettirdim. Egzersizim bittikten sonra ise derinden bir of çektim. Tam kulübeye dönecektim ki, Pegasusların ahırı dikkatimi dağıttı. Yavaş adımlarla oraya doğru ilerledim. Ahırlara girdiğimde birbirinden güzel pegasuslar karşımda duruyordu. Hepsine birer birer bakarken kişneyip duruyorlardı.
Sonunda açık pembe, beyaz renkte bir pegasusun önünde durdu. Gözleri yeşilimsiydi. Yoksa mavi miydi? Her neyse renk değiştirdiği kesindi tabi… Elimle burnunu okşadım. ‘‘Merhaba güzel kız.’’ dedim. Boştaki elim ile ceplerimi karıştırırken birkaç tane şeker buldum. Pegasus’a verince sevinçten kişnemeye başladı. ‘‘Sen bu kadar aç mıydın güzellik? Önceden bilseydim daha erken gelirdim. Senin sahibin yok mu?’’ diye sordum. Benimkide işti doğrusu… Hiç pegasuslar konuşur muydu? İçimden bir ses onun sahipsiz olduğunu söylüyordu.
Yüzümü atın yanağına yasladım ve yüzünün diğer tarafını okşadım. ‘‘Bundan sonra seninle beraberiz sanırım, ne dersin? Benimle bir ekip olur musun sevimli arkadaşım? İstersen sana isim bulalım. Hmm, sanırım Serenity… Evet. Beğendin mi ismini?’’ beğenmişçesine kişnedi ve yüzümü yalamaya başladı. ‘‘Tamam, Serenity sakin ol. Artık her zaman yanındayım güzelim. Asla ayrılmayacağız.’’ Serenity sayesinde mükemmel bir güne başlamıştım. Tebessümüm yüzüme yayındı ve o gün asla yüzümden düşmedi.