Sinirle Hephaistos kulübesinin kapısını yumruklarken buraya gelmekte fazlasıyla geç kalmış olduğumu fark ettim. Selene uyuyana kadar kulübeden çıkamamıştım ve şimdi o Eduard denen can düşmanımı içeride bulamama ihtimalim vardı. Kapı kırmama ramak kala Elena tarafından açıldı. Uyku mahmuru bir şekilde karşısında beni görmek ona ufak çaplı bir şok yaşatmışa benziyordu. Lafı dolandırmadan "Eduard burada mı?" diye sordum ona. Gülümseyerek "Arkadaşınla hasret gidermeye mi geldin?" diye sordu ve içeri geçmem için bana yol verdi. Ed bir zamanlar gerçekten de arkadaşımdı. Çıktığı bir görevde öldüğünü sandığımız dönemde ne kadar üzüldüğümü çok net bir şekilde hatırlıyordum. Birlikte zorlu maceralar atlatmıştık ve ben canavarlar karşısında sayısız defa ona güvenmiş, arkamı dönmüştüm. Ama o dün gece beni arkamdan vurmuştu. Artık benim için savaştığım sıradan bir canavardan hiç farkı yoktu. İnsanı... İnsanlıktan çıkaran nefret duygusu içimde bir kez alevlenmişti ve artık beni kimse durduramazdı. Bir zamanlar arkadaşım dediğim Hephaistos çocuğu, gazabıma uğrayacaktı. Elena'nın sorusuna "Hayır, onu öldürmeye geldim." cevabını verdim sakince. Tecrübeli bir katil kadar soğukkanlı bir vaziyette insan öldürebilirdim. Elena'nın gözleri önünde ağabeyinin kafasını da uçurabilirdim, benim için problem değildi. Sonra istenirse pılımı pırtımı toparlayıp kampı terk ederdim. Belki Sel'i de benimle gelmesi için ikna ederdim ve iki kardeş mutlu mesut yaşardık. Elena bana zihnimi okumak istercesine bakıyordu ama ona açıklama yapmaya niyetim yoktu. "Bana onu çağırıp kulübeden çıkabilir misin?" diye sordum. Yakın arkadaşlarımdan biriydi ve nedenini anlamasa bile bu ciddilikle yaptığım bir isteği ikiletmezdi. O an aklımda ne Sel ne de Rose vardı. Sevdiğim kimseyi düşünmüyordum. Öfke içimi öylesine sarmıştı ki, şu anda dışarıda gün ışığının parlıyor olması önemsizdi, sadece detaydı. Ben hala karanlık bir gecenin içinde yürüyordum. Şimdi birilerini ebediyen o karanlık geceye hapsedecektim.