O sabah Rocce'yle buluşmuştuk. Günlerdir başımın etini yiyordu; Hera'ya gidelim de Hera'ya gidelim. Sonunda ben de ona boş olduğum bir gün için randevu verebilmiştim. Meşguldüm işte, kahraman bir melezdim ben. Rocce'ye de hava atmaya doyum olmuyordu zaten, belki de egomu tatmin etmek istemişimdir ona randevu vererek. Her neyse, uyanır uyanmaz gümüş renkli ceketimi ve kot pantolonumu üzerime geçirdim, tabi ceketimin içinde her zamanki gibi turuncu kamp t-shirtünü giymiştim, zaten zorundaydım. Hazırlandıktan sonra da pegasus ahırlarına gittim. Plüton'umu aldım, yanındaki Lissa'ya da selam verdikten sonra hevesle Apollon Kulübesi'ne doğru ilerlemeye başladım. Belki aradan Yon ve Ange'yi de görebilirdim, selam verirdim. Onlar da emindim ki çok meşgullerdi, artık macera yaşamak için bile gün ayırtmamız lazımdı. Apollon Kulübesi'nin önüne geldim ve kapıyı tıklattım. Kapıyı açan Rocce'ye de selam verdim. "Selam Rocce! Hazır mısın?" Hera'nın evine gidecektik ve bu gerçekten cesaret isterdi. Ben tek başıma asla oraya gitmezdim ve daha önce de gitmemiştim, hatırladığım kadarıyla on bir kişi gidebilmiştik anca. Aynı zamanda orası Zeus'un da eviydi çünkü. Ayrıca Hera, sinirliliği ve melezleri sevmeyişiyle de bilinirdi. Yani iki melez işimiz zordu.