Rose Denise Harris Poseidon'un Çocuğu
Mesaj Sayısı : 1021 Kayıt tarihi : 17/08/10
| Konu: Meslek Seçimi C.tesi Şub. 19, 2011 10:42 am | |
| - Spoiler:
34- Sıradan bir gününün felakete dönüşünün rp'sini yazacaksın. Katılacaklar: Sadece sen.
Annem üç yıllık bir ilişkinin ardından son eşinden boşanmış ve hayatında değişiklikler yapma arayışı içerisinde Paris'e yerleşmişti. Benim doğumumdan beri Amerika'ya tıkılıp kalmış olduğundan, bu değişikliğin ona iyi geleceğini düşünüyordum. Yeni yerleştiği şehrin fonksiyonu gibi giyim tarzı da onun bir moda tasarımcısı olduğunu karşısındakine her zaman haykırır. Havaalanında beni karşılamaya geldiğinde giydiği kabarık etekli elbise sayesinde onu hemen tanımayı başardım. Bana sıkıca sarılıp "Seni çok özlemişim Rose!" dediğinde onu yaklaşık bir yıldır görmemiş olduğum aklıma geldi ve "Ben de seni anne!" cevabını verdim coşkuyla. Gerçekten de gittiğim üniversitedeki ağır program yüzünden kamp gibi anneme de hasret kalmıştım. Birlikte kol kola girip onun Citroen'ine doğru yürümeye başladığımızda bana ilk sorduğu soru "Robert ile ilişkiniz nasıl gidiyor?" oldu. Suratıma zoraki bir gülümseme yerleştirerek "Birbirimizin aşk hayatını kurcalamayı bıraktığımızı sanıyordum." dedim. Hoover Barajı yakınındaki üniversiteden apar topar çıkıp ilk uçakla Paris'e gelme nedenim, onun düşündüğü gibi annemi özlemiş olmam değildi. Robyn ile çok kötü tartışmıştık ve çekip gitmiştim. Gidebileceğim her yeri biliyor, tanıdığım herkesi tanıyordu ama annemin Paris'teki evinin adresini bilmiyordu ve buraya gelebilecek kadar çıldırdığımdan bihaberdi. Yine her zamanki gibi bazı şeyleri abartmıştım ama ben böyle biriydim ve herkes tarafından olduğum gibi kabul edilmeliydim. Suratımdaki ifadeden bu konuda tek söz daha etmeyeceğimi anlayan annem şen bir kahkahanın ardından "Havaalanına gelmemi istediğinde şaşırdım, pegasusunla gelirsin sanıyordum." dedi. Bu sözleri benim de gülmemi sağlamıştı. Melez Kampı'na gitmeye başladığım ilk yıl, pegasuslarla o kadar çok vakit geçiriyordum ki, annem her konuşmamızın arasına pegasusları benden daha çok sevdiğini düşünüyorum tarzı laflar sıkıştırıyordu. Gevrek bir sırıtış eşliğinde "Büyüyünce kendi pegasus çiftliğimi açacağım." dedim. Kampın en kıdemli eğitmeni şu anda bendim ama üniversite yüzünden pegasuslarımı epeydir boşluyordum. Biraz rahatladıktan sonra gerçekten onlar için bir çiftlik açsam bile kendimi affettirebileceğimden şüpheliydim. Arabasına binerken annem düşünceli bir şekilde bana bakıp "Sen zaten büyüdün, Rose." dedi. Benim ağzımı açmama fırsat vermeden "Artık kendine net bir yol çizmelisin, hayatını yaşamaya başlamalısın." diye devam etti. Ah, 18 yaşın neresi büyüktü? Ben daha yolun başındaydım! Pekala, bu yaşıma kadar çoğu insanın karşılaşmadığı kadar çok tehlikeli macerayla karşılaşmış, birbirinden ender rastlanan canavarları haklamış olabilirdim ama sonuç olarak liseden sadece bir sene önce mezun olmuştum. Hem, ben bir melezdim. Poseidon'un kızıydım. Yarın hayatta kalıp kalamayacağım bile belirsizken, geleceğimi nasıl oluşturacaktım? Sitemkar bir havada "Anne, kendime çizdiğim yol zaten belli. Üniversiteyi bitireceğim ve sonra da, şey... Bir şeyler yapacağım." dedim. Sözlerimin sonuna doğru aklıma uydurabileceğim hiçbir şey gelmemişti. Robyn'den ayrı kalmak istemediğim için onun gibi matematik bölümünü kazanmıştım ama mezun olduktan sonra asla matematikle ilgili bir meslek seçmeyeceğimden emindim. "Evet, her günü birbirinin aynı olan, sıradan bir kız olacaksın." dedi annem. Kaşlarımı kaldırarak ona imalı bir bakış attım. Ne kadar boş olmaya çalışsam da babamın Poseidon olduğu gerçeğini değiştiremezdim. Her günüm mutlaka birbirinden değişik olaylarla geçerdi. Sanırım itiraf vaktiydi. Sıkıntılı bir nefes aldıktan sonra "Benim