Sıcak bir yaz günü, etrafı güneş tüm asaletiyle kavururken çok küçük bir çocuk sıcaktan rahatsız olmuş ve soluk soluğa koşarak evin kapısına yönelmiş. Sanki sıcak peşinden adeta bir köpek gibi kovalıyormuş gibi acele eden küçük çocuk az ileride kapıya 5 metre kala yerde küçük bir taşın olduğundan habersiz koşturmaya devam ederken hızına hız kattı. Fakat beklenen şey olmuştu. Çocuk taşı göremeyip takıldı ve yere 45 derecelik açıyla düşünce sürtünmeden dolayı kollarında ve bacaklarında birkaç çizik oluştu. Çocuk neye uğradığını anlamayarak ayak kalkıp evinin kapısından içeri girdi. Az sonra annesi çocuğu teselli edip üzerini soydu. Biraz rahatlasın diye onu suya katmaya karar vermişti. Küçük çocuk su dolu küvette o kadar eğleniyordu annesi ne zaman çıkarmak istese çocuk biraz daha anne gibi yalvarışlardan sonra annesini kalmaya ikna ediyordu. En sonunda çocuk bir saat sonra kendi rızasıyla sıktı. Çocuk fark etmedi ama annesi çocuğun az önceki düşmesinden sonra kolu ve bacaklarındaki yaraların olmadığını fark etmişti. İzleri bile kaybolmuştu adeta. Çocuk hiçbir şeyin farkında değildi ama annesi her şeyi biliyordu. Çocuğu giydirirken annesi içinden “Teşekkür ederim.”dedi. Kime ettiğini biliyordu.
***
Anita, Steward’ın okuldan dönmesini bekliyordu. Açık tonların yüküm sürdüğü salonda pencerenin yanına oturmuş okul servisinin kapılarının önündeki siluetini görür gibi oldu ama sadece hayaldi. Neden merek ediyordu ki? Başına ne gelebilirdi? Onu koruyanın kim olduğunu biliyordu ve bu yüzden kendisi nasıl hissetmesi gerektiğini bilmiyordu. Yıllar önce karşılaştığı birisi onun için her şeyi değiştirmişti. Uçurum kenarında denizden gelen soğuk havayı ciğerlerine doldurduğunu ve sonra da kendini boşluğa bıraktığını biliyordu, hatırlıyordu. Sonra da kendisini kıyıda bir adamın kollarında bulduğunu ve sonra o başı ve sonra aralarında geçen ateşli bir geceyi hatırlıyordu. Daha önce hissetmediği kadar şey hissetmişti o gece. Ve onun kim olduğunu öğrenince kafası allak bullak olmuştu. Tüm kuralları gözünde adeta erimişti. Kendisini bir an nihilistlerden sanmıştı. Büyük sarı otobüsün köşeden görünmesiyle tüm bu düşünceler ve karmaşa topluluğu silindi, su gibi akıp onu terk ettiler. Otobüs kapılarının önünde durmuştu. Aşağıya inen çocuk Stev’di. Anita içinden nasıl biri olduğunu bir bilsen diye geçirdi. Oğlu kapıya gelmeden gidip onu karşıladı.
—Merhaba anne.
—Stev, günün nasıldı oğlum?Küçük çocuk bu sorunun üzerinde gözyaşlarını tutamayıp salıverdi. Hıçkırıkların arasından çıkan kleimeler şunlar oldu;
—Bugün, okulda adımızı yazmayı öğrendik…
—Aaa… Ne güzel!
—Ama herkes yazdı, bense bir harf bile yazamadım. Birde öğretmenin bana sorduğu iki harfi bilmedim. Göremiyorum anne… Harfleri başka şeyler gibi görüyorum. Resim gibi.
Bunun üzerine Anita hiç bir şey söylemedi.
Akşam yemekten sonra iki kez telefon çalmıştı. Bunlardan birisi kocasıydı. Akşam geç geleceğini söylemişti. Anita’nın eşi Rick mitoloji uzmanıydı. Bir üniversite’de dekandı. Bazen böyle şeyler oluyordu. Konferanslar ya da başka şeyler. Buna alışıktı Anita. Fakat ikinci telefon biraz alışılmışın dışındaydı. Steward öğretmeni Bayan Brown aramıştı. Stev’in öğrenmede zorluk çektiği onu bir doktora göstermeleri gerektiğini ya da başka bir okula veya başka bir okula yazdırmaları gerektiğini söyledi.
***
Bir yılı zar zor bitiren Stev’in artık aklı başı yerine gelmeye başlamıştı. Biraz olsun etrafını anlama çabası içinde parlamıştı o küllerin arasında. Daha küçük olmasına karşın babası ona ders vermeye başlamıştı. Mitoloji uzmanı olan babası Rick’in anlattıklarını büyük bir hevesle dinleyen Stev zaman geçtikçe daha yeni şeyler öğreniyordu. Ama Bu zaman zarfında öğrendiği en garip şey annesinden duyduğu şey oldu. Annesi ona “seni başka bir okula yazdıracağız Stev”dedi. Steward neden olduğunu bile sormadı. Fazla geçmeden anne ve babası onu okula götürmek için arabaya bindiler. Arabaya bir sessizlik perdesi çökmüştü. Hiç hareket yoktu. Tek hareket arabayı süren Rick’in yer yer vites değiştirmesi ve bazı bazı Anita ile birbirlerine karşılıklı endişeli bakışlar atmalarıydı. Rick asfalttan sapmıştı, bir orman yoluna girmişti. Aynadan arkadaki küçük çocuğu görmeye çabaladı fakat boyu çok küçük olan çocuğu göremedi. Boğazını temizleyip kısıktan biraz daha yüksek sesle konuştu.
—Stev!
Arka koltuktan küçük çocuğun ince sesi duyuldu.
—Efendim baba.
—Annen sana bir şeyler söyleyecek onları iyi dinlemelisin.
Arkadan hiçbir ses gelmedi. Rick, Anita’ya bakarak ona destek verircesine gülümsedi.
—Stev, ben eii sana bir şey söylemeliyim. Bak Stev senin baban Rick değil. Yani senin anlayacağın gerçek baban.
—Peki ya kim?—Bunu anlatmak biraz zor ama…
—Bak Stev sana anlattıklarımı hatırlıyor musun? Yunan tanrılarını?
—Evet!
—Sana anlattıklarımın hepsi doğru. Yani senin baban denizlerin tanrısı…
—Poseidon.
—Evet.
Arabaya tekrar bir sessizlik perdesi örtüldü. Az sonra ormanın ortalarına ulaşmış arabadan inen Anita, Rick ve Steward koca bir kemerin önünde duruyorlardı. Anita Stev’e doğru eğilip onu öptü.
—Buradan biz geçemeyiz canım. Git tamam mı? Sen sadece git neler olduğunu daha iyi anlayacaksın.
Stev, aklındaki bir sürü soru işaretiyle kemerden geçti. Değişen hiç bir şey yoktu. Fakat ilerledikçe gözüne tahta kulübeler çarptı. Merak dolu nefes alışları ciğerlerini şişirmeye başlamıştı. Neler olacağını hayal bile edmiyoru.