Kampın plajında otururken sıkıntıdan patlamak üzereydim. Etraf yine çok ıssızdı. Annemin verdiği görev gereği geçen gün Fransa'da yeni bir melez bulup onu kampa getirmiştim ve yeni görevime çıkmadan önce kendime birkaç gün izin vermiştim. Boş boş dalgaları seyrederken aklıma Rose geldi. Eh, denizin karşısında otururken Poseidon kızı olan arkadaşımı düşünmem gayet doğaldı. Şimdi büyük ihtimalle kardeşim Serena ve erkek arkadaşı Robert ile her zamanki sıkıcı matematik derlerinden birindeydiler. Birkaç ay önce onları ziyarete gittiğim gün aklıma geldi. Rose ve Robyn'in Hoover Barajı'na düşmesi, Sere ile benim de Hidra ile mücadele etmemiz sonucu hepimizin hayatta kalması sadece şanslı olmamızdan kaynaklanmıştı. Yine de o anları düşündüğüm zaman suratımda bir gülümseme belirdi. Biricik kardeşimi ve iki yakın arkadaşımı çok özlemiştim. Aslında daha birçok şeyi özlemiştim, mesela bir aydan uzun süredir uğramadığım okulum ile en yakın arkadaşım Stella'yı, yaklaşık iki yıldır sadece İris mesajı ile iletişim kurduğum babamı, hatta geçen yaz kampta geçirdiğim tasasız günleri. Belki bugün de tasasız bir gün geçirebilirdim. Özlediğim arkadaşlarımı ziyarete gitmeme kim engel olabilirdi ki? Ne de olsa bana annem tarafından verilmiş olan, istediğimde kimseden izin almadan kamptan çıkabilmemi sağlayan bir belgem vardı. Gülümseyerek kumların üzerinden kalkıp üstümü çırptım. Kararımı vermiştim; Hoover Barajı yakınlarındaki üniversitede okuyan Rose-Robyn-Sere üçlüsünü ziyarete gidecektim.
Pegasus ahırlarına vardığımda önce Sherry'nin tüylerini okşadım, sonra da ona masanın üzerinde bulunan küp şekerlerden biraz ikram ettim. Sevgili pegasusum ile bu aralar çok fazla yolculuk yapıyorduk ve onu kullandığımı hissediyordum ama gökyüzünde kanat çırparken hiçbir zaman halinden şikayetçi görünmüyordu. Onu dışarı çıkardım ve gülümseyerek "Eski dostları ziyarete gitmeye ne dersin dostum?" diye sordum. Cevap olarak mutlulukla kişnedi ve sırtına rahat binebilmem için eğildi. Bazen ahırların bu kadar temiz ve düzenli, pegasusların bu kadar hallerinden memnun olmalarını sağlayan pegasus eğitmenleri gibi ben de onların dilinden anlamak istiyordum. Sherry ile iletişim kurmakta hiç zorlanmaz, birbirimizi her daim anlamayı başarırdık ama yine de onun benimle anlamlı cümleler kurarak konuştuğunu duymak hoş olabilirdi. Aslında zihin gücüm sayesinde onun zihninden görüntüler elde edebilirdim ama gerekmedikçe bu özelliğimi kullanmaktan çekiniyordum. Hem, uçan bir at olsa da Sherry benim arkadaşımdı, kendine özel düşüncelerine saygı duyuyordum. Gülümseyerek pegasusumun sırtına bindim ve kanadını okşayarak kalkmasını işaret ettim. Sherry hemen bana itaat ederek duruşunu dikleştirdi, sonra kulübelerin sahasına doğru git gide hızlanarak koşmaya başladı. Orta alanda duran bronz heykele çarpmamıza ramak kala havalandı. Kış rüzgarı saçlarımı döverken, başıma bir şapka takmayı akıl etmiş olduğum için sevindim. Melez kampında kar veya yağmur yağmaz, hava asla fazla soğumazdı ama kampın dışındaki dünya şimdi ayaz dönemindeydi. Demeter'in sırf kızından ayrı kaldığı için dünyaya bu eziyeti çektirmesinin haksızlık olduğunu düşünmekten kendimi alamadım.
Sherry havalanınca kampın üzerinde bir süre mutlulukla daireler çizdi, sonra keyifle kişneyişinin ardından asla şaşırmadığı rotasını Rose'un okuluna çevirdi ve gökyüzünü delerek bulutların arasında hızla ilerlemeye başladık. Yola çıkmamızın üzerinden belirli bir süre geçtikten sonra cebimden telefonumu çıkararak Koç Hedge'in telefonunu çevirdim. İki çalışın ardından çağrım cevaplandı, sert bir erkek sesi "Profeser Hedge. Kiminle görüşüyorum?" diye sordu. Ufak bir kahkaha attıktan sonra, "Artık toynaklı ihtiyar heyeti üyelerine profesör mü diyorsunuz?" diye sordum. Kısa bir suskunluğun ardından "Ah, sen miydin Lucianna?" dedi sıkıntılı bir ses tonuyla. Şimdi sırıtmam tüm suratımı kaplamıştı. Koç Hedge, Rose'un okulunda onları korumakla görevlendirilmiş bir satirdi, yaşı kemale ermiş saygın biriydi. Aynı üniversiteye Üç Büyükler'in iki çocuğu ile kendi kızı kayıt yaptırdığında annem Athena, ona çok güvendiği için Koç'un orada profesör olarak çalışmaya başlamasını sağlamıştı. Koş, şu ana kadar -Hidra olayını saymazsak- gerçekten de iyi iş çıkarmıştı, neticede korumakla yükümlü olduğu üç melez de hala hayattaydı. "Evet, benim Koç. Bizimkilerin okulda olup olmadıklarını soracaktım." dedim. Hedge, telefonun öbür ucundan bile rahatlıkla duyabildiğim şekilde seslice yutkunduktan sonra, "Sakın burada yeni bir melez daha olduğunu söyleme." dedi. Aslında onunla eğlenmek zevkli olurdu ama düşünceli bir anıma denk geldiği için "Hayır, sadece arkadaşlarımı ziyaret etmek istiyorum." cevabını verdim. Koç tıslamaya benzer şekilde anlamadığım -ve anlamak istemediğimden emin olduğum- bir şeyler mırıldandıktan sonra, "Evet, evet. Üçü de burada." dedi. İstediğimi öğrenmiştim, kendisine hızlı bir teşekkür ettikten sonra telefonumu kapatıp cebime koydum.