hayatım su. Matematiğe zerre kadar ilgim yok. Suyla geleceğimi nasıl oluşturabilirim ki? Gidip babamın krallığına mı yerleşeyim?" diye sordum. Pullu denizkızı kıyafetleri giyip Amphitrite ile didişmek zevkli olabilirdi ama Deniz Tanrısı'nın otoritesine en fazla birkaç saat dayanabileceğimi biliyordum. Ben baskı altına giremeyen, özgür ruhlu biriydim. Belki Robyn ile tartışmalarımızın çoğunun sebebi de buydu. Ben ne kadar özgürlüğüme düşkünsem, o da o kadar sahipleniciydi. Tabii bir de sinir bozucu, şapşal, ukala ve yakışıklıydı. Eh, fazlasıyla da sevimliydi. Aklındaki düşüncelerden habersiz olan annem gülümseyerek "Su balesi yap veya dalgıç ol. Tekne yap, olmadı deniz kıyısında bir otel aç. Çok fazla meslek seçeneği bulabilirsin aslında." dedi. Saydıklarından hiçbiri kalbimin daha hızlı atmasını sağlamayı başaramamıştı. Aslında, pegasus çiftliği işletmek şimdi kulağıma o kadar da saçma gelmiyordu. "Yok, boşver. Ben üniversiteyi bitirdikten sonra kampa yerleşip melezlere binicilik dersi vereceğim." dedim. Aslında bağımsız bir birey olduktan sonra Melez Kampı'ndaki hayatımı sürdürmek, daha önce hiç aklıma gelmemişti. Geleceğime ne kadar az kafa yorduğumu fark edince midem kasıldı. Anı yaşamaktan zevk alan düşüncesizin teki olmuştum. Annem az önceki zırvalıklarımla ilgili yorum yapamadan "Eski zamanlarda yaşasam hoş olurdu. Denizde korsanlar vardı, keşfedilmemiş toprak parçaları falan..." diyerek gülümsedim. Gerçekten de o zamanlarda yaşasam hayatım çok zevkli olabilirdi. Denizde gerçekleştirilen büyük savaşları izler, kötü niyetli korsanlara haddini bildirir ve- "Anne, sanırım bir meslek buldum." dedim sırıtarak. Bana merakla bakan Evelyne Sea'ye "Deniz polisi olabilirim." diyerek ellerimi çırptım. Annem de söylediğim mesleği onaylayarak, "Küçükken oturup saatlerce polisiye diziler seyrederdin. Her zaman hak yiyenlerin önüne geçmeye çalışırsın. Denizde suçlular karşısında senden daha başarılı olacak kimse de yok." dedi. Annemin desteğini almayı hiç beklemiyordum ama bu sefer gerçekten de doğru bir seçim yapmış olabileceğim fikri aklıma yerleşti. Anneme beni tekrar havaalanına götürmesini söylediğimde biraz bozulmuş olsa da söylediğimi yaptı. Derhal okuluma dönüp bölümümü değiştirmek için bazı belgelerle uğraşmalıydım. Eh, bir de Robyn'e hayatımdaki ani değişiklikten bahsetmem gerekecekti. Kız arkadaşının polis olmasına sıcak bakmayacağından emin olacak kadar iyi tanıyordum onu. Tabii onun istekleriyle uyuşmuyor diye seçtiğim mesleği değiştirecek de değildim. Amerika'ya gidecek uçağımın kalkış saatini beklerken birkaç sıra yanımda oturan devasa boyutlardaki adam fazlasıyla dikkatimi çekti. Beni süzüp duruyormuş gibi hissediyordum. Suratına dikkatle baktığımda donup kaldım; O bir Laistrygonia deviydi. Bunlardan bir tanesini en son suyun basıncını kullanarak patlattığımda, Daedalus'un labirentinde ciddi sarsıntıların meydana gelmesine neden olmuştum. Etrafta binlerce insan vardı ve modanın nabzının attığı şehirde bir dev ile savaşarak üstümü başımı perişan etmek istemiyordum. Pekala... Tek başıma bir Laistrygonia devi ile mücadele etmeye hiç mi hiç hevesli değildim. Sıkıntıyla cebimden bir drahmi çıkarıp onu havaya attım ve Robyn'e bağlandım. Karşısında beni görünce suratına rahatlamış bir ifade yerleşti. Ona acilen buraya gelip devi yeraltına yollaması gerektiğini söyledim. Robyn İris mesajını yok ettiğinde yüzüğümdeki incilerin birini çıkarıp elime aldım. Sevgilim gölge yolculuğu yaparak buraya gelip devi haklayabilirdi ama oyun oynamayı seviyordum ve bu kaçışı bir süre daha sürdürmem zevkli olacaktı. İnciyi kullanarak Hoover Barajı yakınlarındaki üniversitemi aklıma getirdim ve o bilindik iç burkucu ışınlanma seansım başladı. Robyn'in aklına beni okulumuzda aramak asla gelmezdi. | |
|