Glau ile hemen oradan uzaklaştık. Adrian da görev dağılımı yapmaya devam ediyordu. Oklarım kılıfının içinde ve yayım sırtımda duruyordu, hançerimi kemerime takmıştım. Bizi tehlikelere karşı uyaracak olan bilekliğim, her zamanki gibi bileğimdeydi. Glau da ben de dikkat çekmemek için ormana uyum sağlayacak şeylerden giymiştik. Üstümüzün yapraklar açısından yeşil olmasına karar vermiştik, hatta ben işi biraz abartıp yaprak desenleri bulunan bir t-shirt giymiştim, pantalonlarımız ve ayakkabılarımız ise kahverengiydi. Saçlarımı at kuyruğu şeklinde toplamıştım çünkü hareketimi kolaylaştırıyordu. "Yakınlarda mavi takımdan birileri var mı?" bilekliğim hala soğuktu, hem olsalardı, ikimiz de hissederdik. "Hayır, yok. Hazır mısın? Gölge yolculuğu yapmak pek kolay değildir, biliyorsun" Gölge yolcuğulu yaparken her zaman zorlanıyordu. "Yapabilirim, şimdi ilerlemeye devam edelim Jess.. Aynı noktada bu kadar kalmamız iyi değil" onunla aynı fikirde olduğumu belli edercesine başımı salladım. Yürümeye devam ettik. Ağaçlar saklanmamızı kolaylaştırırken bir ara ayağımın bir dala takılması dışında bir sorun yaşamadık.
İlk amacımız göle ulaşmaktı. Ulaşmıştık da. Ama bilekliğim de ısınmaya başlamıştı. Tam ağaçlardan çıkmak üzereyken Glau'nun kolundan tuttuğum gibi geri çektim. Elimi havaya kaldırıp fısıldayarak "Beni izle" dedikten sonra etrafıma bakındım ve boyu uzun, dalları kalın olan ağaca yöneldim. Tırmanma konusunda ikimiz de iyiydik bu yüzden çok zorlanmadan tırmandık. Ağaca tırmandığımızda gördüğüm böceklerden bazılarını yere attım. Doğayı seviyor olabilirdim ama bu böcekleri sevdiğimi göstermezdi.
Tırmandığımız yerden göl rahatlıkla görülüyordu. Ama farklıydı.. Sanki parlayan şeyler geçiyordu içinden.. "Jess.." diyerek beni dürttü Glau. "Efendim" eliyle bir noktayı işaret etti. Oradan iki melez gözüküyordu ama kim olduklarını tam seçemedim. İçimden her türlü küfrü geçirirken ağaçtan indim. Glau da benim ardımdan aşağı indi. "Acilen bir plan yapmamız lazım" kardeşim evet anlamında başını salladı. Ağacın arkasına saklandık ve oradan geçmek için plan yapmaya başladık.
--
Glau ile plan yapmaya çalışıyorduk ki birden elektriğin orada olduğunu bildiren parıltı kesildi. Şüpheli bir şekilde ağacın arkasından çıktım ve önüme baktım. Sevinç çığlığı atmamak için kendimi zor tutuyordum. Diğerlerinin aklına gelmiş olmalıydık. Neyse ki, yoksa buradan geçebileceğimizi pek sanmıyordum.
Adımlarıma dikkat ederek, arkamda gelmekte olan Glau'nun yanına döndüm."Elektrik yok artık. Geçebiliriz" bunu duyunca gülümsemesi kısa sürdü. Mavi takımdakiler bizi görmeden geçmemiz gerekiyordu. Bu yüzden dikkatli ama hızlı bir şekilde nehre doğru yürüdük. "Glau, çantam sende mi?" diye sordum kardeşime. O çantadan almam gereken bir şey vardı. "Evet" dedikten sonra çantayı açtı ve içindeki ceketi verdi. Yüzümü kendimi beğenmiş bir gülümseme kapladı. Namea Aslanının postu beni her türlü silahtan koruyacaktı. "Harika, o zaman burayı geçtikten sonra bana verirsin" dedikten sonra dikkatli olmayı unutup, neredeyse koşarak nehri geçtik. Pantalonlarımız ıslandığı için, en ufak bir esinti bile donmama sebep oluyordu. Ceketime sarıldım. Bu post kesinlikle çok kullanışlıydı. Hem koruyor, hem ısıtıyor, sırf bu ceket için, Namea Aslanı ile yeniden savaşabilirdim. Glau'nun sesiyle kendime geldim. "Jess, devam etmeliyiz" evet anlamında başımı salladım. Çiçekler, bize yardım edercesine ses çıkarmıyor, tersine sanki sessizce ilerleyebilmemiz için bize yardım ediyorlardı.