Yolculuğun çoğu gitmiş, çok azı kalmıştı. İleride Hoover Barajı'nı sislerle kaplı minik bir alan olarak görebiliyordum. Ah, bu andan sonra yaşayacaklarımı final çizgisine birkaç adım kala ayağı takıldığı için yere düşen bir yarışmacının haline benzetebilirdim. Arkamda duyduğum alışılmış dışı esintiyle eş zamanlı olarak ensemde bir ürperti hissettim. İşte bu hiç iyi değildi çünkü, bu ürperti hissini daha önce de yaşamıştım. Tabii o zaman gökyüzünde değildim, ayaklarımın üzerine basıyordum ve kılıcımı rahatlıkla kullanabilme imkanına sahiptim. Şimdi ise, arkamda belirmiş olan ölümsüz fırtına ruhuna karşı tamamen savunmasızdım. Biçimsiz bir surata sahip olan ruh, gevrek bir kahkaha eşliğinde Sherry ile çevremizde hızla dönmeye başladı. İşte, bir pegasusun sırtında gökyüzünde süzülürken bir satirle telefon konuşması yapmanın da canavarlarla karşılaşmak gibi yan etkileri olabiliyordu! "Düşün Lucy, düşün..." diye mırıldandım. Geçen sefer fırtına ruhunu nasıl yendiğimi bir türlü hatırlayamıyordum. Tabii ben de haklıydım, karşıma o kadar çok canavar çıkıyordu ki hangisini hangi şekilde öldürdüğümü aklımda tutamıyordum. Sherry'den hızlanmasını istedim ama bunun hiçbir faydasının olmayacağını biliyordum; fırtına ruhları yaşayan her varlıktan daha hızlıydı. Yine de... Belki pegasusumun kanatlarını hafife alıyordum. Gerçekten de Sherry Hoover Barajı'na doğru son sürat inişe geçtiğinde, arkamızdaki fırtına ruhuna biraz fark atmayı başarmıştık. O sırada, aklıma onu yenmem için ne yapmam gerektiği de geldi. Olmayan vücudunu kılıcımla yaralamam imkansızdı ama hızına eriştiğim ve onu takip etmeye başladığım takdirde avantajlı hale gelirdim. Suratı diğer taraflarına oranla daha belirgindi ve belki de kılıçlara karşı bağışık değildi. Pegasusuma "Onu takip etmeye başla kızım, çok hızlı ol!" diye komut verdim.
Sherry kamptaki pegasusların %99'unun yapamayacağı bir çeviklikle tekrar yükselişe geçerek hışımla fırtına ruhunun yanına ulaştı, sonra da onun arkasına geçti. Onunla çok fazla seyahat yapıyor olmamızın olumlu bir yanıydı işte bu, kendini uçma teknikleri konusunda çok iyi geliştirmişti. Fırtına ruhunun ensesi olduğunu düşündüğüm yere iyice yaklaştığımız zaman, Sherry'nin yelesini kavramış olduğum sağ elimi serbest bırakarak bileğimdeki bilekliğin kılıcım Nefesalan halini almasını sağladım ve ani bir hamleyle onu, ölümsüz ruhun içinden geçirdim. Boyun civarında altın sarısı parıltılar gibi oldum, sanırım onu yaralamayı başarmıştım ama bundan çok da emin olamadım çünkü etrafını karanlık bir sis bulutu kaplamaya başladığında hızla üzerimize geldi ve tüm gücünü kullanarak bizi artık daha da yakın olduğumuz Hoover Barajı'na doğru fırlattı. Sherry ile havada taklalar atarak bulutların hizasından yere çakılışa doğru ilerlemeye başladık... Etrafımda rüzgarın çıkardığı ıslık sesini ve pegasusumun korku dolu kişneyişini duyabiliyordum ama elimden bir şey gelmezdi, özel yeteneğim olan zihin gücümü altımızda bir şişme yatak oluşturmak için kullanamazdım. Yere çok yakın olduğumuzu hissettiğim zaman, Sherry ani bir hareketle tekrar doğruldu ve ben de ona iki elimle sımsıkı sarıldım. Yere çok ama çok sert bir iniş yaptığımızda pegasusum yanlamasına çakıldı, ben de sırtından düşerek yerde birkaç tur yuvarlandım. Acıdan değil, duygulandığımdan dolmuştu gözlerim; pegasusum ben daha yumuşak bir düşüş yapayım diye kendini feda etmişti... "Lucy! İyi misin?" diye sordu bağırarak, bana doğru koşmakta olan Rose. "Ben iyiyim. Sen Sherry ile ilgilen." cevabını verdim.