Kolyeyi aldıktan sonra Athena'nın bize verdiği son görevle birlikte Cerberus'tan kaçmayı başarmış, Asphodel Tarlaları'na gelmiştik. Şimdi sırada Athena'nın bize bahsettiği taşları bulmaktaydı. Tabii bunları bulmanın kolay olmayacağını tahmin edebiliyordum. Büyük ihtimalle taşlara ulaşmak için yine birileriyle savaşmamız gerekecekti. Biz taşları aramak için etrafa bakınırken etrafımızı sise benzer bir şey sarmaya başladı. Önce bunların ne olduğunu tam olarak anlayamadım ama sis şekil almaya başladığında Yeraltı Dünyası'nda olduğumuzu hatırlayarak bunların ölü ruhlar olduğunu fark ettim. Buna şaşırmamıştım, çünkü zaten buraya elimizi kolumuzu sallayarak girdikten sonra taşları alıp gideceğimizi düşünmüyordum. Elbette ki canavarlar olacaktı. Daha fazla beklemenin anlamı yoktu. Bu yüzden Pers ile birlikte saldırıya geçtik. Ruhları alt etmek o kadar da zor değildi ama yok ettikçe yerden tekrar çıkıyorlardı. İşte bu sinir bozucuydu, sanki hiç bitmeyecekmiş gibi... O sırada iki tane taş gördüm. Bunlar, aradığımız taşlar olmalıydı. Biri gri, diğeri ise yeşildi. Sanırım bu renkler kulübelerimizi temsil ediyordu. Ben dikkatimi taşlara vermişken bana yaklaşmakta olan ruhu fark edememiştim. Onu yanı başımda fark ettiğimdeyse çok geçti. Gözlerimi yumdum, ama hiçbir şey olmadı. Gözlerimi tekrar açtığımda ruh yok olmuştu. Yanımda Pers'ü görünce bunun onun marifeti olduğunu anladım. Ona teşekkür ettikten sonra taşları işaret ederek "Sanırım aradığımız taşlar orada. Hadi gidip onları alalım." dedim. Bunun üzerine Pers de başını salladı ve birlikte taşlara doğru koşmaya başladık. Ancak tam o sırada önümüzde yeni bir ölü ruh ordusu belirdi.