"Şimdi yapalım mı?" diye sordu birden. "Glau, gölge yolculuğu yaparsan bayılırsın, üstelik savunmayı nasıl geçeceğimizi de tam olarak bilmiyoruz. Ben olsam okçuları savunmada bırakırdım ama başka hiçbir şeyden emin olamıyorum. Bu yüzden.. İlerlemeye devam edelim. Hem belki karşımıza.. Anladın sen onu" bir an bana baktı. "Anlamadım" gözlerimi devirdikten sonra ona yaklaştım. "Belki esir alacak birileri çıkar karşımıza" gözlerindeki parıltıları gördüm ve ben de gülümsedim. Sonra ilerlemeye devam ettim. Kırmızı takımın bölgesinde olduğumuzu biliyordum bu yüzden daha sessiz bir şekilde ilerlemeye çalışıyordum. Birden Namea Aslanı'nın postunu çıkardım ve Glau'ya uzattım. "Bunu giymeni istiyorum Glau. Üstelik sakın yanımdan ayrılma. Tamam mı?" Glau önce şaşırsa da, sonra evet anlamında başını salladı ve postu giydi. "Sana daha çok yakıştı." dedim sessiz gülüşlerimin arasında. Sonra Glau'dan ne olursa olsun ayrılmayacağımı ve bayrak kapmaca boyunca hep birlikte hareket edeceğimizi belli edercesine elini tuttum ve bir ağaca yönlendirdim. Kalın ve tırtıklı olması tırmanmamızı kolaylaştırırken, sık dalları hem gizlenmemizi hem de oturacak yer bulmamızı sağladı. "Dürbünü uzatır mısın acaba?" elini çantaya sokup biraz aradıktan sonra dürbünü bana verişini izledim. "Harika, evet şimdi çevreyi gözetleyelim. Hem bizi burada bulmaları imkansız. Ne olursa olsun. Kısaca güvendeyiz." dedikten sonra kalktım ve dengemi sağlamaya çalışırken bir süre bekledim. Bayraklarının durduğu yeri ararken içimden yüksek bir ağaç bulduğum için havalara uçuyordum. En sonunda dürbünü indirdim ve dudaklarım sırıttığımı belli edercesine bükülürken "Bingo" dedim.
--
Maya tarafından yakalanmıştık ama umrumda değildi. Henüz bizim yanımıza gelmemişlerdi bu yüzden hala kurtulma şansımız vardı. Bizi bağlayan şeyler bitkiler olduğundan onlardan kurtulmak oldukça kolay olacaktı. Elimi oynatarak kemerimde takılı olan hançerime ulaşmaya çalıştım. Diğerlerinin yaklaştığını hissediyordum. "Hadi Jess.." dedi Glau. Ne yaptığımı fark etmiş olmalıydı. Sonunda kabzasına dokunmayı başardım ve çıkardığım gibi tek elimde yavaş yavaş çevirdikten sonra bitkiyi kesmeye başladım.
İkimiz de kurtulduktan sonra okumu kılıfından çıkardım ve yaya yerleştirdim. Bu arada çevreme bakınıyordum. Maya, Harexis, Mitchie.. Avcılar. Onların arkasında ise Adrian. Bir an Glau'ya işaret ettim sonra okumu, Mitch'e doğru çevirip nişan aldım. Atışım onun yaralanmasını sağlarken sevinçten zıplamaya başladım. O sırada diğerleri de oradan sıvışıyordu. Avcılar birden bize ok atmaya başladılar. Ben onlara ok atarken bir yandan da Adrian ve diğerlerinin uzaklaşıp uzaklaşmadığına bakıyordum. Birden ters yöne doğru koşmaya başladım. Glau da beni takip etti diğerleri de öyle.
Yeterince koştuğumuzu düşündüğüm sırada "Glau, şimdi gölge yolculuğu yapmanın tam zamanı!" dedim kardeşimin eline dokunarak. O da tamam anlamında başını salladı. Aslında olacakları görmek istemiyordum bu yüzden gözlerimi kapattım. Persephone'nin kızı olabilirdim ama benim de midem bulanıyordu. Birden gözlerimi açtığımda neredeyse kusuyordum. "İyi misin?" diye sordu Glau. "E-evet." dedim ama bir ağaca tutunmuştum bile. Sonra başımı kaldırdım ve çevreye bakındım. Mavi takımın bayrağını görebiliyordum. O sırada diğerleri de ortaya çıktı. Onlar savaşırken Glau ile ilerledik ve hemen bayrağı kapıp oradan uzaklaştık. Kısa bir süre sonra Tanrıça Artemis'in sesi duyuldu. "Kazanan kırmızı takım!"